TOPLUM NEREYE GİDİYOR VEYA BİZ BÖYLE DEĞİLDİK

İKİ HABER VE GELDİĞİMİZ NOKTA

Geçtiğimiz günlerde televizyon haberlerinde, büyük ihtimalle gazete haberlerine de yansımıştır. Televizyonlarda iki habere takıldım kaldım, bir türlü kendime gelemiyorum. Biz ne zaman bu kadar egoist, bencil, pragmatist, merhametsiz, vicdansız olduk Allah’ım.

Bir trafik kazası; genç bir bayan yaşlı bir teyzeye arabasıyla çarpıyor. Çarpılan kadın ağır yaralı ve yoğun bakımda! Normal olarak kazayı yapan, çarpan genç kanının yaşlı kadın için endişe etmesi ve üzülmesi gerekirdi. Yardımcı olmak için çırpınması gerekirdi, bir insana çarptığı için üzülmesi gerekirdi. Peki, ne oldu? Genç kadın, arabasındaki küçücük bir hasar için ağır yaralı kadına beddualar savuruyor. Sebebi arabasındaki küçücük bir hasar.

Genç Kadın yaptığı ayıp yetmezmiş gibi, yaşlı kadın için üzüleceği yerde arabası için üzülüyor ve arabası için tepki veriyor. Yaşlı kadın umurunda bile değil hatta zavallı kadını suçluyor.

ERİK ÇEKİRDEĞİ…

İkinci olay oturmuş erik yiyen çocukların attığı bir erik çekirdeğinin isabet ettiği araba sahibinin çocuğu öldürecek kadar dövmesi ve çocuğu -kastı nedir bilinmez- varsa ormana götürmek istemesi.

Olay ne? Erik çekindiğinin adamın arabasına çarpması! Çocuk öldüresiye dövülüyor. Ne için? Erik çekirdeğinin arabaya geldiği için! Bir küçük hasara bir yaşlı annenin hayatı ve bir erik çekirdeğine geleceği olan on iki yaşında bir çocuğun hayatı…

Kuşlara bile saraylar yapan, ihtiyaç sahipleri için hacet taşları, sadaka taşları yapılan,kurtlar kuşlar aç kalmasın diye dağlara, taşlara ekmek ve yemler bırakan bir milletin evlatları ne oldu da bu kadar merhametsiz, bencil olduk?! Neden bu kadar dünya ve mal düşkünü olduk?

SOSYOLOGLAR…

Elbette bu olaylara sosyologlar bilimsel izahlar getireceklerdir. Elbette Televizyon ekranlarından ağızlarını doldurarak çözümler de üreteceklerdir. Lakin dün Çanakkale’de sadece bir resim gösterdiği,  o yaşasın benim köyde kimsem yok diyerek; kendi elbisesi ile bir düşman askerinin yarasını saran, kendi yarasını otla kapatan bir düşman askerini kendine tercih eden; bir milletin torunları ne ara bu kadar vahşileşti?

Ataerkil bir aile yapısı ile asırlardır ana-baba-çocuklar- torunlar bir arada yaşayan ve her derdine kendisi merhem olan, aç olan komşusu aç olduğu için bir ekmeğini komşusu ile bölüşen ve onunla ortak kaderi paylaşan insanların evlatları ne zaman bu kadar gaddar, acımasız oldular Allah’ım?

GELECEĞİN SİGORTASI EVLATLARIMIZ

Toplumumuzda eskiler sigorta olarak evlatlarını görürlerdi. Çok zaman evlatlarının durumuna göre; “Şu evladım bana bakar, bu evladım bana bakar.”diyerek umut ederlerdi. Çok zaman ve genellikle umutsuz evlatlar bile ana-basanı terk etmez bir arada yaşardı.

Roller belli idi baba ve ana ne kadar yaşlı olursa olsun onlara hürmet edilir, onların sözünden dışarı çıkılmaz; herkes kazancını babanın önüne bırakır ve kazançlar bir yerde toplanırdı. Genellikle ailenin büyüğü baba genel koordinatörlük yapar ve bütün bir aileyi yönetir, anne ise gelinler ve torunları söz ve davranışları ile kontrol eder, eğitirdi.

Ata erkil aile yönetimi içinde üç nesil bir arada yaşar ve birinci neslin bilgi, görü ve kültürü dede ve nine vasıtası ile torunlara aktarılır. Çocuklar ilk eğitimlerini tarihsel kültür birikimi olan dede-nineden doğal yollarla alırlar; ana-baba vasıtası ile büyüklere, konu komşuya nasıl davranılması, saygı gösterilmesi gerektiğini öğrenirlerdi.

DEDE-NİNE VE TORUNLAR

Bir olay;Düşünün anne-baba hacca gidiyor; dede-nine evlatlarının evlerinde torunları ile birlikte kalacaklar ve onlarla ilgilenecekler!? Torunlar istemeyiz deyip isyan ediyorlar. Yani dede ve nine ile birlikte kalmak istemiyorlar üstelik evlerinden gönderilmesini istiyorlar. Biz ne zaman bu kadar bozulduk. Peki, suç kimin? Dede-ninenin mi? Anne-babanın mı? Hangisinin?

HUZUR EVLERİ VEYA BİZ NEYİ KAYBETTİK?

Toplumda huzur(!) evlerinin sayısı hızla artıyor ve huzur evlerine terk edilen anne-babaların da sayısı ona paralel artıyor. En merhametliler ailelerinin yanında, daha az merhametliler evlatları tarafından oturdukları evlerinde bakıcı tutularak bakılmaya çalışılıyor. Diğer bir kısmı huzur evlerinde veya sokaklarda veya evleri varsa evlerinde yalnız başlarına hayata veda ediyorlar.

Biz neyi kaybettik? Nelerden vazgeçtik?

Biz bizim olan milli ve İslami ailemizi kaybettik. Bizim olan milli kültürümüzü kaybettik. Tarihimizi, ecdadımızla bağımızı kaybettik. Öz be öz bizim olan arı-duru helal inancımızı kaybettik. Biz bize olan inancımızı kaybettik. Biz helal-haram düşüncemizi kaybettik. Biz Müslüman gibi inandık, materyalistçe-pragmatistçe düşündük, Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) ve ashabını model aldığımızı iddia ederek; Ekranlarda gördüklerimizi,  Hıristiyan’ca bir hayatı kendimize model aldık ve öyle yaşadık. Böyle bir toplumdan başkaca ne bekleyebilirdiniz?

YERLİ-YABANCI DİZİLER

Çocuklarımız, büyüklerimiz son zamanlarda Hıristiyan dünyasının on sekiz yaşından sonra aileden ayrıldıklarını, sözüm ona bağımsız kaldıklarını, evlerinden ayrı eve taşındıklarını dinledik ve çocuklarımız seyrettikleri dizilerle buna özendi.

Toplumumuz bu kadar nasıl bozuldu derken; her sahnesinde İncil’den sözlerin olduğu, Hıristiyanlığı anlatan, batının hayat tarzını ve anlayışını bizim hayat tarzımız gibi bize sundular. Bizler Batının hayat tarzını anlatan dizilerin müptelası olduk. Yayın günlerini ve saatlerini insanlar sabırsızlıkla beklediler.

Sonrasında yerli film ve dizi furyası başladı. İstisnalar hariç, yerli dizi ve filmlerde milli ve inancımız ile ilgili temalar kötülenir ve aşağılanırken, yabancı, batılı, istilacı kültür özendirildi, reklam edildi. Son günlere kadar, çirkin, çarpık bacaklı, hin ve hain insan tiplemeleri imam olarak filmlerde gösterilirken; herhangi bir papaz veya yabancı din adamları sempatik, cana yakın gösterilerek batı inanç ve kültür sistemi sevimli hale getirildi.

SEYRETMEYE UTANDIĞIMIZ VE SONRASI

Çocuklarımızın, torunlarımızın yanında seyretmeye utandığımız pek çok sahneler bir süre sonra normal gelmeye başladı ve maaile izlemeye ve yorumlar yapmaya başladık. Çocuklarımızın ve komşularımızın, insanımızın hayatında yadırgadığımız olaylar normal geldiği için tepki vermez olduk.

Dün ayıpladığımız, filanın kızı veya oğlu şunlarla geziyor dendiği zaman ayıplayıp, utandığımız olaylar son zamanlarda, Boy Friend, erkek arkadaş ve kız arkadaş demeye! Nikâhsız yaşanan kişiler hayat arkadaşı olarak görülmeye başlandı.

Çocuklarımız, gençlerimiz eskilerin deyimi ile flört ettikleri sevgililerini ailelerine getirip tanıştırmaya ve onların bilgisine sunar oldular. Sonrasında aynaya bakıp biz ne yapıyoruz, biz ne zaman bu kadar kendimizden geçtik, kendimizi kaybettik, biz olmaktan çıktık? Diye sormuyoruz bile.

Toplumun hayat anlayışına ve inancına ters gelen, yadırgadığı pek çok tarz ve anlayış bir süre sonra normal hale gelmeye başladı. Öncesinde yadırganan olaylar bir süre sonra dizide yapılan aldatmalar gözyaşları ile seyredildi. Yabancı dizilere gerek bile kalmadı özellikle yerli diziler yabancı dizilerin yapacağından fazlasını yaptı. Eser ortada!

YA ÇÖZÜM?!

Nereden nereye geldik. İşte toplumun yok olmak için kat ettiği mesafe! Nesebin bozulması, babası belirsiz çocuklar, nikâhsız evliliklerden meydana gelen çocuklar; milletin millet olmaktan çıkmasının sebepleri.

Çözüm?! Çözüm öze dönmekte, biz olmakta, kendimize gelmekte, milli kültür ve inanç sistemimize sarılmakta, yani topyekûn, ama gerçekten devletin ve toplumun bütün kurumları ile canını ortaya koyarak mücadele etmesinde, eğitimde, milli eğitimde.

 

 

Yorum Yapın

Navigate