RABBİMİZ BUYURUYOR: “HAİNLİK EDENLERİ SAVUNMA”

Nisa Suresinde insanların arasında meydana gelen anlaşmazlıklar, davalar, tartışmalar karşısında Hz. Peygamber’in ve daha ziyade onun şahsında ümmetinin takınması gereken tavır, oynaması gereken rol ve uygulaması gereken muamele şekli açıklanmaktadır.

Bu âyetlerin gönderilmesinin şöyle özel bir sebebi olduğu bildirilmektedir

Rifâa b. Zeyd isimli sahâbî, yabancı tâcirlerin Medine’ye getirdikleri has undan bir miktar satın almış ve bunu, içinde silâhlarının da bulunduğu evin sofasına koymuştu. Şehirde kötü şöhreti olan Übeyrık ailesinden biri gece sofaya girmiş, unla birlikte Rifâa’nın silâhlarını da çalmıştı. Rifâa durumu farkedince -bu hadiseyi rivayet eden- yeğeni Katâde b. Nu‘mân’a gelip olayı haber verdi.

Katâde gerekli araştırmayı yapıp Übeyrık ailesine ulaşınca onlar suçu Lebîd isimli mâsum bir Müslüman’ın üzerine attılar. Lebîd kılıcını çekip üzerlerine yürüyerek, “Ben çalmışım ha! Vallahi ya gerçek hırsızı haber verirsiniz ya da şu kılıcımla sizi doğrarım!” deyince onu suçlamaktan vazgeçtiler.

Mağdurlar araştırmaya devam ederek hırsızın Übeyrık ailesinden olduğuna kesin kanaat getirdikten sonra Resûlullah’a başvurdular. Hz. Peygamber “Gerekeni yapacağım” cevabını verdi.

Übeyrık ailesi durumu öğrenince kurdukları planın gereği olarak, uygun birini Resûlullah’a gönderip iftiraya uğradıklarını, ortada bir delil bulunmadığı halde Katâde tarafından hırsızlıkla suçlandıklarını bildirip yakındılar.

Katâde durumu öğrenmek üzere gelince Resûlullah ona, “Bana Müslüman ve suçsuz oldukları söylenen kimseleri, elinde bir delil olmadığı halde hırsızlıkla suçladın!” diyerek serzenişte bulundu.

Katâde olup bitenden son derecede üzüntü duyarak amcasına geldi ve durumu anlattı. Rifâa “İşimiz Allah’ın yardımına kaldı” cevabını verdi. Bu olay üzerine Nisa Suresinin şu ayetleri nazil oldu:

Kendilerine Hainlik Edenleri Savunma. Zira Allah, Hiçbir Haini, Hiçbir Günahkârı Sevmez

“(Ey Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana öğrettikleri ile hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma. Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Kendilerine hainlik edenleri savunma. Zira Allah, hiçbir haini, hiçbir günahkârı sevmez.

Bunlar, insanlardan gizlenmeye çalışırlar da Allah’tan gizlenmezler. Hâlbuki Allah, geceleyin, razı olmayacağı sözleri kurarlarken onlarla beraberdir. Allah, onların yaptıklarını (ilmiyle) kuşatmıştır.

İşte siz öyle kimselersiniz (ki, diyelim) dünya hayatında onları savundunuz. Ya kıyamet günü onları Allah’a karşı kim savunacak, yahut kim onlara vekil olacak?

Kim bir kötülük yapar, yahut kendine zulmeder, sonra da Allah’tan bağışlama dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur.

Kim bir günah kazanırsa, onu ancak kendi aleyhine kazanmış olur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Kim bir hata işler veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur.

(Ey Muhammed!) Eğer Allah’ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya çalışırdı. Hâlbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana kitabı (Kur’an’ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.” (1)

Hain ve Haksız Olanlar Savunulmamalı

Kur’ân-ı Kerîm, kitapta gösterilen usule göre ve hükümlere uygun olarak hükmedilmesini istiyor, mahkemeye getirilen davalarda hain ve haksız olduğu anlaşılan tarafı tutmamak ve savunmamak gerektiğini bildiriyor; bir suç veya günah işleyenin bunu başkasına atmasını, iftira ve bühtanda bulunmasını yasaklıyor; Peygamberler dahil insanların bilgilerinin yeterli olmadığını, Allah’ın bildirdiklerine muhtaç bulunduklarını açıklıyor…

Bütün bunları bilme, anlama ve yeri geldiğinde hadiselere uygulama hususlarında Hz. Peygamber yanılmaz. Allah bunları göstermiştir, bildirmiştir, o da bunlara göre hükmeder. Söz konusu hırsızlık olayında da bu kurallar geçerlidir. Sıra hırsızın kim olduğunu tespite gelince Kur’an bunu bildirmez; Hz. Peygamber de -mûcizeler bir yana- kaide olarak bu konuda vahiy yoluyla elde ettiği bilgiye dayanmaz; herkes için geçerli olan ispat vasıtalarına, objektif verilere dayanır ve bunlara bağlı olarak da yanılabilir. Meselâ yalancı şahitlere dayanarak veya haksızın güçlü savunmasının etkisi altında kalarak hatalı bir hüküm verebilir, Übeyrık’ın oğlu yerine kendisine iftira atılan Lebîd veya onun gibi bir suçsuz aleyhine hükmedebilir. Ancak bu hükümden dolayı, diğer bütün hâkimler gibi o da sorumlu olmaz; üstelik vazifesini, yukarıda açıklanan mânada Allah’ın gösterdiği gibi yaptığı için ecir de alır. Bütün vebal ve sorumluluk onu ve hâkimleri yanıltan hainlere, hakka ve emanete hıyanet edenlere ait olur. Bu hususu canlı ve etkili bir ifade ile bizzat Hz. Peygamber şöyle açıklamıştır:

“Ben ancak bir beşerim ve siz bana davalarla geliyorsunuz. Olur ki biriniz delilini daha güzel ifade eder de ben, ondan işittiğime dayanarak lehinde hükmederim. Her kime, kardeşine ait bulunan bir hakkı hükmederek verirsem sakın onu almasın; çünkü ona ateşten bir parça vermiş olurum!” (2)

“Hainlerden taraf olmak, onları savunmak” yasaklanıyor, Nisa 109. âyette de “Kıyamet günü Allah’a karşı onları kim savunacak yahut onlara kim vekil olacak?” diye soruluyor. (3) 

Müslümanlar İnançlarındaki Samimiyeti Yeniden Test Etmelidir

Bir olay üzerine nazil olan bu ayetleri tarihte yaşanmış ve o günleri ilgilendiren bir ayet olarak mı göreceğiz? Bu ayetler; günümüzün Müslümanlarına günlük hayatlarında karşılaştıkları problemler karşısında nasıl bir tavır sergileyeceklerini bildirmiyor mu?

Karar mekanizmasında olanların, yöneticilerin haklıyı haksızdan ayırmak, masum ve savunmasız insanları güçlüler karşısında korumak için gayret göstermesini istemiyor mu?

Müslümanların hainler tarafını tutmasını ve hatta hainleri savunmalarını yasaklamıyor mu?

Rabbimizin emri açık olmasına rağmen Müslümanlar neden birbirleri ile nizalaşıyor, birbirlerinin hak ve hukuklarına saygı göstermeden iftiraya varan suçlamalarda bulunabiliyorlar?

Rabbimizin emir ve yasakları konusunda Müslümanlar, mü’min olmanın şuuru ile beşeri ve sosyal münasebetlerini yeniden gözden geçirmelidirler.

 

……………

  1. Nisa/ 4; 105-113
  2. Buhârî, ‘Şehâdât’, 27; Müslim, ‘Akzıye’, 4
  3. Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur’an Yolu

Yorum Yapın

Navigate