Günümüzün esas sorunlarından birisi; kötülükle, batılla Mücadele’ye ihtiyaç olmadığını düşünen milyonlarca “Müslüman”ın varlığıdır. Belki de daha doğrusu kim olduğunu unutan, mücadeleyi, yaşam amacını görmeyen milyonlardır. Sorunların varlığını kabul eden sayısı bile her geçen gün azalıyor. Bir zamanlar mücadele edenlerin öz evlatları bile davadan uzaklaşıyor, yolunu kaybediyor.
Asırlardır süren esaretten, işgallerden, yıkılan devletlerden ve kaybedilen milyonlarca kilometrekare secdeli topraklardan daha dehşet verici olanı da ölüm uykusunda cellatlarına aşık olan ve onlara benzemeye çalışan insanların varlığıdır.
Gün gelir esaret zincirleri kırılır, töre unutulmamışa Türk, devletini yeniden kurar, işgal altındaki topraklar geri alınır, şehitler zaten diri. Olan vazgeçene olur…
Her ne kadar can yakıcı olsa da mesele doğru şekilde ortaya koyulmazsa çözüm imkânı da olmayacaktır. Mesele; Dava’nın unutulmakta olmasıdır.
Meseleleri teşhis edebilecek entellektüel yeterlilikte olanların halka yeterince ulaşamadığı, halkın diliyle konuşmadığı ortada. Halka ulaşan, ulaşması sağlanan fikirler; ya hatayı kendi öz değerlerinde yani İslâm’da, Türk olmakta gören, Batı hayranı, kompleksli düşünceye sahip sözde aydınlar ya da Batı medeniyetinin geçici üstün halinin sebeplerini göremeyen, kendisini hatasız sayıp dev aynasında gösteren yanıltıcı fikirler üreten düşünürlerdir.
İkinci gruptakiler, genellikle gerçekleri ve sorunları görmeyip bir zamanlar yaşanan destansı günleri, kadim masallar gibi anlatmayı tercih eder. Yeni destanlar yazmak için yola koyulmak yerine, bir zamanlar âleme nizam veren ceddin azametli günlerini hayranlıkla yad ederler.
İnsanlığın, İslâm dünyasının, Türk dünyasının talan olmuş parçalanmış, geri kalmış ve sömürülmüş halinden kurtulması için sevilen büyüklerin mezarlarından kalkıp gelmeleri beklenir. Mehdiler beklenir, seçilmişler beklenir. Pek çok Hint ve Grek mitolojisindeki tılsımlı liderlerin beklenişi gibi. Bu hatalı inanış, ölüm uykusunu daha da derinleştirir…
İnsan, İbret Almak İçin Dünyasına Bakınca; Yorgun Gözleri Gerçeği Görüp Kendisine Döner!
Düzen bozuldu! Ölçü şaştı, kimse inkâr edemez. Bilmek gerek ki; insan eliyle bozulan dünya nizamı, kendiliğinden de ıslah olmayacak! Gerçek ve insanca, hakça düzenin yeniden kurulması ancak mücadele ile mümkündür. Adı ne kadar kirletilmeye çalışılırsa çalışılsın, bu mücadelenin adı Cihat’tır!
Batı’nın kültür silahlarının ana unsuru olan sinemalarında ölümle birlikte anılır hale getirilmeye çalışılan “cihat” yani “mücadele” yaşamın ta kendisi ve amacıdır! Unutmamak gerek masum sanat temsilleri diye izlenen her faaliyet ideolojilerin birer silahıdır. Sanat; ideolojinin estetik kimlik kazanmış halinden başka bir şey de değildir.
Cihat; Hakk ile batıl arasındaki mücadelede Hakk’ın yanında olanların ortaya koyduğu, siyasi, psikolojik, kültürel, ekonomik, askeri faaliyetleri kuşatan topyekûn mücadelenin adıdır. En büyük yanılgı; cihadı, siyasetin bir uzantısı olan askeri harekâtlar mertebesine indirgemektir. Mücadelenin yöneticisi sanılanın aksine askeriye değil siyasettir.
İslâm Kavramları Bilinçli Olarak Yozlaştırıldı
1990’lı yıllardan beri yakın çevremizde, sınırlarımızın az ötesinde olan biteni bir hatırlayalım. Batı, kendi yetiştirip görevlendirdiği zalim yöneticileri devirip “demokrasi”yi inşa etmek için milyonlarca insanın, Müslüman’ın kanı ile coğrafyamızda bir petrol bataklığı oluşturdu. Batı’nın elde ettiği, sadece sömürdüğü petrol ve stratejik avantaj değildi. Batı, bu savaş sayesinde İslâm’ın temel kavramlarının ağza alınmaya bile korkulur hale gelmesini başardı.
Sonunda “Cihad” ölüm ile bir anılır oldu. BOP uygulandığından beri Batı’da ve maalesef ülkemizde mübarek “Allah’u ekber” kelamı “Bomb” sesiyle bir halde insan zihinlerine kazındı. Batı’nın son evanjelist kuklalarından Trump, Suriye’deki savaşın yeni safhasını ilan ederken “Cihad’ı durdurduk, halifeyi yendik!” diyordu. Bu çapulcuları kim halife ilan etmişti! İsrail’den aldığı para ve ABD yönetiminden aldığı silahlarla Türkmeneli’nde Müslümanların kanını dökmenin neresi Cihad!
Üzerimize Düşenleri Yaptık mı?
Batılın güncel hizmetkârları elbette üstüne düşeni yapacak ve yapıyor. Peki ya İslâm dünyası, ne zaman uyanacak? Türk Milleti ne zaman uyanacak ve tarihin aklın işaret ettiği, İslâm dünyasına liderlik makamına hakkıyla geçecek? Bu nasıl olmalıdır? Sorumuz budur.
Kim, üzerine düşen her görevi yerine getirdiğini söyleyebilir? Kim, nefsini dünyanın kirinden arındırdığını, her suçtan uzak olduğu söyleyebilir? Kim, gerçek anlamıyla “mücadele” ettim diyebilir.
Gerçek mücadele; yeryüzünde Hakk’ın davasını yaymak için gönülleri fethetmektir. Cihat, kalpleri birleştirmektir. Sahipsiz, umudunu yitirmiş, devrin beyin yıkayıcılarına teslim olmuş, savrulan gençliğin elinden tutmaktır…
Dünyaya tapar hale getirilen, ihtiyaç duymadıklarını tüketmek için gönüllü esaret yaşayan insanı mücadele ile tanıştırmaktır cihat. Cihat, birbirine düşman edilmiş insanları barıştırmak, yeniden kardeş kılmaktır.
Neyi aradığını bilmeden, umutsuzca Hakk’ı arayan insanlığa, umudun ışığını işaret etmektir cihat!
Cihat; İslâm dünyasına sımsıkı bir duvar gibi yan yana, saf tutturmaktır. Yeryüzüne Allah’ın şanını yaymaktır!
Mücadele, emperyalistlerin işgalinden yurdumuzu, secdeli vatan topraklarımızı kurtarmak, milletimizi, tüm esir milletleri, insanlığı özgür kılmaktır!
İslâm’ın özüne geri dönmüş, yalın, saf, katıksız, arı halini insanlığa anlatmaktır görev! Yeni bir rönesanstır bahsettiğimiz!
Kavimlerin akın akın Dava’ya gelişini sağlayıp İslâm’ın şemsiyesinde toplamak, ülkemizi çağın ötesine ilerleyen, medeniyetin miğferi olmasına hizmet etmektir. İslâm’ın barış ve insanlık medeniyetinin; idrak edilen kapitalizm karanlık çağlarının ufkunda bir güneş gibi parlamasına hizmet etmektir cihat!
İnsanın Görevi Mücadeledir!
Her insan, kendisinden öncekilerin de emrolunduğu gibi davasını, hakkı anlatmakla görevlendirilmiştir. Zamanında yaşayanlara ve kendisinden sonra geleceklere. Öyle diyordu ya Resul; “Benden duyduklarınızı aktarın! Umulur ki dinleyen anlatandan daha fazla istifade eder.”
Görevimiz; her gün yeni bir insanın katılmasını sağlayabilecek alicenaplıktaki, herkesin kendisinden bir parça bulup bir katkı sağlayacağı yapıyı en güçlü haliyle tesis etmektir. Görevimiz yolu açmaktır. Mihmandarlıktır. Yolunu kaybetmiş insanları bir araya getirmektir.
Kim Mücadele Edebilir Her Yenilgiye Rağmen!
İsmini kimsenin bilmemesine razı olan, ne makam ne mevki bekleyenlerin kan kusup “kızılcık şerbetindendir!” diyecek yiğitlerin kaldıracağı uzun erimli bir mücadeledir bahsettiğimiz.
Her seferinde, tüm sıkıntılara rağmen yeniden yola çıkılmalı bu uğurda. Bilmek gerek ki; her düşüşten sonra Bir Olan Allah’a teslim olabilenler yeniden ayağa kalkabilir. Daha da güçlenmiş olarak. Çünkü onlar bilir ki; “daima zafer kazanan” ancak Allah’tır. O’nun haricinde yenilgisiz olan, kaybetmemiş olan yoktur. Bize düşen şerefli bir mücadeledir.
Zafer, mücadelede sabredenlere gelecektir. Sabır; umutsuzca beklemek, olduğumuz yerde durmak değildir. Yeniden ve yeniden doğrulmayı, düşüşlerden ders almayı ve cesaretle ilerlemeyi gerektirir. Sonunda erişilen menzilde, tevazu ile bu başarıyı, milletimizin yeni “kardeşlik teşkilatı” olarak milletimize emanet edeceğiz.
Şehit Torunları,
Mücadelecilerin Nesli Nerede!
Nerede Gençlerimiz!
Kim ortaya koyacak gerçek cihadı? Bu çağda batılla, kötülükle kim hakkıyla mücadele edecek. Nerede o mücadeleciler?
Önemli olan fikirler ortaya koyup bir kenara çekilmek değildir. Fikri ortaya koyan mesuldür. Dünya’da hâkim şekilde İslâm akidesinin, öğretisinin doğru hali ile yeniden yaşanır kılınması hedefindeki insanların sistemli şekilde, adım adım ahenk içerisinde hedefe yürütebilmesi sağlanmalıdır.
İnkılâbın nasıl olması gerektiğini Kur’an’dan ve Hazreti Peygamber’in hayatından öğrenmeliyiz. O, en yakınlarından başlayarak, insanların kendilerine has özelliklerini kullanabilecekleri, gelişen bir yapı inşa etmiştir. İçinde bulunulan şartların değiştirilmesini sağlayacak siyasi, ekonomik, askeri üstünlüğü elde etmek için özel ve ari bir nesil yetiştirilmesini beklemedi. İnsanların inanıp karar verdikleri an mücadele edebilmelerini sağladı. Ve bu mücadeleye dahil etmek istediği her bir insana, en yakını bile olsa teklif sundu, anlattı. Hiç kimseyi kendisine olan yakınlık bağı sebebiyle zorunlu inanmış saymadı. Yöntem, sabırla ve yalın şekilde, açıkça davet etmek, görev teklif etmektir. Kimse varlığının önem arz etmediği bir yapıda bulunmayı istemez.
Ülkemizin, Türk İllerinin, İslâm Âleminin İçler Acısı Durumu Karşısında Nasıl Susabiliriz!
İnsanlık dünyevileşme felaketi ile maddeye tapar hale geldi. Bunalımdan bunalıma sürüklenen, din zannettiği kilisecilik sultasından kaçarken, insanı insan yapan değerlerden uzaklaşan Batı insanının problemi apayrı bir konu. Dünya milletlerine eza ve cefa eden hastalıklı Batı düşüncesi, başka milletlerin insanlarını öldürüp sömürürken kendi insanının da yok oluşuna sebep olmaktadır. Batı insanı, bilmese de ancak gerçek İslâm ile tanıştığında huzur bulacak.
Esas konumuz ve önceliğimiz ise Türk Milletidir, Türkiye’dir. Çünkü Türkiye, tarihin kendisini zorunlu olarak konumlandırdığı Türk İslâm dünyasına liderlik makamına, kendisini toparlayarak oturmaz ise coğrafyamızda yaşanan felaketlerin son bulması mümkün değildir. Bahsettiğimiz liderlik, milletin içinden çıkan ve sadece milletine bağlı olanların görev alabilmesine olanak sağlayan gerçek demokrasinin işlemesi ile elde edilebilecektir.
Milletimizin Hali
Türk Milleti, asırlardır Batı’nın telkinlerinin ve akidelerimizi bulandırmasının da etkisiyle; insan üstü yetenekleriyle gelecek, kahraman kurtarıcılar beklenme hastalığındadır. Bu hastalık milletimizi ve İslâm dünyasını her seferinde kukla liderlerin, bilinçli bilinçsiz Batı’ya hizmet edenlerin elinde savrulmasına sebep olmuştur. Milletin gözünü boyamak için kimi zaman din kullanıldı, kimi zaman fazili borça inşa edilen ekonomik refah diye sunulan israf dönemleri. Ancak kurtuluş medeniyetimizin yeniden doğmasındadır. Medeniyetin doğuşuna giden yol mücadelededir.
Bilinçli, stratejisi, metodu ve kadrosu olan, teşkilatlanmış uzun erimli, belki on yıllar sürecek mücadele ve aslımıza dönmek dışında bir çözüm yok!
Çözüm, kavgayı bitirmek ve ortak sözde buluşabilmektedir. Birliği tavsiye edip düşmanlığı ortadan kaldırmaktır. Lüksü şaşayı men edip adaleti, kendisi gibi düşünmeyene müsamahayı sağlamaktır. Fetretten çıkış için yapılması gereken; Abdülaziz oğlu Ömer’in yaptığı gibi “Her gün bir yanlışı yıkıp, bir doğruyu ihya etmek”tedir. Utanç verici korkaklıktan sıyrılıp şerefle ilerlemektedir.
Selâm olsun, yalnızca Bir Olan Allah’ın önünde eğilenlere!
Selam olsun her yenilgiden sonra yeniden ayağa kalkabilenlere!
Selâm olsun! Sabrı ve cihadı tavsiye edenlere!