BALKAN HARPLERİNİ BİTİREN ANTLAŞMALAR

 

HASAN ALÇELİK

TÜRKİYE’NİN BATILILARLA İLİŞKİLERİNİ YÖNLENDİREN ETKENLER

Tarih boyunca gelişen olaylar göstermiştir ki Türklerle Avrupalılar arasındaki ilişkilerde belirleyici yani yönlendirici birkaç temel etken ön planda olmuştur. Bunlar:

 – Dini Ve Kültürel Farklılıklar (İnançların Çatışması)

Bu konuda çatışmanın belgelere yansıması Hunlarla başlar. Papalık ve Avrupa kaynakları Batı Hunları’nın gücüne, askeri disiplin, irade ve başarılarına hayranlıklarını ifade ederken; sırf Hıristiyan olmadıkları ve vaftize yaklaşmadıkları için Hunları “barbar” biçiminde tanımlamış, “Tanrı’nın ve insanlığın yok edilmesi gereken düşmanları” olarak ilan etmişlerdir. Aynı yaklaşım Macarlar ve Peçenekler için de geçerlidir. Macarların MS 1000’lerde Katolik inancını benimsemeleri ile Batılıların onlara karşı tutumu değişmiş, hatta Macar kralı Stephen’ı “Saint” (aziz) ilan etmişlerdir. Bizanslılar da Ortodoks inancına geçtikten sonra Peçeneklere itibar etmişlerdir.

Selçuklular Anadolu’ya girdikten 25 yıl sonra Haçlı ordularının harekete geçmesi ve ilk hedef olarak Selçuklu başkenti İznik’e yönelmeleri Avrupaların diğer Müslümanlardan daha çok Türkleri hedef aldıklarını gösterir. Çünkü İslam’ın ilk asırlarından itibaren Arap devletleri Avrupa’yı doğudan ve güneyden, hatta İspanya üzerinden tehdit ettikleri halde topyekûn bir tepki ile karşılaşmamışlardı. Müslüman Türklerin Batı’ya yönelik fetihlerinde ise birbirlerine karşı azılı düşman olan Katolik ve Ortodoks mezhepleri Selçukluları durdurmak amacıyla kiliselerin birleştirilmesini dahi görüşmeye başlamışlar, birlikte milyonlarca Haçlı askerini harekete geçirmişlerdi.

Hakeza Osmanlı’nın Rumeli’ye geçişinin hemen ardından yeni Haçlı Seferleri başlatılmış, imparatorluk yıkılıncaya kadar yapılan bütün savaşlarda Haç (Hıristiyan)-Hilal (İslam) farklılığı belirleyici olmuştur.

Günümüzde ise gerek Avrupa’da bulunan gurbetçilerimizden gerekse AB’ye girmeye gayretinde olan Türkiye’nin geleceğinden bahseden Batılı yetkililer hep “entegrasyon” yani “uyum”dan bahsetmektedirler. Biraz detaya inilirse “uyum” ile kastettiklerinin Avrupa inanç ve kültür sistemini benimsetmek olduğu ortaya çıkar. Yani demek istedikleri şu: “Ey Türkler, ileride bizimle yürümek ve refahı birlikte paylaşmak istiyorsanız İslam dinini ve milli kültürünüzü terk edip bizim değerlerimizi kabul edin. Aksi halde tarihi düşmanlık bitmeyecektir!”

 

– Siyasi Rekabet

Her siyasal unsur iktidarı elinde bulundurmak ve konuda rakiplerine diz çöktürmek isteyecektir. Siyasal varoluşun bir kanunu olan bu durum tarih boyunca devam etmiştir. Günümüzde de sürmektedir. Avrupalı imparator ve krallar kendi siyasi hâkimiyet alanlarını geliştirmeye çalışırken; bilinen efsanevi ilk Türk hükümdarı Oğuz Kağan kendisine hükümranlık yetkisinin “Allah tarafından, gök kubbenin altında tıpkı güneşin her yeri ayırım yapmadan aydınlatması gibi, ayırım yapmadan Tanrı’nın kulları insanlar arasında düzeni sağlamak” amacıyla verildiğine inanır ve seferlerini bu amaçla yaptığını ilan eder.

 

– Adaleti Egemen Kılma Çabası

Yine Oğuz Kağan’dan itibaren başa geçen bütün bilge Türk hükümdarları ve yöneticileri öncelikle memleketlerinde, ardından görüşlerinin ve güçlerinin ulaşabildiği tüm yeryüzünde adaleti sağlamayı yüce bir gaye edinmişlerdi. Ezilenlere kol kanat germişler, yurtsuz ve yoksul düşenleri barındırmışlardı. Bu gaye Türklerin Hindistan’a, Afganistan’a, Irak ve İran’a seferlerinde etkili olduğu gibi, Ermenileri ve diğer Müslümanları korumak için Bizans’a karşı Anadolu’ya girişlerinde de etkilidir. Aynı durum Rumeli’deki fetihlerde de söz konusudur.

Arnavutlar ve Boşnaklar Katolik-Ortodoks baskısından kurtarılmıştır. II. Viyana kuşatmasının sebeplerinden biri de ezilen Macarların Avusturyalıların baskılarına karşı yardım isteğidir. Aynı tutum Osmanlı Devleti’nin en bunalımlı dönemlerinde de tekrarlanmıştır.

 

– Bütün Bunlara Bir de Devleti Ayakta Tutacak Ekonomi Düzeni İçin Sürdürülen İktisadi Çekişme Eklenebilir.

 

İslamofobia

Burada özellikle vurgulamak istediğimiz, bugün de Avrupa Birliği ile müzakerelerde hiç akıldan çıkarılmayan dini ve kültürel farklılık ve çatışma (islamofobia) halinin sürdüğüdür. Katolik, Protestan ve Ortodoks Avrupa, Balkan Harplerinde Müslüman Türkleri Doğu Avrupa’dan atma konusunda birleştikleri gibi, günümüzde de İslam kalmaya kararlı ve Türkçe konuşan bu milleti kendi birliğine almayı düşünmüyor ve hatta ülkelerinde iş tutmalarına bile tahammül edemiyorlar.

 

  1. BALKAN HARBİ

8 Ekim 1912’de başlayan harp şaşırtıcı biçimde, Osmanlı ordusunun hezimeti ile devam ederken, Alman asıllı bir kralın yönettiği Bulgaristan’ın İstanbul’a girecek olması Rusya ve İngiltere’yi telaşlandırdı. Çünkü kontrolsüz büyüyen yeni yetme (4 yaşında) Bulgaristan Krallığının Balkanlar ve Boğazlar Bölgesinde dengeleri altüst edebileceği kaygısı vardı. Ayrıca Rusya destekli Alman asıllı Bulgaristan Kralı’nın İngiltere’ye faydası ne olabilirdi? Bu yüzden bölgede zayıf ve yardıma muhtaç Osmanlı’nın varlığını sürdürmek o an için İngiliz çıkarları açısından daha önemliydi. Kontrolü kaybetmemek isteyen İngiltere’nin sert olan ültimatomu ile ateşkes sağlandı. İngiltere, Rusya, Almanya ve Avusturya’nın öncülüğünde Osmanlı ve Bulgar temsilcilerinin yer aldığı Londra Konferansı 17 Aralık 1912’de başladı. Konferansta ilk karar, İtalya’nın isteği ile I. Balkan Harbinde Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ tarafından işgal edilmiş olan Arnavutluk’un bağımsızlığının tanınması oldu. Bu arada Edirne başta olmak üzere Selanik, Yanya ve İşkodra gibi Osmanlı kentleri Bulgar, Yunan, Karadağ ve Sırp güçlerine karşı direniyordu. Yunan donanması Oniki Ada dışındaki tüm Ege Adalarını işgal etmişti. Rauf Bey’in yönettiği Hamidiye Zırhlısı adaların işgalini önleyemediyse de başarılı manevralarla Yunanlıların Çanakkale Boğazı’na girmesini engellemeyi çalıştı.

 

Almanya’nın Osmanlı’ya İmza Baskısı

Londra’daki Konferansa öncülük eden dört devletin hazırladığı ve Osmanlı’nın Avrupa’yı terk etmesi manasına gelen anlaşma tasarısını Ahmet Muhtar Paşa kabinesi reddetti. Burada dikkat çeken detay Rusya ve İngiltere’ye karşı Osmanlı Devleti’nin yanında gözüken ve İttihatçıların umudu olan Almanya’nın barışı imzalaması için Osmanlı’ya baskı yapmasıdır. Bu sırada hükümeti devirmek isteyen İttihatçılar “eski başkent Edirne’nin düşmana terk edilmek istendiği” gerekçesi ile Yarbay Enver Bey’in (kısa süre Harbiye Nazırı olacak) de yer aldığı bir grup asker Bab-ı Ali Baskınını yapmış, olay sırasında Harbiye Nazırı Nazım Paşa öldürülmüş, yönetim ele geçirilmişti (23 Ocak 1913). O Nazım Paşa Harbin başında zaferden o kadar emindi ki; subaylara verdiği emirde “Kısa zamanda ordunun Sofya’ya gireceğini inandığını bu nedenle yanlarında tören giysilerini hazır bulundurmalarını” istemişti.

Yeni kabineyi kuran Mahmut Şevket Paşa, Edirne’deki Bulgar kuşatmasını kaldırmak için savaşmak yerine, büyük devletlerin baskısı ile barış konferansına devam etme kararı almak zorunda kaldı.

Elden çıkan vilayetlerde tam bir katliam ve sürgün yaşandı. Tarihin ender gördüğü soykırım ve nüfus temizliği gerçekleşti. Sırplar, Karadağlılar, Bulgarlar ve Yunanlılar ele geçirdikleri yerlerde sadece cami, mescit, mesken değil, İslam mezarlıklarına bire tahammülsüzlük gösterip tahrip ettiler. Avrupa’da Osmanlı ve İslam izlerini ebediyen silmeye yönelik bu uygulama Osmanlı kamuoyunda infiale neden oldu. Bulgar ordusu Edirne’yi işgal etti. Selimiye Camii barbarca ahır olarak kullanıldı. Yürekleri yakan, dünyayı zindan eden bu vahşeti durdurabilmek ve muhacir halkın iskânını sağlayabilmek için hükümet Avrupalıların önerdiği barış önerisini kabul etmek zorunda kaldı. 1878 tarihli Berlin Antlaşmasından sonra imzalanan en ağır şartlı bu antlaşmanın -Londra Antlaşaması- maddeleri:

 

Londra Antlaşması (30 Mayıs 1913)

  1. Osmanlı Devleti (Ege Kıyısındaki) Enez ile (Karadeniz Kıyısındaki) Midye kasabaları hattının kuzeyi ve batısındaki topraklardan vazgeçecek.
  2. Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan’ın işgalindeki Arnavutluk ile Ege adalarının durumu ile sınır tespiti Almanya, Avusturya-Macaristan, İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya’nın yer aldığı Avrupa devletlerince belirlenecek.
  3. Girit Adası ve Selanik ile Makedonya’nın Güneyi Yunanistan’a bırakılacak.
  4. Kavala ve Dedeağaç gibi Batı Trakya ile Edirne ve Kırklareli Bulgaristan’a bırakılacak.
  5. Kosova, Orta ve Kuzey Makedonya Sırbistan’a bırakılacak.
  6. Anlaşmanın yürürlüğe girmesi ile taraflar arasındaki savaş yerini kalıcı barış ve dostluğa bırakacaktı.

Anlaşma ile Osmanlı Devleti tarihi başkent Edirne başta olmak üzere halkının çoğunluğu Türk ve Müslüman olduğu Batı Trakya, Arnavutluk, Doğu Rumeli, Ege Adaları ile Girit gibi önemli toprakları kaybetti. Ege Denizi ve Akdeniz’deki hâkimiyet sona erdi. Adriyatik Denizine uzanan sınır Doğu Trakya’da Ergene’ye çekilmiş oldu. Önceleri Rusya, Avusturya, Fransa ve İngiltere gibi emperyalistlere direnen Osmanlı Devleti, artık Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ gibi yeni yetme uydu devletler karşısında başarı testinde maalesef sınıfı geçemez oldu.

 

Önemli Bir Hatırlatma

Belki de psikolojik ihtiyaç olduğu için tarihte zaferler üzerinde çok durulur, yenilgiler geçiştiriliverir. Zaferi kazanan komutan yere göğe sığdırılamaz. Yenilgide ise komutandan çok askerin geneli sorumlu tutulur. Aslında yenilginin nedenleri üzerinde durulmalı, hatalar ortaya sergilenmeli ki benzeri durumların yenilenmemesi için insanımızın duyarlılığı artırılmalıdır. Bu bağlamda I. Balkan Harbi’nin tüm aşamaları ve sonucunu tayin eden Lüleburgaz Muharebesi tüm yönleri ile incelenmelidir.

 

  1. BALKAN HARBİ DOĞU AVRUPA’DA BALANS AYARI

İtalya’nın kontrolündeki Arnavutluk’un bağımsızlığını ilan etmesi, Avusturya’nın Bosna-Hersek’teki askeri gücünü artırması ve Bulgaristan’ın en çok toprak alan devlet olması Osmanlı’ya karşı savaşan Karadağ, Sırbistan ve Yunanistan tarafından hayal kırıklığı ile karşılandı. Bulgaristan’ın bu durumu Romanya’yı da rahatsız etmişti. Hâlbuki 1912’de Rusya’nın girişimleri ile yapılan sözleşmelere göre “Yabancı unsurlar (önce Osmanlı, ardından Avusturya) Balkanlardan atılacak, alınan yerler Çar’ın hakemliğinde savaşan devletlerarasında adil biçimde paylaşılacaktı.” Ancak tüm baskılara rağmen Bulgarlar (Belki de Alman asıllı kralın ülkesinden aldığı desteğe de güvenerek) toprak vermemek için baskılara karşı direndi.

Ganimet paylaşımı konusunda anlaşmazlık yüzünden savaş kaçınılmaz oldu. 16 Haziran 1913’te başlayan savaşta Bulgaristan’a karşı Sırbistan, Karadağ, Yunanistan, Arnavutluk ve Romanya yer aldı. Bu durum Edirne’yi geri almak ve bozuk olan moralleri düzeltmek için kaçırılmayacak bir fırsattı. Hemen harekete geçildi. 21 Temmuz’da Kırklareli, Dimetoka ve Edirne alındı. Enver Bey’e “Edirne Fatihi” unvanını kazandıran bu başarı aynı zamanda rütbesinin albaylığa terfisini de sağladı. Orduda ve Saraydaki itibarı zirveye çıktı. 93 Harbi’nden beri sürekli toprak kaybeden Osmanlı Devleti açısından II. Balkan Harbi bir teselli oldu. İlk harpte Bulgaristan’a kaptırılan yerlerin bir kısmı geri alındı. Moraller bir nebze de olsa düzeldi. İttihat ve Terakki güven tazeledi ve iktidara tamamen yerleşti.

  1. Balkan Harbi’nin bir başka önemli sonucu ise daha sonraki gelişmeleri tetiklemesidir. Bunların başında yenilgiyi hazmedemeyen Bulgaristan’ın Rusya başta olmak üzere İtilaf Devletlerine duyduğu güvensizlik ve Almanya’ya yakınlaşmasıdır. Bu durum bölgede dengelerin yeniden şekillendirilmesini gerektirdi ki Cihan Harbi olarak tarihe geçen I. Dünya Savaşı’nın Balkanlarda çıkışı tesadüf değildir.

Osmanlı’dan sonra Balkanlardan atılma sırası Avusturya’ya gelmişti. Bu 1914 yılında Saraybosna’da İmparatorluk veliahdı Franz Ferdinand’a karşı suikasta ve I. Dünya Savaşı’nın çıkmasına yol açtı. Yani Balkan Harbi Cihan Harbi’nin provası niteliğindeydi.

Osmanlı Devleti ve Türk Milleti açısından ise bu harp sonunda imzalanan antlaşmalar bir bakıma günümüze kadar etkisini sürdürecektir. Yani İstiklal Harbi sonunda imzalanan Mudanya Mütarekesi ve Lozan Antlaşmalarında batı sınırlarımız için belirlenen esaslar 1913 yılı antlaşmalarına dayanmaktadır.

 

Bükreş Antlaşması (10 Ağustos 1913)

Romanya, Sırbistan ve Karadağ ile Bulgaristan arasında imzalandı. Düveli Muazzama olarak adlandırılan Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya ve Avusturya’nın öncülüğünde imzalanan anlaşmaya göre:

* Bulgarların çekileceği Selanik, Serez ve Dedeağaç gibi Güney Makedonya ve Batı Trakya illerinin bir kısmının Yunanistan’a bırakılması,

* Tutrakan, Güney Dobruca ve Silistre’nin Bulgaristan tarafından Romanya’ya terk edilmesi,

* Bulgaristan ordusun çekileceği Manastır, Üsküp, Priştina ve İştip gibi Makedonya topraklarının Sırbistan’a bırakılması kararlaştırıldı.

Böylece Büyük Bulgaristan Krallığının kuruluşu önlenmiş oldu.

 

İstanbul Antlaşması (29 Eylül 1913)

Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında imzalandı. Buna göre;

* Bulgaristan Edirne, Dimetoka ve Kırklareli illerini Osmanlı Devlet’ine bırakarak Meriç Irmağı sınır olacak,

* Bulgaristan’da kalan Türk-İslam ahalinin mülkiyet hakkı, eğitim-kültür, dil, din ve mezhep hukuku garanti altına alınacak, müftü ve başmüfettişlerini seçebilecek, bunların maaşları Bulgar hükümetince karşılanacak, isteyenler Osmanlı topraklarına göç edebilecektir.

Böylece Türklerden ilk kez azınlık olarak bahsedilmiş ve bunların hakları söz konusu olmuştur. Daha sonra Avrupa ile ilgili sınırlarımız ve Türk-İslam ahalinin durumu ile ilgili meselelerde daima bu anlaşma esas teşkil etmiştir. Lozan’da da Trakya sınırlarımız belirlenirken İstanbul Antlaşması’na atıfta bulunulmuştur.

 

Atina Antlaşması (14 Kasım 1913)

Yunanistan ile Osmanlı Devleti arasında yapıldı. Bir yandan Balkan Savaşına sona erdirmeyi, diğer yandan da Yunanistan ile 80 yıldan beri sorun olan bazı meseleleri kökten halletmeyi amaçlamaktaydı. Buna göre;

* Karada Meriç ırmağının sınır olarak kabul edilmesi,

* Selanik, Yanya ve Girit’in Yunanistan’a bırakılması

* Ege Adalarının geleceğinin büyük devletlerin de katılacağı bir konferans ile belirlenmesi,

* Yunanistan tarafından Türk ve İslam ahali için genel af ilan edilmesi, isteyenlerin üç yıl içinde Osmanlı ülkesine göç edebilmesi ve bunların askerlikten muaf tutulması,

* Öncelikle Batı Trakya olmak üzere Yunanistan’da kalan Türk ahalinin mülkiyet, dini ve kültürel haklarının garanti altına alınması: Yunanlılarla eşit medeni ve siyasi haklara sahip olunması, dinlerini açıkça uygulayabilmesi, halife olarak padişahın isminin hutbede zikredilmesi, İslam dini ile ilgili kurumların Şeyhülislama bağlı olması, baş müftünün Yunanistan’daki müftüler tarafından seçilip kral tarafından atanması,

* Yunanistan’ı terk etmiş olanların da gayrimenkullerindeki haklarının koruma altına alınması ve bu insanların tazminat haklarının bulunması,

* Padişah ve hanedan mensuplarının Yunanistan’da kalan mallarının güvence altına alınması kararlaştırıldı.

 

Ege Adaları Balkan Savaşlarında Kaybedildi!..

23 Aralık 1913’te Avrupa Devletlerine çağrıda bulunan Osmanlı Hükümeti, Atina Antlaşması doğrultusunda Midilli ve Sakız gibi Anadolu’ya yakın adaların Yunanlılar tarafından boşaltılmasını ve Osmanlı Devleti’ne verilmesini istedi. Bunun üzerine Londra’da Büyükelçiler Konferansı düzenlendi. Burada alınan karar 14 Şubat 1914’te Osmanlı Hükümetine iletildi. Buna göre; Meis, Gökçeada ve Bozcaada Osmanlı Devletine, Oniki Ada İtalya’ya, kalan diğer tüm adalar Yunanistan’a bırakılıyordu. Osmanlı Hükümeti buna şiddetle itiraz etti. Ancak bir sonuç alamadı. Bu durum yönetimde ve kamuoyunda İngiltere başta olmak üzere Rusya ve Fransa’ya karşı nefrete, tıpkı Bulgaristan’da olduğu gibi Almaya etkisinin artmasına neden oldu.

Görüldüğü gibi Rumeli’de mukim bulunan kardeşlerimizin hukuki ve siyasi durumları ile ilgili esaslar Osmanlı Hükümetince alınmış, bunların hemen hemen tamamı Cumhuriyet hükümetlerince muhataplarımıza teyit ettirilmiştir. Burada üzücü olan, bazı siyasi-dini grupların kasıt söz konusu değilse cahilliklerinden kaynaklanan etkenlerle kayıpların sorumlusu olarak Lozan’ı imzalayan kadroları sorumlu tutmalarıdır…

Hâlbuki Ege Adaları da, Rumeli’deki varlığımız da, Kıbrıs da İstiklal Harbi öncesinde elden çıkmıştır. Bilgi kirliliğine gereksiz tartışmalara son vermek gerekiyor. Kimilerine göre adalar Cihan Harbi veya İstiklal Harbi ile kaybedilmiş ve Lozan’da gereği gibi haklarımız savunulmamış gibi bir imada bulunulmaktadır. Lozan Antlaşması bizim açımızdan İstiklal Harbi’ni, Batılılar açısından I. Dünya Savaşı’nı bitirmeye yöneliktir. Kıt imkânlarla başarılan İstiklal Harbi’ni gerçekleştiren kadrodan Balkan Harbi’nin sonuçlarını telafi etmelerini beklemek haksızlık olacaktır kanaatindeyiz…

Cumhuriyeti kuranlar da, dikte ettirilen Lozan’ın yetersizliği konusunu düşünmüşlerdir. En azından Misak-ı Milli onların da hedefidir. Selanik başta olmak üzere Batı Trakya, Girit, Rodos, bütün Eğe adaları, Kıbrıs, Halep, Hatay, Musul ve Kerkük’ü Türkiye sınırları içerisine dahil etmek gibi bir hedefleri olduğu muhakkaktır. Musul ve Kerkük Şeyh Sait isyanları ile elimizden çalınırken, Hatay 1939’da sınırlarımıza dahil edilmiştir. Kıbrıs’ta 1974 Barış Harekatı ile kısmi bir ilerleme kaydedilmiştir. Hedef Lozan’la sıkışıp kalmak değil, “Lozan artıdır (Lozan +)”.

Bugün var olan olumsuz tablonun sorumlusunu aramak yerine sınırlarımızın dışında kalan kardeşlerimizin hukukunu geliştirmek için onları yöneten hükümetlerle iyi ilişkileri geliştirmek olacaktır. Aklımızdan geçen her şeyi dillendirmek zorunda değiliz. Hamasi duygularla kitleleri geçici süre ile etkileyebiliriz. Ancak tarihin akışını bilgi, akıl ve güç değiştirecektir. Özellikle yöneticilerimizin bu alana yönelmesi insanlık adına önemlidir. Türkiye hem tarihi haklarını, hem de geleceğini hamasi meydan nutukları ile komşularla ve dünya ile kavgayla harcama lüksüne sahip değildir. Bunun vebali çok ağırdır. Allah hepimizi bu duruma düşmekten korusun.

 

Siyasi Duruşta Statükoculuk Takıntısı

Tarih bilgisi göstermiştir ki; yaşamsal açıdan belirleyici olan unsurlar (siyasi varlık, inanç, kültür, hak ve adalet… gibi) bir yana devletlerarası ilişkilerde çok hızlı bir etkileşim ve değişim söz konusudur. Yani şartlar ve ihtiyaçlar değiştikçe tutumlar değişmek zorundadır. Başlangıçta “ne dediysek o!” yaklaşımı ile yola devam etmek isteyenler hedeflerine asla ulaşamazlar. Hedeflerine ulaşmak için tutumlarında (taktik) değişiklik yapmayı başaranlar ise daha avantajlıdır. Buna en güzel örnek Balkan harpleri sırasında üç devletin tutumudur. Bunlar rekabet ve yayılma konusunda çetin bir çekişme üzere olmalarına rağmen Türkleri Avrupa’dan atma konusunda birlikte hareket etmiş, ellerindeki imkânları bu yönde kullanmışlardır. Baş döndürücü biçimde değişken siyasi tutumu üç yıla sığdırmayı sağlayan bu devletler harbin sonunda söylemleri ile değil başarıları ile dikkat çekmişlerdir. Bunlar:

 

Rusya

Amacı Doğu Avrupa, Boğazlar, Kafkasya, Merkezi Asya ve Doğu Asya’da tam hâkimiyet kurmayı tarihi gaye edinmiş, bu uğurda bölge devletleri bir yana İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, Japonya ve ABD ile defalarca karşı karşıya gelmiştir. Balkan Harbinde Türklere karşı bu ezeli rakipleri ile işbirliği yapmaktan geri durmamıştır. I. Balkan Harbinde sınırsız destek verdiği Bulgarlarla Yunanlıların İstanbul ve Boğazlar bölgesine girmelerine izin vermemiştir.

 

Almanya-Avusturya

Doğu Avrupa ve Balkanlarda, Ortadoğu, Akdeniz ve Afrika’da ekonomik sahalar oluşturmaya çalışmış, bu konuda Rusya, Fransa, İngiltere ile karşı karşıya gelmişlerdir. Osmanlı’ya karşı bu düşmanları ile birlikte hareket etmekte tereddüt etmemiş, Balkan devletlerine siyasi ve teknik destek sağlamışlardı. Ancak savaşın ilerleyen safhasında Arnavutları ve Bulgarları Sırbistan ve Yunanistan’a karşı desteklemişlerdi.

 

İngiltere

Rusya’nın Boğazlar üzerinden Akdeniz’e inmesini önlemeye çalışırken Almanya ve Avusturya’nın dengeleri değiştirmesine de izin vermemiş, bu konuda büyük savaşları göze almıştır. Buna rağmen Osmanlı’ya kadim düşmanları ile birlik oluştururken; Almanya ve Avusturya’ya karşı Rusya ile birlikte hareket etmiştir. Osmanlı’nın örselenmesine yardımcı olurken, İstanbul ve boğazların Rusya, Bulgaristan ya da Yunanistan yerine zayıf bir Osmanlı’da kalmasını da menfaatlerine uygun görmüşlerdir.

Kısacası Balkan Harbi süresince yaklaşık iki yıl içerisinde 10 (on)’un üzerinde ittifak kurulmuş ve değişmiştir.

Yorum Yapın

Navigate