Şairlerin En kahramanı

Abdullah b. Revaha Peygamberimizin en seçkin şairlerindendi. Müşriklerin cehaletlerini yüzüne vurmaktan, putlarını kınamaktan çekinmezdi. Onun bu hali Peygamberimizin çok hoşuna giderdi. O kılıcı kadar sözü de keskin olan bir kahraman, gerçek bir yıldızdı.

İlk Akabe Biatı on iki kişiyle yapılmıştı. Daha sonraki sene bu sayı yetmiş beş kişiyi bulmuştu. Bu kutlu insanlar içinde Abdullah da vardı. II. Akabe Biatı onun eski hayatından tamamen sıyrılarak imanla şereflendiği zamandı.

  1. Akabe Biatında çok şeyler konuştular, sapasağlam söz verdiler, kavilleştiler, kavillerinden dönmemesine.

Ebu Heysem adındaki bir zat Peygamberimize:

“Ya Resulallah! Bizimle Yahudiler arasında bir anlaşma var. Biz buradaki anlaşmayla önceki anlaşmamıza ters düşmüş olmuyor muyuz? Allah seni muzaffer kıldıktan sonra Mekke’ye kavminin yanına döner, bizi yalnız bırakırsan halimiz nice olur?” diyerek sorular soruyordu.

Peygamberimiz tebessüm ederek:

“Benim kanım sizin kanınızdır. Siz kanınızı akıtırsanız ben de kanımı akıtırım. Zimmetim zimmetiniz, hürmetim hürmetinizdir. Ben sizdenim, siz bendensiniz. Siz kiminle savaşırsanız ben de onlarla savaşırım, siz kiminle barışık olursanız ben de onlarla barışırım.” buyurdu.

Soruların ardı arkası kesilmiyordu. Abdullah b. Revaha ayağa kalkarak Ebu Heysem’e:

“Biz Allah’tan ve Resulullahtan geleni kabul ettik. Ey Ebu Heysem sen şöyle kenara çekil, biz Peygamberimize biat edeceğiz.” dedi. Böylece II. Akabe Biatı yapılmış oldu.

“Gel Bir Saat İman Edelim”

Abdullah b. Revaha arkadaşlarından birine “Gel bir saat iman edelim.” demişti. Onu tanıyanlar bu sözün derinliğini anlar, niyetinden şüphe etmezlerdi. Bu söz Peygamberimize bildirildi, hatta şikâyet konusu yapıldı. “Biz zaten iman etmedik mi? Gel bir saat iman edelim ne demek?” diye soranlar oldu. İki cihanın güneşi şairini savundu ve “Abdullah boş söz sarf edecek bir kimse değildir. Abdullah meleklerin bile iftihar ettiği ilim meclislerini sever.” buyurdu. Böylece tefekküre dayanan ilmi sohbetler için cemiyetleşmenin de temelleri atılmış oluyordu. Günümüzdeki ilmi konferansların temellerinin atılmasında şair Abdullah’ın öncü olarak katkı sunduğunu söylesek yanılmayız diye düşünüyorum.

Hem Kültür Savaşçısı, Hem de Mücahit

Kaleminin keskinliğiyle Müslümanları coşturan şiirler yazan Abdullah sadece şair değildi. Kalemi kadar kılıcı da keskindi. Bedir Savaşı’nda, Uhud ve Hendek muharebesinde bulunan şair Abdullah’ın kahramanlığını sergilediği savaş Mute harbidir. Mute’nin kendisi baştanbaşa bir destandır ve bu destanı yazan kahramanlardan birisi de şair Abdullah’tır.

Çağımız entelektüelinin gerçek manada aydın sayılabilmesi için “aksiyon sahibi de olması gerektiği” söylenir. Masa başında şiirler yazarak aydın olunamayacağı malumdur. M. Akif’siz Milli Mücadele, Muhammed İkbal’siz Pakistan düşünülemez. Neden? Çünkü onlar sadece şiir yazmadılar, cephenin neresinde ihtiyaç varsa oraya koştular. İman cephesindeki hünerlerini siperlerde de gösterdiler. Belki onlar da Revaha oğlu Abdullah’ı kendilerine yıldız yapmışlardı. Hz. Peygamberin iltifat ettiği, sahip çıktığı şair olmayı kim istemez ki?

Mute’nin Kahraman Şairi Can Pazarında

Peygamberimiz Haris b. Umeyr’i bir mektupla Rum Kayser’ine göndermişti. Şam valisi, Umeyr’i şehit etti. Bunun üzerine üç bin gönüllüden oluşan bir birliği sefere çıkardı. Çünkü Peygamberin elçisini öldüren cezasız kalamazdı. Bir Peygamber kendisine karşı işlenen her suçu bağışlayabilirdi ama temsilcisini şehit edenleri affetmezdi. Onun bir arkadaşı cihana bedeldi çünkü.

Sefere çıkan ordunun başına Zeyd b. Harise’yi kumandan tayin etti. Sancağı ona verdi ve şehit olursa Cafer’e, o da şehit düşerse Abdullah’a vermesini istedi. Abdullah da şehit olursa “İçinizden birini kumandan seçin.” buyurdu…

İslam ordusu Şam’a kadar hiç durmadı. Şam’a varınca Bizans’ın yüz bin kişilik ordu hazırladığını öğrendiler. Derhal istişare yapıldı. Tarihi bir kanar anındaydılar. 

Tarihi Karar Anlarında Şairler

Bazı anlar vardır. İnsanların çil yavrusu gibi dağıldığı, her şey bitti diyerek kaçtığı, kendine bile sırt döndüğü fetret zamanlarında yiğit bir sese, kararlı bir duruşa ihtiyaç vardır. Mute savaşında da böyle bir durum söz konusu oldu. Yüz bin kişilik Bizans ordusunun hazırlandığını haber alanlardan bazıları “Peygamberimize düşman sayısının çok fazla olduğunu bildirelim. Ya bize yardımcı kuvvet gönderir, ya da ne yapacağımızı bildirir.” diyorlardı. Bir çözülme anıydı sanki… İşte o anda Revaha oğlu Abdullah ayağa kalktı ve insanların yüreklerinde mücadele ateşini tutuşturan şu tarihi konuşmayı yaptı:

“Ey Allah Resulünün arkadaşları! Bu sefere niçin çıktığımızı unutmuş gibisiniz. Hepimiz biliyoruz ki ya kahramanca savaşıp zafer kazanacağız ya da Allah için şehit olacağız. Bu mertebelerin ikisi de bizim için şereftir.

Kardeşlerim! Unutmayınız ki biz düşmana karşı sayı ve silah çokluğu ile savaşmıyoruz. Cenab-ı Hakkın lütfettiği iman gücüyle er meydanına atıldık. Allah’tan iki şey dileyelim: Ya gazilik! Ya şehitlik!”

Bu tarihi konuşmadan sonra  Revaha oğlu doğru söylüyor.” diyen harp meydanına koştu.

“Sancaklar Düşmeyecek!”

Peygamberimizin haber verdiği gibi Zeyd ve Cafer şehit oldu. Sancak Abdullah’taydı. Bir ara ağır yaralandı. Amcasının oğlu “Üç günden beri bir şey yemedin. Şu et yemeğini ye de biraz güçlen.” dedi. Önce yemek yemeyi düşündüyse de vazgeçti ve “Arkadaşların harp meydanındayken sen hâlâ yemeyi, içmeyi, dünyayı düşünüyorsun.” diyerek kendini ayıpladı. Ayağa kalktı, savaşmaya devam etti ve şehit oldu. Can pazarında bile dünya insana kancayı takıyor demek ki. Peygamber şairinin bir anlık tereddüt yaşamasına sebep olan dünyayı tekmeleyebilir, onu aradan çıkarırsak, “Sancaklar düşmeyecek”, zafer kapıları ardına kadar açılacak demektir.

Bir şairin en büyük isteği ne olabilir? Bu soruyu da gelecek sayıda cevaplandırmaya çalışalım…

Yorum Yapın

Navigate