TÜRK-İSLAM DÜNYASI ARTIK UYANMALIDIR

İBRAHİM HALİL SİPAHİ

Siyonistlerin kontrolündeki Küresel Sermayenin, Türkiye ve İslam coğrafyasında, emperyalist ve Siyonist emellerini gerçekleştirmek için yüz yıldan fazla bir zamandır bu coğrafyada ortaya koydukları kirli planlar, çeşitli entrikalar geride kan, gözyaşı, yiten milyonlarca savunmasız masum insan, yıkılan yurtlar, parçalanan devletler, kaybolan umutlar, ümitsiz bir gelecek bırakmıştır. 

 

Türk ve İslam Coğrafyasının Emperyalistler İçin Cazibesi

Türk ve İslam coğrafyasının enerji kaynakları göz kamaştırıyor. Bu yüzden enerji kaynaklarının bulunduğu coğrafyada yaşayan Müslüman milletlerin uyanmaması, bölgede sürekli bir kaos, birbirleri ile vuruşturularak can pazarına düşmesi ve uyutulması gerekiyor.

Türk-İslam dünyası yaklaşık 1.5 milyarlık nüfusu, sahip olduğu yer üstü ve yer altı zenginlikleri ve coğrafyasının stratejik önemi ile büyük bir güçtür. Bu nedenle Türk-İslam dünyasının geleceğinin dünya barışını ve güvenliğini doğrudan ilgilendirdiği, günümüzde pek çok akıl sahibi tarafından bilinmektedir. İslam dünyasının başını kaldırması, düştüğü bu tuzaktan kurtulmak için birlik olması değerleri ve ziynetlerine sahip çıkması emperyalist batının sömürgeci ve zalim planlarını altüst edebilir. Bunun için böl, parçala ve yut politikası emperyalizmin en büyük aracıdır.

 

Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP) ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)

Birinci dünya savaşından sonra yapılan antlaşmalar ile Osmanlı Türk Cihan İmparatorluğunun hâkimiyeti altındaki Türk ve İslam beldeleri emperyalistlerin kontrolü altıda irili, ufaklı sözde müstakil, özünde ise birer sömürü devleti haline getirilmiştir.

Yüzyıl önce çizilen sınırlardan rahatsız olan ve bu coğrafyadaki yer altı zenginlerinden gözleri kamaşan Batılı emperyalistler, gözünü yeniden bu coğrafyaya dikmiştir. Bölgeyi yeniden dizayn etmek, Siyonist Yahudi topluluğunun Arz-ı Mev’ud hayallerini gerçekleştirmek üzere, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP) ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’ni gerçekleştirmek için yeniden harekete geçmişlerdir.

Balkanlar ve kuzey doğuda Sovyet Rusya himayesi, Afrika’da Haçlı, doğu ve Arap yarımadasında ABD ve İngilizlerin kontrolüne giren, Türk ve İslam devletleri. Yine bu emperyalist ve Siyonist güçlerin atadıkları kral ve diktatörler vasıtasıyla buraları bir yandan sömürmüş diğer yandan inanç ve kültür baskısı atında içten bölücülük faaliyetleri yürütmüştür. Suni idealler ortaya süren terör örgütleri türeterek, İslam coğrafyasına korku, vahşet salarak kan deryasına döndürmüşlerdir.

 

İslam Coğrafyası Yangın Yeri

İslam coğrafyasında yakın tarihte, İran-Irak Savaşı, Pakistan-Bangladeş Savaşı ve Irak’ın Kuveyt’i işgali, gibi Müslüman ülkeler arasında geçen savaşlar ile Afganistan, Yemen, Lübnan, Irak ve Cezayir gibi Müslüman ülkelerde çoğu etnik ve siyasi sorunlar nedeniyle iç savaş ve çatışmalar yaşanmıştır.

Etnik ve mezhepsel çatışmaları esas alan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Osmanlı Türk coğrafyasını büyük bir yangın yerine dönüştürmüştür. Yangın sadece bizim yakın çevremizle sınırlı değildir. Birlik, beraberlik, kardeşlik ruhunu kaybetmiş tüm İslam dünyasını kapsamakta, yakmaktadır.

Emperyalist batının desteği ile 18 Aralık 2010 tarihinde “Arap baharı” adı altında Tunus’ta başlayan daha sonra Mısır, Yemen, Bahreyn, Tunus, Cezayir, Ürdün ve Suriye’ye sıçrayan iç çatışmalar, burada iktidarları devirmiştir. Suriye’deki iç savaş ise, halen devam etmektedir. Müslüman ülkelerin kendi aralarındaki savaşlar ve kendi iç çatışmalarında, bir buçuk milyonu Irak’ta olmak üzere milyonlarca Müslüman hayatını bir hiç uğruna kaybetmiştir. Suriye, Filistin ve Myanmar’da her gün yeni canlar yitmeye devam etmektedir.

 

Emperyalist ve Siyonistler Vuruyor, NATO, BM Seyrediyor

İkinci Dünya Savaşından sonra Sovyet Rusya ve doğu blok’una karşı kendilerini koruyacak bir güç birliği oluşturup, aralarına doğu karakolu olarak kullanmak üzere Türkiye ve İslam ülkelerinden bazılarını da dâhil ederek kurulan NATO ve kapsamı genişletilmiş Birleşmiş Milletler Topluluğu (BM) sadece emperyalist Batı dünyasının güvenliği ve çıkarlarını korumakla meşgul oluyor. Türk ve İslam dünyasında, yaşanan olaylara seyirci kalan, BM ve NATO, bugün de Trump’ın BM kararına aykırı olarak Kudüs’ü, İsrail’in başkenti olarak tanıdıkları ilanı karşısında da, hala sessizliğini korumaktadır.

 

Filistin’in İşgali ve Filistin İsrail Çatışması

İsrailoğulları için vaadedilmiş topraklar olarak nitelendirilen Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurma fikri, 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde toplanan, “Birinci Siyonizm Kongresi” ile gündeme gelmiştir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında da Osmanlı idaresinde olan Filistin ve çevresi, İngiltere’nin desteklediği Arap güçlerin İngilizlerle birlikte Osmanlıya karşı mücadelesi neticesinde Osmanlı hâkimiyetinden çıkması, savaşın sonunda İngiltere’nin bölgeyi işgali ile neticelenmiştir. Sonrasında 25 Nisan 1920’de alınan Milletler Cemiyeti kararıyla bölgenin “manda idaresi” için İngiltere’ye yetki verilmiştir.

Bu değişim döneminde üç söz verildi:

– 1916’da Mısır’daki İngiliz idarecisi Sir Henry McMahon, Osmanlı’nın Arap illerinde Araplara bağımsızlık sözü vermişti.

– Bununla beraber galip devletler Fransa ve İngiltere arasında gizlice imzalanan Sykes-Picot Antlaşması, bölgeyi bu ülkeler arasında ikiye bölüyor, Filistin’de ise uluslararası idare kurulması öngörülüyordu.

– 1917’de, İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Filistin’de Yahudi halkları için bir vatan kurulması sözü verdi.

İngiltere mandası altındaki Filistin’e Siyonist proje kapsamında yüzbinlerce Yahudi göç etti. Bu da Arap topluluklarda öfkeye, isyana yol açtı.

Siyonistlerle Araplar arasındaki düşmanlık, Ağustos 1929’da kanlı çatışmalara dönüştü. 133 Yahudi, Filistinliler tarafından öldürüldü. İngiltere polisi de 110 Filistinliyi öldürdü.

Arapların tepkileri, 1936’da, geniş çaplı uygulanan genel grevle birlikte sivil itaatsizliğe dönüştü.

Filistin topraklarında her geçen gün artan Yahudi nüfus Filistin halkı üzerindeki baskısını arttırdı. Filistin’i 1920’den beri işgal eden İngiltere, Siyonist-Arap sorununu çözme sorumluluğunu 1947’de Birleşmiş Milletler’e devretti. BM’nin kurduğu özel komite, bölgeyi Filistin ve Arap devletleri arasında bölmeyi önerdi. Arap Yüksek Komitesi diye anılan Filistinli temsilciler, teklifi reddederken, Yahudi temsilciler kabul etti.

Paylaşım planı, Filistin’in yüzde 56,47’sini Yahudi devletine, yüzde 43,53’ünü de Arap devletine bırakıyordu. Kudüs ise uluslararası bir idare altında olacaktı. 29 Kasım 1947’de BM Genel Kurulu’nda 33 ülkenin oyuyla plan onaylandı. 13 ülke karşı oy vermiş, 10 ülke de çekimser kalmıştı. Filistinlilerin reddettiği plan hiç uygulanmadı.

İngiltere, 15 Mayıs 1948’de, Filistin’deki manda idaresine son verme niyetini ilan etti. İngiltere halkı, askerlerinin ölümü nedeniyle Filistin’de İngiliz varlığına karşı çıkmaya başladı. Ayrıca İngilizler, ABD’nin daha fazla Yahudi mültecinin buraya kabul edilmesi için uyguladığı baskıya öfkeliydi. Bu da Siyonizm’e ABD desteğinin artışının işaretiydi.

Hem Arap hem de Yahudi taraflar, yaklaşan savaş için güçlerini seferber ediyordu. Yahudi milis güçlerinin Arap köylerinde “temizlik” operasyonları1948 yılı Aralık ayında başladı.

 

14 Mayıs 1948: Yahudi Devleti’nin Kurulduğu İlan Edildi

Filistin topraklarını işgal eden Yahudiler 14 Mayıs 1948’de Tel Aviv’de İsrail devletini kurduklarını ilan etti. İsrail Devleti, 2 bin yıldır kurulan ilk Yahudi devletiydi.

İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarında Müslüman halka yaptığı zulümle mücadele ve İşgal edilen toprakların yeniden kazanılması için 1964’te Kudüs’te Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kuruldu. FKÖ Arap devletleri tarafından hemen tanındı. İsrail’in Filistin’deki işgal ve zulmünden dolayı Arap komşuları ile anlaşmazlıkları hat safhaya gelindiği 1967 yılında İsrail-Arap savaşları başladı. O tarihten sonra İsrail’in Filistin dışında Lübnan, Mısır, Irak, Suriye ve Ürdün ile savaşlar yaşandı. İsrail Filistin çatışması 1988’den sonra belirli zamanlarda defalarca barış sürecine girilse de İsrail’in Filistin toprakların tamamına yönelik emelleri nedeniyle halen devam etmektedir.

 

Kur’an’da Yahudiler

Malûm olduğu üzere, Kur’an-ı Kerim’de Yahudilerle alakalı değişik birçok ayette genel olarak Yahudilerin Allah’ın ayetlerini ve Peygamberleri inkar eden, isyancı, bencil, haksız, egoist özellikleri, yapısı, karakteri, fiilleri bizlere anlatılmaktadır. Yahudi’de ırk ve din, adeta bütünleşmiştir. Yahudi olmayan Musevî ve Musevî olmayan Yahudi, hemen hemen yok gibidir. Cenab-ı Hak da bu kavmi lanetlediğini açıkça ifade etmektedir. “Onların üzerine horluk ve yoksulluk yüklendi. Allah’ın gazabına uğradılar. Bu Allah’ın ayetlerini inkâr ettiklerinden ve haksız yere Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. Şuayb gibi Peygamberleri öldürerek isyan etmelerinden ve aşırı gitmelerindendir.” (1)

1986 yılında Tercüman Gazetesi yazarı Ergün Göze’nin, İsrail Devleti’nin o günkü başbakanı Şimon Perez’e “Kur’an-ı Kerim, sizin devletinizin yıkılacağından haber veriyor” diye yaptığı hatırlatmaya Perez, “Kur’an’ın bahsettiği Müslümanlar gelsin, düşünürüz.” şeklinde ilginç bir cevap veriyor.

Gerçekten de bugün, Kur’anı Kerim’in bahsettiği Müslüman olmanın zamanıdır.

 

Trump’ın Kudüs Kararı

Siyonist İsrail işgal çetesi, hiçbir meşru dayanağı olmamasına rağmen, 69 yıldır bu coğrafyada, dünya şer güçlerini de arkasına alarak, kan ve gözyaşı döküyor. ABD başkanı Trump, üç semavi dinin ortak kutsalı, İslam’ın üç kutsal mescidinden biri ve ilk kıblemiz olan Mescid-i Aksa’nın bulunduğu mukaddes Kudüs’ü, uluslararası hukuku hiçe sayarak, 5 Aralık 2017’de İsrail’in başkenti olarak dünyaya ilan etme aymazlığını göstermiştir.

Filistin’in direnişi karşısında acziyetini, Trump’un bu aymazca kararının arkasına sığınarak aşmaya çalışan Siyonist İsrail, Filistin halkına orantısız güç kullanarak, Müslüman kanı dökmeyi fırsat görüyor. Bu insanlık dışı muamele, Siyonistler için adeta susuzluklarını giderdikleri bir pınar, kapalı havada oksijen etkisi yapıyor.

 

Türk ve Müslüman Devletler Bölünmüştür

Bundan bin dört yüz yıl önce Hz. Peygamberin ayrılık ve gayrılığı bitirdiği, İslam’ın din kardeşliği ve ümmet olma vasfı ile bir araya getirdiği birlikteliği, sonrasında sağlamlaştıran ve kontrol eden Osmanlı devletinin yıkılışı ile Müslümanlar arasındaki birliktelik her geçen gün parçalanarak dağılmıştır. Sovyet Rusya’nın dağılması ile bağımsızlığına kavuşan Türk devletlerinin bir araya gelemeyişi, bu müstakil Türk devletlerine sahip çıkması ve “Türk Birliğini” sağlaması beklenilen Türkiye’nin gereken yakınlığı ve çabayı gösteremeyişi, Müslüman Türk dünyasını birbirinden ayrı tutmuş, aynı zamanda İslam dünyası ile bütünleşmesinden alıkoymuştur.

Çeçenistan, Kırım, Doğu Türkistan, Filistin, Irak ve Suriye Türkmenleri, Myanmar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin durumu ve daha birçok İslam ülkesinde yaşanan sıkıntılar çözüm beklemektedir.

Bu parçalanma, ayrı-gayricilik ve Türk-İslam dünyasının kendi içinde birlikteliğini sağlayamamış olması ile birçok Müslüman ülkenin yalnız kalmasına, geri kalmasına sebep olmuştur. Türk-İslam Dünyası geniş maddi kaynaklarına ve insan potansiyeline rağmen bilimde, teknolojide, sanatta ve eğitimde istenen seviyeye gelememiş emperyalist Batı’ya muhtaç ve köle olmuştur.

Türk-İslam Dünyasında ülkeler arasındaki ayrı-gayriyi giderecek, anlaşmazlıkları çözecek, sosyal, siyasi ve ekonomik işbirliğini sağlayacak bir merkeze ivedilikle ihtiyaç vardır.

Türk ve İslam Dünyası artık uyanmalıdır. Bir an evvel bir araya gelecek atılımları yapmalı ve geleceğine sahip çıkmalıdır. Bunun yolu da “Türk-İslam Birliği”nin kurulmasından geçmektedir.

 

Türk ve İslam Dünyası Neden Bu Hale Geldi?

Türk ve İslam coğrafyasında yaşanan ve yüz yılı aşan kaos’un, akan kan, dökülen gözyaşlarının en önemli sebebi; Müslümanların, üzerlerine farz kılınarak yüklenen ilahi emrin ve sorumluluklarının yükümlülüklerini yeni getirmemeleridir. Allah CC. Müslümanlara birlik olmalarını emretmiştir. Allah CC yüce kitabında “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.”(2) diye buyurmasına rağmen Müslümanlar, emperyalist Hıristiyan Haçlı topluluğunun, aralarına yerleştirdikleri ajanların oyunlarına gelmiş. Birbirleri ile nizaya düşmüşler, hem kendi topluluklarına, hem de Osmanlı’ya sırt çevirmişlerdir. Oysa ki, Allah CC Müslümanları; Hıristiyanlar, Yahudi toplumu ve inkarcılara karşı uyanık olmaları için “Hıristiyan ve Yahudileri dost edinmeyin, onlar birbirinin dostlarıdır, sizden kim onları dost edinirse, muhakkak o da onlardandır” (3) ayeti ile uyarmasına rağmen. Üstelik “Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın” (4) ayeti ile de onlarla mücadele etmelerini, emretmesine rağmen, Müslümanlar bu ilahi emirleri, yerine getirmemişlerdir.

Bu sorumsuzluklar, beraberinde ayrılıkları, bölünmeleri, dağılmaları tetiklemiştir. Bundan mütevellit bugün, İslam’ın tüm dünyaya yayılmasına vesile olan Osmanlı Türk Cihan İmparatorluğunun, bir zamanlar hâkimiyeti altında bunan topraklarda, Siyonizm ve Haçlı zihniyetine sahip emperyalist batılı zalimlerin, Türkler ve Müslümanlar üzerindeki emperyalist baskıları ve soykırımı, şiddetini arttırarak devam etmektedir.

 

Türk-İslam Birliği İvedilikle Kurulmalıdır

Türk-İslam dünyasının dört bir yanında birbirinden son derece farklı dini yorumlar, görüşler ve modeller hâkimdir. İslam’ın doğru anlaşılması, yaşanabilmesi için öncelikle bir “İslam Rönesansı”nı gerçekleştirmek gerekmektedir. Ardından Türk-İslam dünyasında dini ve sosyal konularda birlik oluşturacak bir merkez kurulmalıdır. 56 Müslüman ülkenin bir arada olduğu “İslam İşbirliği Konferansı” bu konuda yetersiz kalmaktadır. Bütün Türk-İslam dünyasının sorunları ile ilgilenip bu sorunlara çözüm üretecek daha kapsamlı bir birliğe ihtiyacı vardır.

Osmanlı Türk Cihan Devleti’nin devamı ve mirasını devralan Türkiye bu konuda tarihi sorumluluğundan artık daha fazla kaçamamalıdır. Türk ve İslam dünyası “Türk-İslam Birliği’nin kurulması için Sovyet Rusya’dan ayrılan Türk devletlerinin uzun zamandır yaptığı çalışmalara Türkiye’nin dâhil olarak önderlik yapmasını beklemektedir. Türkiye bu tarihi sorumluluktan daha fazla kaçmamalıdır.

Türk İslam Birliğinin kurulması için önderlik yapması beklenen Türkiye’nin bir an evvel AB’nin kapısının önünde yatağını kaldırması, Türk-İslam coğrafyasını yeniden şekillendirmeye ve kaynaklarını kullanma projesi olan BOP’un eşbaşkan’lığını bırakması gerekmektedir. Dünya liderliğinin kapısı önce Türk ve İslam Dünyasının liderliğini kazanmakla açılır.

Türkiye kırk yıldır, örfünden, kültüründen, geleneklerinden vazgeçerek, AB’nin her isteğini emir telakki ederek harfiyen uygulamakta olmasına rağmen kurucu on iki ülkenin teminat altında olan bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ayrıcalıklarını da istifade edemeyeceği, sadece katılımcı ülke statüsünde içerisinde yer alabileceği AB üyeliği için; Türk ve İslam ülkeleri ile arasında kültürel, ekonomik, siyasi ve diplomatik ilişkilerini rölantiye almıştır.

Türkiye, Türk ve İslam dünyasına önderlik yaparak dünya coğrafyasının en stratejik ve enerji kaynaklarına sahip bölgeyi, Dünya’nın en gelişmiş bölge konumuna getirebilir. Bir kez daha ifade etmeliyiz ki, Dünya liderliğinin yolu Türk-İslam dünyasının liderliğinden geçmektedir.

 

……………..

  1. Bakara/ 2; 61
  2. Ali-İmran/ 3; 103
  3. Maide/5 ; 51
  4. Enfal/ 8; 39

Yorum Yapın

Navigate