ÇALIŞTIĞIMIZIN KARŞILIĞI

Bir aile meclisindeyiz ve bu aile dede, babaanne, iki oğulları, oğullarının eşleri ve torunlardan oluşmaktadır. Bu gün bu masada torunlar bulunmamakta; keza takdir edersiniz ki onlar adına alınacak kararda onların olmaması kadar doğal bir şey olmamalı. Çünkü genel kanaate göre çocukların duyguları, düşünceleri, karar verebilecek kapasiteleri yoktur!

Bu ailenin bir özelliği kendilerini demokrat olarak tanımlamlarıdır. Gurur duydukları bu özellikleri ile bu akşamki büyük yemek masasının etrafında toplanmışlar ve alınacak önemli bir karar hakkında istişare ediyorlar. Gündemlerinde hafta sonu gerçekleştirilmesi planlanan piknikte çocukların daha eğlenceli ve daha az riskli vakit geçirmeleri için bir faaliyet planı oluşturmak var.

Masaya dışarıdan bakıldığında herkesin aynı yaşta olduğunu varsaysak bile masanın başında oturan kişinin (dedenin) otoritesini fark etmek mümkün. Sadece başköşe de oturmasından değil bu varsayım, aynı zamanda bakışların merkezinde olması, söz söylediğinde dikkatlerin kendisine yönelmesi, espri yaptığında komik olmasa bile gülüşlere masanın tüm üyelerince katılım sağlanmasından da anlamak mümkün.

Hiyerarşinin yoğunluğu dedenin yanında oturan babaanne ve oğullardan evin gelinlerine doğru azalmaktadır. Dede tekrar kararların birlikte alınmasının önemini vurgulayarak konuşmaya başlar. Herkesin fikirlerinin söylemesinin gerekliğinin bir boyutu da çocukların/torunların ihtiyaçları ile herkesin farklı bir boyutu ile ilgileniyor olmanın getirdiği bilgi ve görgü meselesidir. Bu nedenle herkesin çocuklar hakkında söyleyeceği şey, bütünün bir parçasıdır ve kendi içinde önemlidir.

Sorun şu ki, masada bulunan üyeler masanın demokrat olması ve fikirlerini açıkça söyleme konularında aynı fikirde değillerdir. Dedenin bulunduğu masada diğer bireyler kendi fikirlerinin çok da önemli olmadığına, hatta dede bilmediği bir konuda yanlış karar verdiğinde onu düzeltme yetkilerinin olmadığına ilişkin bir inanış hakimdir. Tabi bu nedenle genelde bu istişare toplantılarından sonra dedenin almış olduğu kararlara sahip çıkma ve uygulama konusunda hevesli olmadıkları çok olur. Bazen de dedenin katıldığı toplantılardan sonra dedenin olmadığı ortamlarda acımasız eleştiriler ve bazen ahlaka aykırı söylemlerin dile getirildiği bile olmaktadır. Toplantılardan sonra alınan kararlara uyumun düşük olmasına ise dede genelde anlam verememekte, bu konuda dertlenerek öncelikle sorunların konuşulmasını önermektedir.

“Geçen yaz da gerçekleştirdiğimiz toplantılarda bazı önlemler almıştık. Sizlerden dikkatli olmanızı, çocukları bizden uzaklaşmadan kendileri için temiz bir ortamda kitap okumaları, satranç oynamaları, ayakta durmaları, kendileri için hazırlanan yemekleri yemeleri, ayakta durmaktan sıkılırlarsa kendileri için belirlenmiş alanda oturmaları hususunda anlaşmıştık. Fakat bazı sorunlar ile karşılaştık. Mesele 3 numaralı torunum, kendisinin benim için her torunum kadar kıymetli olduğunu bilirsiniz, planın dışına çıkmasından dolayı kene ısırması sonucu hastaneye gitmek zorunda kaldı. Kenenin ısırmasının nedeniyle çocukların yasak olan bölgede bulunmasıdır. Burada bir ihmalimiz olduğu açık. Bir torunumun bu duruma düşmesi annesi ve babasının da piknik alanını terk ederek birlikte hastaneye gitmelerine neden olmuştur. Bu mangalda ve kurulacak sofraya verilecek destek de aksamalara yol açmıştır. Bununla birlikte çocukların bulunduğu alanda satranç ve kitap okuma gibi etkinliklere katılımın neredeyse olmadığı göze çarpmıştır. Yasak olmasına karar verdiğimiz halde etkinlik alanında top oynandığı bilgisi geldi bana. Bu toplantı öncesi çocuklarla yapılan anketin sonuçlarına baktım. Bildiğiniz üzere bu anket çalışmalarını 3 yıldır düzenli olarak gerçekleştirmekteyiz. İlk yıl sonuçların çok iyi, piknik katılımcıların memnuniyetin yüksek olduğunu bize göstermişti. Fakat aile dışından aynı anketlerin uygulanmasına karar verdim bu yıla ve sonuçlara bakılırsa çocuklar çok sıkılmış ve mümkünse pikniğe gitmek istemiyorlarmış. Bu sonuçlar çok kafa karıştırıcı.”

“ Sayın babacığım, biliyorsunuz çocuklar çok tutarsız ve onları memnun etmek oldukça zor. Evin ekonomisinin izin verdiği ölçüde olabildiğince kaliteli malzemeleri temin ederek mutfağa teslim ettik. Alınan malzemelerin kalite kontrolleri yapılmıştır. Yeme içmeye bağlı hiçbir sorun yaşanmadığı da anket sonuçlarında da mevcuttur. Buna rağmen niçin memnun olmadıklarını anlayamadık, bu konuda biraz da çocukların kendilerine bakması gerekiyor.”

“Sayın baba, bizler de bu konuda büyük abimize katılıyoruz. Mesele etkinlik olarak belirtilen satranç çocukların bilişsel gelişmelerine uygun olduğu araştırmalarla da mevcuttur. Bu nedenle biz çocuk sayısını baz alarak her iki çocuğa bir santranç düşecek şekilde organizyonumuzu yaptık ve piknik alanına getirilmesini sağladık. Kitaplar konusunda da oldukça hassas davrandık. Malum çocukların hazırlanması gereken sınavlar var ve biz de bu sınavları göz önüne alarak oldukça bilgilendirici kitaplar edindik. Kitapların bazılarının kapağının bile açılmadığını gözlemledik. Sayın baba, çocuklar geleceklerini önemsemiyorsa bizim yaptığımız yatırımın hiçbir anlamı yok maalesef.”

“Sayın eşim ve büyüğümüz biliyorsun ki bizler de gayretli bir şekilde çocuklara mutfakta oldukça besleyici gıdalar hazırladık. Brokoli ve bezelye haşladık.  Kanserojen olabilecek tüm pişirme metotlarından kaçındık. Eti olabildiğince sağlıklı ve fermente baharatlar kullanmadan pişirdik. Sağlığa zararlı olabilecek her şeyden kaçındık fakat bağımsız anket sonuçlarına baktığımızda yemeklerden memnun olmadıklarını, yemeklerin lezzetsiz olduğunu, özensiz ve ihmalkar ebeveynlerin menülerini talep ettiklerini öğrendik ki bu bizim aile içi kurallarımıza aykırı. Çocuklar sağlıklı beslenme bilincine sahip değiller. Yemeklerde gözlemlediğim kadarıyla sürekli ağız büküyor, açlık hissetmeseler yemezler bile.”

“Benim önerim sayın babacım, çocuklara bu sorunlar ile ilgili eğitim verelim. Gelecek kaygısına sahip olmamaları, sürekli sevdikleri ve eğlendikleri şeyleri yapmaları, hatta bu konuda da çok tutarlı olmadıklarını da söylemeliyim ki akıllarına esince başka bir etkinliğe de yönelebiliyorlar, dikkatlerinin de dağınık olduklarını görüyoruz. Öncelikle bu noksanlıklarını gidermek amacıyla her bir yetişkin tarafından çocuklara eğitim verilmesini öneriyorum.”

“Kesinlikle iyi bir öneri bu sayın babacım. Eğitim konularına sağlıklı besinler ve zararlıları konusunda ayrım yapabilecekleri bir eğitim formatı da koymalıyız. Çünkü bilinçleri değişmezse sağlıklı menüleri reddetmeye devam edecekler.”

“Peki böyle yapalım, bu konuda çalışmalarınızı aksatmadan başlatın, hatta haftaya kadar çocukların bu konularda eğitim almasını istiyorum. Bir de çocukların spor yapmadıklarına daha çok kendi kurdukları oyun içinde hareketli aktivitelere ya da rekabete dayalı sporlarda hevesli oldukları duyuyorum. Bu böyle olmaz, yetişkin olduklarından bile sporu oyun olarak algılamalarına izin vermemeliyiz. Mesela ben her gün 1 saat yürüyorum, haftada birkaç gün kardiyoegzersizler yaptığımı biliyorsunuz. Bu disiplini kazanmak için şimdiden uzun disiplinli yürüyüş ve koşu kültürünü oluşturmalıyız. Sıkıcı bulsalar da faydalı olanın bu olduğunu unutmayalım.”

Çok saçma mı geldi? Öncelikle doğal aile yapısına uygun olmayan bir formatta gelişen bu olayın daha ziyade kurumsal kültüre ait olduğunu fark etmişsiniz. Peki ne anlatmak istiyorum?

Aslında amacım işi sosyal meselelerin çözümü için oluşturulmuş birim ya da hizmet sektöründe görevini icra eden zihniyetlere eleştiride bulunmak. Biraz daha açık yazarsak:

  1. Despotluğa karşı otantik bakış açısı: Hiçbir hizmet ya da politika hizmet alanının doğasını yok sayarak, kendi zihniyetimize göre inşa ederek, doğrusu ve yanlışı “bence” ile belirlenen sınırlar içinde inşa edilmez. Çünkü en başta kendimizden biliyoruz, mantıksız gibi görülen alışkanlık ve inançların kökeninde gündelik yaşam pratiğinde işe yarayan bilgiler yer almaktadır. Bu nedenle bir gruptan bir davranışı terk edin dediğimizde aslında doğal değişim ve ilerlemenin önüne geçerek o grup için stres oluşturuyoruz. Bu stres zaman içerisinde direnç ve teröre dönüşebiliyor.
  2. Kabul edilen değerlere karşı yok sayılan kültür: Empati sadece kişisel ilişkilerimizde değil sosyal etkileşimin her alanında ihtiyaç duyulmaktadır. Hiçbir bireysel ve toplumsal tutum gereksiz ve yersiz değildir. Her tutum ya da davranış kalıbı kişiye zarar verse de bir amaca hizmet eder ve bir şeye karşı korur. Hal bu ise tüm alışkanlık ve tutumları kabul etme becerisine sahip yöneticilere ihtiyacımız var. Kabul etmenin doğasında her davranış ve değer doğrudur beklentisinde ziyade; bu unsurların işlevini değerlendirmek ve uzlaşıcı bir tutum geliştirmek vardır.
  3. Ben değişmem, sen değiş insanoğlu: Doğal olanın yok sayıldığı ve empatinin olmadığı bir hizmet modeli işe yaramıyorsa bunu karşı tarafın sorunu olarak algılamamız kaçınılmaz oluyor. O nedenle diyoruz ki zarar gördükleri halde hala sigara içiyorlar, ölecek hala madde kullanıyor adama bak, insan çocuğunu ihmal eder mi? sokakları temiz tutamayan görgüsüz insanlar diyerek, politika uygulayıcıları olarak hizmet politikasını değil yararlanıcıları karalamamız kaçınılmaz oluyor.
  4. Çözümün parçası olmak ya da komplekslere yenik düşmek: Liyakat bir yönü ile karar mercilerini etkilemek demektir. Eğer siz eğitim alanında bir yöneticiyseniz bu alandaki kuramsal bilginin yanı sıra kültürü konusunda da bilgi sahibi olmanız da liyakatin bir parçası olması gerekir. Bu yönü ile üstlere bilgi vermek ve görgü kuralları doğrultusunda karşı çıkmak hiyerarşiye karşı çıkmak değil, istişareyi şiar edinmek ve demokratik bir tutum sergilemek demektir. Liyakatli kişilerin doğru pozisyonlarda olduğu, kişilerin makamlarının gerekliliklerine ve gerekli özgüvene sahip ve en önemlisi kamu menfaatinin ön planda olduğu danışma kültüründe olgunlaşan hizmetin toplum tarafından kabul edilme ihtimali daha olasıdır.
  5. Yasaklara karşı gerçekçi çözümler: Her türlü politika ve hizmeti de tüm gerçekliği, etkileri ile değerlendirerek eleştirileri yeni çalışma alanları olarak değerlendirmezsek sevimsiz bir kısır döngü içerisine girmekteyiz. Çocuk değerinin düşük olması, ekonomik zorluklara yol açan tutum ve alışkanlıklar, çocuk ihmal ve istismarı suçunun yaygınlığı, madde kullanım ve bağımlılık oranları, sağlığı koruma bilincinin olmaması, eğitim sisteminde ki aksaklıklar ve eğitime verilen önemin düşük olması… Bu konuda çalışanlar bilirler, incelendiğinde mevzuatlar ihtiyacı karşılayacak yeterlilikte olarak algılanmaktadır fakat uygulama konusunda ki eksiklikler ve ihmaller zincirinin suçu işleyenlerden daha çok tahribat yarattığı ortadadır. Bu ihmal ve eksikliklerin üst makamlara çıkışı olabildiğince iyi ve eksiksiz olarak yorumlanabilecek istatistiksel düzenlemelerle gerçekleşmektedir. Bu otokontrol ve otokritik mekanizmalarının hiç kullanılmadığı anlamına gelmektedir.
  6. Her eğitim şart değil: Ismarlama eğitimler ile bu hayata bakışımız da değişmeyeceği gibi değişim yaratmak istediğimiz grupları yönlendirmek adına düzenlenen eğitimler ve dikteler yukarıda özetlenen unsurlar dikkate alınmadığı sürece hiçbir alışkanlık ve tutumun değişmesi için yeterli değildir.

Özetle bir aile sisteminde olduğu gibi aile üyelerinden herhangi birinin doğal gelişimi, karakteri, beklentileri ve en önemlisi muhatap olarak kendisi kurgunun içine dahil edilmezse kişinin kendisi yukarıda ironik bir şekilde konu edilen ciddi sorun haline gelir. Bir aile olarak ya da mesleğimiz gereği insanları (ben ve diğerleri farketmez) ilgilendiren her ne iş yapıyorsak kendi ahlakımızı ve bakış açımızı değiştirmediğimiz müddetçe geleceğin daha iyi olmayacağı muhakkak. Daha kötü olmaması adına Allah’ın rahmetine sığınıyorum. Allahın aklını kullanmayan ve çalışmayanlara nasıl muamele ettiğini unutmadan…

Yorum Yapın

Navigate