PSİKOLOJİM GÜÇSÜZ DÜŞMÜŞTÜ

Gerçekten güzel bir şehirde yaşadığımın farkındayım. Mavi ve yeşil sevmiyorsanız sizler için bunaltıcı olabilir elbette, yine de denizi deniz, yeşili yeşildir bu diyarlar. Tamda sahilde güzel bir eve davet edildim. Gözlerinizi kapatın ve bir ev hayal edin desem sanırım siz de böyle bir ev hayal ederdiniz. Müstakil, yeşillikler içinde, çatı katı olan, temiz ve düzenli şirin bir evdeyim ve mekanın insan üzerindeki etkisine inananlardanım. Bu arada bahçeden girdiğimde bir kedinin bahçe duvarında kıvrıldığını gördüm. Selam vermek istedim, sesime dönüp bakmadı bile. Başına dokunmak istedim, hırladı. Sanırım mekanın keyfine benim kadar varamamıştı, zor bir gün geçiriyordu bilemiyorum. Evin babası karşıladı ve hoş geldiğimi ifade etti. Ben de elbette hoş bulmuştum bu cennetten köşe yeri.

Evin gençleri de evdeydi. Onlarda gülümseyerek karşıladılar beni. Oldukça sağlıklı görülen bu gençler, kendilerine sorulan sorulara kısa yanıtlar vererek hal hatır kısmını bir görevmişçesine tamamladılar. Evin annesi henüz yukarıda idi. Evin çok temiz ve düzenli olduğu hemen göze çarpıyordu. Evde insan görmeseydim şayet, bir de eşyaların etiketleri olsa idi sanki ev eşyaları ve dekorasyon malzemeleri satan bir mağazada hissi veriyordu her şey. Evin annesi de indi aşağıya, oldukça yorgun görünüyordu. Gördüklerimin dışında bir çocuklarının daha olduğunu, doğuştan engelli olan kızlarından sonra evde annenin bir kere bile gülmediğini, eşler arasında bitmek bilmeyen bir çatışma olduğunu biliyordum. Bu nedenlerden dolayı mıdır bilinmez kadın evin düzenine ve alımlığına inat oldukça bakımsız ve süzgündü. Evin gençleri gibi selam, hal hatır kısmını tamamlandı. Sadece gülümsemek zorunda olduğu için gülümseyen bir tavır ile yani. Orada kaldıkça sohbetin ilerlemeyişi, aile üyelerinin birbirlerini muhatap almamaları ve birbirleri ile hiç benimle ise kısmı göz teması kurmalarından huzursuz olmaya başlamıştım. Ailenin ikramları bol ve lezzetli olsa da giderek tatsızlaşan ve stresin arttığı ortamdan uzaklaşmak istiyordum. Sağlık ne kadar da önemli bir nimet imiş. Fark ettim ki, insanın insan üzerindeki etkisi mekandan daha çokmuş. Evde birinin sağlıklı olmaması aileyi tam bir felakete sürüklemiş. Yine fark ettim ki cennette olmak ile cenneti yaşamak çok faklı şeylermiş.

Psikolojik sağlamlık ya da dayanıklılık modern psikolojinin üzerinde oldukça durduğu konularda biridir. Son zamanlarda psikoloji bilimi bir zihniyet dönüşümüne gitti. Normal ve anormal kavramları her çağda değişedursun, psikoloji şimdiye kadar anormali tanımladı ve tedavi etmeye çalıştı. Zaten oldukça genç bir bilim olan psikolojide son zamanlarda sağlam bir normallik ve dayanıklılık üzerine tanımlamalar oldukça popüler.

Buna neden ihtiyaç duyulduğunu tanımlamak güç değil. Bir bireye sürekli ne yapmamasını söylemek kişinin doğru yapma ihtimalini arttırmaz. Evinizde 0-6 yaş arasında küçük insanlar varsa ve onlarla şöyle bir iletişim örüntüsü kurmuşsak davranış bozuklukları veya çocuğun karşıt davranışlar sergilemesi kaçınılmaz oluyor.

“Bu kadar tablet ile oynamamalısın, koşma düşersin, abur cubur yeme bunlar sağlığa zararlı, kardeşinle/arkadaşınla kavga etme, çok konuşma, odanı dağıtma”

Aynı mantık ile popüler psikolojide takındığı tavırlar bakımından bu ebeveyni aratmadı esasında

“Çocuklarınıza şu yaşta şöyle tuvalet eğitimi vermeyiniz, yoksa şöyle olur; stres iyi bir şey değildir, canınızdan olursunuz; öfkelenmeyiniz, öfke zehir gibidir; sınavda kaygılanmayın sakın sınav kaygısı başarısız olmanıza neden olur; ihtiyaçları karşılanmayan çocuklar şöyle olur, ihtiyaçları aşırı karşılanan çocuklar böyle olur, ebeveyn çocuklarını mutlu etmek zorundadır, çocuklar mutsuzsa ebeveyn beceriksizdir”

Mutluluk ve mutsuzluk kavramları, her ne kadar tanımı yapılamıyorsa da bu nedenle kafamızı çok karıştırır oldu. Mutsuz olduk elbette ama mutsuz olduğumuz için ayrıca mutsuz olur hale geldik. Çünkü mutsuz isek, üzüntülü ya da öfkeli isek ihmal ettiğimiz ya da ihmal edildiğimizden olmalı idi ve bunun suçlusu her kimse hemen bunu düzeltmeli idi.

Bu kafa karışıklığı süre dursun son zamanlarda kişilik ve terapi odaklı kuramların üzerinde durduğu bambaşka bir konu belirdi. Psikolojik sağlığı, sağlamlığı ve dayanıklılığı korumak.

Bu zihniyet ile üretilen masalda mutlu son yok keza bir son yok. Hayat bir süreç ve azar azar yaşadığımız ömrümüz ahenkli olaylar dizisinden ibaret. Bu ahenk içerisinde mutluluk, mutsuzluk, üzüntü, öfke, neşe, tiksinmek, zorluk, kolaylık, eğlence, can sıkıntısı kısaca beyninizin üretebildiğim tüm duygular mevcut.  Psikolojik sağlamlık ise kendisini şöyle tanımlamaktadır. Bir birey kendi yeteneklerinin farkında ve iyi kullanabiliyor ise, değişen durumlara adapte olabiliyor, içinde bulunduğu zor şartlara dayanıyorsa, sabırlı ise, sorumluluk alıyor ve değişime açıksa, çevresi ile iyi ilişkiler kurabiliyorsa bir dayanıklılıktan söz edilmektedir. Yani artık psikoloji insanlara neyin iyi olduğunu söylemeye, iyi tutum ve davranışları yaymak için üzerinde daha fazla mesai harcamaya karar verdi.

Yaşamın getirdiklerinde iyi ya da kötü diye bir şey yoktur. Bir şeyi iyi ya da kötü bulan bizlerin yorumlarıdır. Başımıza gelen bir olay o anki düzenimizi tehdit ediyor, değişime zorluyorsa stres ortaya çıkar ve biz de deriz ki, bu tam bir felaket. Eğer bu olay mevcut düzeni koruyor, geliştiriyor ve konforumuzu arttırıyorsa iyi oldu diye düşünürüz. Bu peşin hükümler ile etiketlenen olaylar süreç içerisinde değişebilir ve bizi üzen olay şükür vesilesi, sevindiren durum ise pişmanlık halini alabilir. Aslında anormal olan durum, kişi ve tutumu bir farklılaştırıyor, ötekileştiriyor ve sorun olarak etiketliyoruz. Düşünce ve yorumlarımız derken şöyle izah etmek istiyorum.

Gerçekten güzel bir şehirde yaşadığımın farkındayım. Mavi ve yeşil sevmiyorsanız sizler için bunaltıcı olabilir elbette, yine de denizi deniz, yeşili yeşildir bu diyarlar. Tam da sahilde güzel bir eve davet edildim. Gözlerinizi kapatın ve bir ev hayal edin desem sanırım siz de böyle bir ev hayal ederdiniz. Müstakil, yeşillikler içinde, çatı katı olan, temiz ve düzenli şirin bir evdeyim ve mekanın insan üzerindeki etkisine inanlardanım. Bu arada bahçeden girdiğimde bir kedinin bahçe duvarında kıvrıldığını gördüm. Selam vermek istedim, uyanıp mırıldanmaya ve bacaklarıma dolanmaya başladı. Mekanın keyfini süren, rızkı geniş, şanslı mahluk dedim içimden. Evin babası karşıladı ve hoş geldiğimi ifade etti. Ben de elbette hoş bulmuştum bu cennetten köşe yeri.

Evin gençleri de evdeydi. Onlarda gülümseyerek karşıladılar beni. Oldukça sağlıklı görülen bu gençler, kendilerine sorulan sorulara içten ve gülümseyerek yanıt verdiler. Evin annesi henüz yukarıda idi. Evin çok temiz ve düzenli olduğu hemen göze çarpıyordu. Evde insan görmeseydim şayet, bir de eşyaların etiketleri olsa idi sanki ev eşyaları ve dekorasyon malzemeleri satan bir mağazada hissi veriyordu her şey. Evin annesi de tüm neşesi ile birlikte indi. Kucağında küçük bir kız çocuğu da vardı. Doğuştan engelli olan kızları olduğunu biliyordum. Zihinsel ve bedensel engelinin olduğu belli olan bu çocuk hemen ablasına doğru yöneldi. Ablası zarifçe kucağına alarak iki büyük kardeş küçük kardeş ile ilgilenmeye başladılar.  Anne evin gençleri gibi selam, hal hatır kısmını tamamlandı. İçten ve samimiyetle… Orada kaldıkça aralarında mücadele etmek zorunda oldukları sorunlara rağmen, ki evde birinin sağlıklı olmaması elbette aile konforunu etkilerdi, ne kadar da içten ve sevgi dolu ilişkileri olduğunu fark ettim.  Ailenin ikramları sundukları sohbet ve ortam gibi bol ve lezzetli idi. Küçük kızları da dahil herkesin yaşamaktan memnun olduğu ortamda biraz daha kalmak için bahane aradığımı fark ettim.  Yine fark ettim ki cennette olmak ile cenneti yaşamak çok faklı şeylermiş.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum Yapın

Navigate