Özgürlükten Uzaklaşma ÖZGÜN DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜKLE SAĞLANIR

İnsanoğlunun dünyada göründüğü günden bu güne kadar, kendi elleriyle gerçekleştirdiği, maddi ve manevi, suni dünyanın gittikçe kendisini kendi eserine yabancılaştırdığı, tutsak kıldığı gerçektir. Sanayileşmiş ve sanayileşmenin eşiğindeki tüm ülkelerde kabul edilen bir gerçektir bu. Hülâsa, İnsanoğlu bu kabul cenderesinin içinde bunalmakta, fıtratından ve hayatın amacından kopmakta, yeni bir putperestliğe doğru sürüklenmektedir.     

Çağımızda insan; tabiat, tarih, topluluk ve iç baskılar karşısında nisbi olarak özgürlük kazanmıştır. Böylece kendi istek, irade ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket eder olmuştur. İnsan gerçekten ne istediğini, ne düşündüğünü ve ne hissettiğini bilse, kendi özgür iradesine uygun davranabilir. Fakat bunları bilemezse, görünmeyen otoritelere boyun eğer. Peki, insanın; istek, irade ve ihtiyaçları bizzat kendinin midir veya kendinden midir? Cevap: Büyük oranda kendinden değildir!

İnsanlar genellikle gerçek isteklerini bildiklerine, onları kendilerinin şekillendirdiklerine inanırlar ama maalesef bu bir yanılgıdır. Yalnızca istemesi gerekeni isterler ve hazır sunulan amaçları da kendi amacıymış gibi benimserler Bu tarz iknanın sebebi, insanın gerçek isteklerini ve amaçlarını ‘biliyorum’ yanılgısı içinde ve bu durumu fark etmemesidir.

Genelde, kendi kararlarımızı kendimiz verdiğimiz ve ne istediğimizi bildiğimiz yanılgısına düşmekteyiz. Gerçekten bu “isteklerimi ben mi istemekteyim, acaba bu istediklerim bana ait istekler midir?”.

“Az harca, çook al” daveti veya çağrısı bir oltadır! İhtiyacım, isteğim önemli değil!

Adsız otorite, açık otoriteden daha etkili

Çağımızda kilise otoritesinin yerini devlet, servet, güç otoritesi almıştır. Bunlara görünmez tali otoriteleri de ilave etmek mümkündür. Daha sonra da açıktan ve baskıları fark edilen devlet otoritesinin yerini de daha sinsi ve görünmez olan, pek de fark edilmeyen “sağduyu, bilim, uzman görüşü, ruh sağlığı, normallik, kamuoyu” gibi adsız otoriteler almıştır. Adsız otoriteler baskı uygulamıyor gibi görünür, yumuşak ikna yolunu kullanır ve insanı robotlaştırır. Aslında ‘Adsız Otorite’, ‘Açık Otorite’ den daha etkilidir. Çünkü buyruk ve buyruğu veren görünmediği için otoritenin olduğundan kuşkulanılmaz.

İnsan, eleştirel düşünürken, mevcut değer ve normları yok ederek kuralsızlığa ve izafiyete (göreceli duruma) düşmemeli, mevcut değer ve normları koruyarak sürekli yeni, gelişmiş ve ileri değerleri, normları üretme gayreti göstermelidir. Kuralsızlıklara ve anarşiye düşmekten kaçınmalıdır.

Çağımızda insanın gerçek dünya ile bağı, bağlılığı, insanî münasebeti zayıflamıştır, hatta kalmamıştır da denilebilir. Hemen hemen herkes ve her şey, bir nesneye, bir araca dönüşmüş, işleyen devasa sistemin küçük veya büyük bir dişlisi haline gelmiştir. Metalaşmıştır, makineleşmiştir, ticari bir mal haline gelmiştir. Böylece insan kendine yabancılaşmış, değersizleşmiş ve hiçleşmeye yönelmiştir.

Kişiler, yalnızca kendi hayatını doğrudan etkileyen güçleri değil, genelde hayatı belirleyen savaşları, sürgünleri, fakirlikleri ve açlık gibi güçlükleri de değişmez yazgı olarak algılarlar.

Duyularda görülen sapma ve bastırma, özgün sanılan düşüncede de görülmektedir. Yetişkinler genellikle farkında olmadan çocuklara karşı ikiyüzlü tavır takınırlar ve ikiyüzlü olmayı farkında olmayarak öğretirler. Davranış, anlam dünyamızdan eylemlerimize akseden kabullere dayanır. Bizimle oluşan sebepler, çocukta sonuç davranışlarla akseder. Her zaman biçilen, ekileni temsil eder. Her davranışın temeli, geçmişte sunulan bir fikre dayanır. Söylenenin, bu nedenle bir değeri ve ağırlığı olmalıdır. Doğrunun zamanı ve zemini de uygun olmalıdır.

“Ya hayır söyle, ya sus!” mübarek sözü, sadece ezberimizde kalmışsa, “ağzı olanın konuşuyor” olma ölçüsüzlüğüne dayanmış oluruz.

‘Karıştırmadan, sadeleştirerek düşünelim ve sakınarak yaşayalım’ ölçüsü önemli.

Özgürlük adına vahşileşmek ve diğer birçok hastalıkla zıvanadan çıkmak, anlam dünyamızın kendi dünya görüşümüze uymamasındandır. Özü bilmeden özgürlükten bahis de boşuna olsa gerektir. Özünden haberli olanlar için özgürlük; İnsanın” kendi fıtrat gayesinin takipçisi haline gelmesi” halidir. İnsanın için Tanrı’sının kulu haline gelmesi, hür kalmasının hem biricik ölçüsüdür ve hem de garantisidir.

Ezberlenmiş roller, vekâletle yaşamalar, insanı hüsrana götürür.
Zindanlardan, doğru düşünceye ermiş akılla, akla rehber kılınan doğru haberle kurtulabiliriz.
Çünkü sahih bir hayat; kemali arzulayan şahsiyetle mümkündür. Şahsiyetin temel gıdası; doğruyu

bilmek ve doğruca tartmaktır.

Özgün düşünce

Özgün düşünce; bireyin kendisinden çıkan, kendi kendiliğinin sonucu olan, kendinin olan düşüncedir. Özgün düşüncenin, daha önce başkaları tarafından öne sürülmeyenin düşünce ve ilk düşünülen şey olduğunu kastetmek istemiyoruz. Eğer bir düşünce, kişi tarafından tam bir şuurla benimsenmişse, insanın kendi kişiliğiyle örtüşür hale geldiyse, o düşünce özgün düşüncedir. Kişiye has, kişiyle uyumludur ve kişi onu içselleştirmiştir.

Özgün düşünme yeteneğini engelleyen dış etkenleri vardır. Bunlardan biri, konuların bulandırılarak insanlara naklidir. Bunun bir yolu, sorunları ortalama bireyin anlayamayacağı kadar karmaşık göstermektir. Toplumsal ve bireysel hayatın temel konularının birçoğu aslında çok basit ve kolay anlaşılırdır. Bunun yolu sorunları, ortalama bireyin anlayamayacağı kadar karmaşık göstermek, ancak uzmanın anlayabileceğini ileri sürmektir. Böylece insanlar, kendini çaresiz hisseder. Bu durum uzmanların yapılacak şeyi bildireceği ana kadar insanların çaresizce oyalanmalarını sağlanır. Bu sebeplerle insanlar, yazılanı okurken ve duyduğu şeylere karşı kuşku ile bakar, temkinle yaklaşır. Böylece insanların çoğu, Otoritelerce, güya bilimselleştirilmiş veya gerçek gibi gösterilen cevaplara, uzmanlara söyletilenlere çocukça inanmaktadırlar. (Bunu da gerçek uzmanlık ile tedaviyi gerektiren özel ve hayati durumları kastetmeden, bunları istisna tutarak ifade ediyoruz.)

Özgün düşünme yeteneğini engelleyen etkenlerden bir başka yol ise, bütünsel bir dünya kavramına yer vermemektir. Hayatta doğru yapılanmamızı, bununla hayatın gayesini anlayacağımız düşünceyi sağlayan tam idrak bütünselliğini sağlamamaktır. Parçalı dünya anlayışım meçhulce yaşamak ve meçhule tükenerek kürek sallattırmaktır. Gerçeğin tamamını ve bütününü vermemektir, göstermemektir. Bilgiyi parçalayarak, bu parçaların bütünün bir parçası olduğunu unutturarak, bilgiyi özünden uzaklaştırıp yük haline getirmektir. Doğrular böylece, yapısal bir bütünün parçaları olarak taşıdıkları niteliği yitirir. Ancak soyut ve nicel (göreceli) bir anlam taşırlar. Böylece her doğru bir başka doğrudan başka bir şey değildir ve önemli olan ‘ne kadar çok şey bildiğimizdir’, yanılgısına düşeriz.

Böylece özgünlük adına yaşamımız, zedelenip sapmış yapısını sanki yaşıyor olmayla, hayata dâhil olma kalitemizi kaybettirir. Artık hayatımız sayısız küçük parçadan oluşuyor ve her küçük parça ötekinden bağımsız görülmeye başlanır. Ayrı ve ayrılmış bilgiler, tanımlar; bütünleştirmek için ve bir bütün olarak görülmediğinden, bütüncül algı oluşmuyor. Varlık konusu da yaşamın kendisi de sanki bir anlam taşımıyor.

Duygusal Olmak, Sağlıksız Olmak Mıdır?

Toplumlarda genellikle duygular desteklenmez. Yaratıcı düşüncenin duygulardan bağımsız olması mümkün olamadığı halde, duygusuz düşünmek ve yaşamak bir ideal haline getirilmiştir. Duygusal olmak sağlıksız ve dengesiz olmak olarak görülmektedir. Bu sebeple birey büyük ölçüde zayıflatılmış ve düşünüş kısırlaşıp düzleşmiştir.

‘Düşmanlık’ gibi kendiliğinden gelen birçok duygu yerine, insanlar şaşırtılarak, bilgiler bulandırılarak ve bastırılarak sahtesi koyulur. Ne zaman mı? İçten gelen duyguların bastırılması, bunun sonucunda da gerçek bireyselliğin gelişiminin engellenmesi, çok küçük yaşlarda başlar.

Kişiler, ölüm ve acının farkına varıp bunu hayat için önemli güdülerden biri haline getirebilirler. Duygularla, insanlar arasında dayanışma temeli sağlamlaştırılabilir. Duyguların, insan mutluluğuna derinlik ve yoğunluk katan bir gerçek haline getirilmesi gerekirken, bireyler onu ‘öğretilmiş körlükten dolayı’ bastırmaya itilmektedir.

Eğitimle de özgün düşünce desteklenmez, tek tipleştirme, robotlaştırma sağlanır. Sadece hazır düşünceler kafalara sokulmaya çalışılır. Çok sayıda doğruyu öğrenerek gerçeğin anlaşılabileceği yanılgısı içinde olunur. Bu sebeple çok sayıda olgu, aksiyona (eyleme-amele) can vermeyen kavram, öğrencilerin beynine yığılmaktadır. Öğrencilerin zamanları ve enerjileri daha çok olguyu öğrenmeye harcandığı için düşünme giderek azalmaktadır.

Düşüncelerimizi ifade etme özgürlüğünün ancak kendimize ait tarzımızın, düşüncelerimizin ifadesine aksettiği durumda bir anlamı vardır. Dışsal otoritelerden bağımsız olmak, ancak psikolojik koşullar kendi bireyselliğimizi kurmamıza uygunsa gerçek bir kazanç sağlar.

Kişinin kendi gücü, büyük ölçüde kendisi ile ilgili gerçekleri bilmesidir. Yani kişinin kendini bilmesidir. Bireyin en büyük gücü, kişiliğinin en üst düzeyde bütünleşmesi ve kendinin farkına varmasına dayanır. Kendini bilmek, asıl var edene sağlıklı ulaşmada bir kapı aralar.

Kulluk, Kölelikten Sıyrılmadır

Bir insan, Allah’ın insanı muhatap aldığını, değerli gördüğünü bilmelidir. İnsanın kıymet ve değerinin, özgür iradesi ile şuurlu hareket etmesi sebebiyle olduğunu anlamalıdır. Bu sebeple insanın kişilik sahibi ve şahsiyetli olması halinde, mükâfat ve cezanın da bu sebeple hak olduğunu bilmelidir. Bu durum, Allah’a kulluğun idraki ve tanımıdır. Yani ancak özgür insan, kulluğu anlar ve kabul eder, kulluğun kölelik olmadığını da bilir. Çünkü kölelik zorla veya ayartma ile kabul ettirilirken, kulluk inancı şuurla benimsenir. Kulluk, aynı zamanda, insanlar arasında eşitlik de sağlar. İnsanlar Allah’a kulluğun dışında şuurlarıyla başka şeylere kulluğu da seçebilirler. Bu durumda da putperestliğe saparlar. İnsan iradesine dayalı bu şuurlu tercihinin sonuçlarına katlanmayı baştan kabul etmiştir demektir. İman da inkâr da ihtiyaridir. Bunlar, kişinin kendi düşüncesinden elde ettiği, vardığı bir anlamdır. Bu anlam, özgürlüklerle özgün olarak şekillenirse sağlıklı bir kabul oluşur. Ne iman, ne de inkâr, korku ve güdülenmenin eseri olamaz! Münafıklık ve riyakârlık bu aslı oluş tercihinin edebi içinde değersizleşir.

İnsan için makul olan, mutedil olup orta yol insanı olmaktır. Orta yol insanı; ifrat ve tefritten uzak, hür iradeye sahip, özgür iradesi ile şuurla hareket eden, kişilik sahibi ve şahsiyetli insandır. Biz insanın özgür olup da yalnız olmayabileceğine, bağımsız olup da insanlıkla bütünleşebileceğine inanmaktayız. Çünkü yaratanına gitmeye akıl erdirenin, yaratılmışlara gidecek yolu bulma çabasından uzak olamayacağı akla uygundur. Özlenen çözümdür.

Kaliteli Yaşam; Doğru Bir Düşünceyle Mümkün Hale gelir

İnsanı tam manası ile uyanık ve duyarlı bir hale getirmek, açgözlülüğün kölesi olmayacak şekilde maddi hırs zincirinden de kurtarmak gerekmektedir. Asıl gaye ekonomik üretim değil insanın gelişmesi olmalıdır. Doğru olan, fıtri ve evrensel bütünselliğe erme gerçeğinin farkına varmaktır. O doğrultuda davranışlar ortaya koymak ve kaliteyi elde ederek yaşamaktır. Kaliteli bir yaşam, ancak, doğru bir düşünce ve kabulün sonucu olabilir. Kalite, bir şahsiyet markasıdır. Güzellikleri ölçülerde buluşturma ve ahenge dönüştürme zenginliği, kazanılmış şahsiyetle mümkün olur.

İnsan zihin dünyasının, kabullerinin, tercihlerinin yönlendirilip, yönetildiği, bir köye dönüşmüş dünyada, özgün kalma becerisi, yeniden ayağa kalkmanın büyük sermayesidir.

Biz, zayi olmuş değerleri yeniden tanzim ederek, kayıp insanın yeniden inşasını sağlayacak yola ilk adımı atabiliriz. Bizi; biz kılacak, millet haline getirecek, medeniyetinin akışı içinde şahsiyet kazanmış bir insan olmamızı sağlayacak, barışı tesis edecek kudretle, daha özgür, özgün ve daha huzurlu olabiliriz.

Huzur, gelişme ve şahsiyet kazanmanın biricik kaynağı, dünyayı anlamaya açık olan millî kültürümüzdür, onun eğitimidir. Eğitilmeyen, akletmeyen insan; tetikçi olur, taklitçi olur ve bozulur. Hazinelik Eser kıymetinde bir varlık olmaz, birinin fotokopisi olur.

Bozulan insanın imarı, kendi kabiliyet ve kültürüne has tarzda özgün olmanın şartları sağlanmadan, gösterilen diğer çabalar; sadece çaresizliği katmerli hale getirir.

Akledenin üzerine; “iyilik”, güzellik, özgürlük, özgünlük, gelişme ve huzur yağar.

Gel gel kardeşim gel,
Tutuşalım el ele.
Yürüyelim hedefe.
Halimiz güzel hal olsun inşallah.

Kavramlar:

*Somut Kavramı:-

taş, kalem, su, kitap, toprak, ateş, ev, çanta, araba, masa),

*Soyut Kavramı:

*Soyut düşünce: Duyulur ve algılanır olandan sıyrılmış, kavramsal düşünme ile varılan düşünce.

*Nitel/Nitelik Kavramı:

Ölçülebilir, sayılabilir ve genellikle somut kelimelerin kattığı anlamdır. Küçük ev, Büyük bina, Uzun yol, ince ip, Derin anlam, Küçük mutluluklar,

*Nicel /Nicelik Kavramı:

“somut anlamlı” ( Bir sözcük, duyu organlarından biri yoluyla algılanabilen bir varlığı gösterirse menfaat, sevgi, korku, inanç, güzellik…)

Duyu organları yoluyla algılanamayıp da zihinde var olan kavramları gösterirse “soyut anlamlı” sözcük adını alır. (Hayal, rüya, düşünce, insanlık, kin, dostluk, mutluluk,; TDK “bir şeyin nasıl olduğunu belirten, onu başka şeylerden ayıran özellik, vasıf, keyfiyet” olarak tanımlamaktadır. Yani nitel anlam, “varlıkların nasıl olduğunu, niteliğini gösteren; sayılamayan, ölçülemeyen bir değeri, özelliği ifade eden sözcükler” olarak açıklanabilir. Nitel anlamı, bir bakıma “niteleme sıfatları” olarak düşünebiliriz. Çünkü bunlar bir ismin özelliğini, niteliğini, kalitesini, değerini, rengini, şeklini bir şekilde gösteren kelimelerdir. Nitel anlamın tersine, nicelik ifadesi bir ölçü bildirir ve sayılabilen bir değeri ifade eder.

Örnekleri:( büyük hayaller) “bir şeyin sayılabilen, ölçülebilen veya azalıp çoğalabilen durumu, kemiyet, miktar, kantite” olarak tanımlamaktadır. Yani nicel anlam, “kavramların sayılabilen, ölçülebilen, azalıp çoğalabilen özelliklerini gösteren sözcükler” olarak açıklanabilir. Nicel anlam, bir varlığın miktarını veya sayısını gösterir.

 

Yorum Yapın

Navigate