MİLLİ EĞİTİMİN GÜNDEME GELMEYEN SORUNU

Öyle zamanlar olur ki; toz dumana karışır, göz gözü görmez, her şey allak bullak olur ve sıkıntının çokluğundan çözümü kolay önemli bir sorunu dahi gündeme getiremezsiniz. Aslında ülkemizin yaşadığı süreç budur. Bunun hemen her alan için geçerli olduğunu söyleyebiliriz.

Ekonomik konular ve sıkıntılar hemen her zaman gündem oluşturmasına ve gündemin ilk sıralarında yer almasına rağmen ondan çok daha önemli konular çoğu zaman güme gitmektedir. Milli güvenlik ve dış politika da aslında ekonomiden geri kalmayan bir önceliğe ve öneme sahiptir. Bunların hepsi doğrudur; eyvallah. Bunların ayrıntısı, pek çok yazıya konu olabilecek genişlik ve önemdedir. Ancak eğitim, hiçbir zaman önemini kaybetmeyen bir önceliğe sahiptir.

Eğitimin İki Ögesi

Esasen eğitim, milletin, birinci derecede öneme haiz konusudur ve öyle de olmalıdır.  En kısa ifadesi ile eğitimin iki ögesi vardır:

  1. Bakış açısı ve
  2. İçerik.

Bakış açısı; eğitime yön veren, onu milli kılan ana dinamiktir. Her milletin/toplumun kendine özgü bir bakış açısı vardır. Bir bakış açısına sahip olduğu için millet/toplum olmuştur. Bakış açısı yoksa, ya kuyruktur ya da sürü.  Bir Japon’un dünyaya, olaylara, çevreye, doğaya, insana belli bir bakış açısı vardır. Bir Alman’ın kendine göre bakışı vardır. Bir Çinli’nin, Rus’un, Amerikalı’nın, İsrailli’nin… hep kendilerine özgü bakış açıları vardır. Onları onlar kılan da o kendilerine özgü bakış açılarıdır.

Türk’ün de kendine özgü bir dünyaya bakış açısı varDI. Adına Nizam-ı Âlem Ülküsü de desek, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi de desek, İ’la-yı Kelimetullah da desek, Kızıl Elma da desek; bir bakış açısı vardı. Merhum Osman Turan’ın çok güzel bir şekilde açıkladığı gibi, Türk’ün cihan hâkimiyeti mefkûresi, İslam’ın i’la-yı kelimetullah ülküsü ile imtizaç ederek/bütünleşerek dünyayı bir barış adası haline getirme yürüyüşünü sürdürme gayretinde bulunmuştur. Dün dünyanın en ücra köşesindeki insana ilahi mesajı ve kutlu düzeni ulaştırma gayretinde olan bahadırların torunları, acaba, bugün o ilahi mesajı ve kutlu düzeni ne kadar yüreklerinde taşıyabiliyorlar. Önce yüreklerinde taşısınlar ki bir adım öteye ulaştırmak için yürekleri onları harekete geçirsin.

İçerik, öğretilmesi planlanan bilgilerdir, müfredattır, ders programıdır. İçeriğin dahi şekillenmesini sağlayacak olan, bakış açısıdır. Bakış açınız yoksa, bir dijital yazılım gibi, ansiklopedi gibi yüklemeye çalışacaksınız ama kitap yüklenmiş tır gibi ne taşıdığından habersiz olacaktır.

Sorunun Nedeni

Türk Milli Eğitiminin pek çok sorunu vardır. Bunların büyük çoğunluğu, iktidarların çözemediği değil, iktidarların oluşturduğu sorunlardır. Yıllardır milli eğitime bakan patronlar, büyük beklentilerle getirilmiş ama o beklentilere cevap vermek bir yana, yeni sorunlar bırakarak yerlerini başkalarına bırakmışlardır. Büyük beklentilerle gelen/getirilenlerin merhem olamayışlarının temelinde başlıca iki neden vardır:

  1. Milli bakış açısından yoksun ve mahrum olmaları,
  2. Ülke sathında kendilerinden yararlanılacak ehliyetteki insanlardan yeterince yararlanmamaları, istişare/danışma/fikir alma işleminin gereğince yapılmaması.

Milli eğitim konusu, günlerce sürecek önem ve genişlikte bir konudur. Bu satırlarda, hepsini bir tarafa bırakarak, çok kısa bir şekilde, göz ardı edilen önemli bir soruna işaret etmekle yetineceğiz. O sorun, genel olarak disiplin, özelde kıyafet konusudur.

Hatırlanmalıdır ki; Türk İstiklal Mücadelesini kazanmış muhteşem zaferin en önemli unsuru, Osmanlı zabitanı/subayıdır; erkân-ı harpten vatan sathına yayılmış efrad-ı zabitana kadar. Etrafı kuşatılmış ve elindeki hemen bütün ekipmanı /lojistiğ alınmış bir milletin oluşturduğu ordu, belki Osmanlı’nın en kötü döneminde varlığını sürdürebilen milli bakış açısı ve disiplin anlayışı ile tarihe vurulan bu önemli mührün görünen ve görünmeyen kahramanı olmuştur. Dönemin lise/idadi ve üniversite/darülfünunları, öğrencilerini nasıl bir ulvi ruh ile yetiştirdiler ki gözlerini kırpmadan kendilerini cephedeki siperlere atmaktan perva etmediler. Devletimizin en zor döneminde verilen bu disiplin ve yüksek ahlak anlayışı, acaba bugün ne kadar etkili? Bir eser kaldı mı?

Salvolardan Kurtulmak

28 Şubat döneminde maymunları güldürecek bir saçmalıkla inançları gereği başlarını örten kız öğrenciler, yobaz bir yaklaşımla okullara sokulmadılar, eğitimlerine engel olundu.  Bu memlekete ancak hayrı dokunacak gencecik yetenekler, insafsızca coplandılar, okullarından edildiler. Bu, salvonun bir ucu idi. Aradan zaman geçti. Başörtüsü sorun olmaktan çıktı. Ama adeta bunu aratacak başka sorunlar çıktı ortaya. Şimdilerde bir başka salvo iş başında kılık kıyafet konusunda. Başörtüsü ile ilgili oluşturulan sorunun çözümü, tek bir cümle ile mümkündü. Kılık kıyafet yönetmeliğine; “Kız öğrenciler başlarını örtebilirler.” cümlesinin yazılması yeterli idi. Şimdi Milli Eğitimin, cesamesi olmayan bir esamesi/bir kılık kıyafet yönetmeliği var(?). Her türlü kıyafeti ve kıyafetsizliği bu milletin çocukları şimdi okullarda öğreniyorlar. Öğrencinin ve velinin not merkezli kapitalist bir anlayışın kurbanı haline gelmeleri, çok önemli olan kılık kıyafetteki sorunu, sorun olarak görmeyecek bir aşamaya getiriyor. Kimisi liberal bir yaklaşımla kılık kıyafetin bir sorun olarak görülmesini garip karşılayabilir. Bu garip uygulama ve yaklaşımın, öğrenci davranışlarıyla birlikte değerlendirildiğini düşününce, olayın ciddiyeti, konunun farkında olan irfan sahiplerini derin derin düşündürtmektedir.

Mermiyi hedefe yönlendiren, silah yivinin mermiyi güdülemesidir. Şu anda milli eğitimin parçalı bulutlu bir hava durumuna sahip olması, geleneksel Türk Eğitim anlayışına sahip öğretmen varlığının kendi gayretleri sonucu konuyu kotarmaya ve kurtarmaya çalışma gayretlerindendir. Yoksa mevzuatın donuk yapısı, bugünkü yaklaşımın sürüdülebilir olmayacağının resmidir. Yarın okulda, ailede, iş yerinde, sokakta, toplumda… sorun oluşturacak potansiyel, bugün okullarda yetiştirilmesin.  Dün duymadığımız pek çok olay tipi, bugün, hayretle dikkatimizi çekmektedir. Yarın kanıksadığımızda, bugünkü hayretimizin yerini sıradan bir tepki, belki de tepkisizlik alacaktır. Pek çok konuda olduğu gibi.

Uzun lafın kısası; bugün Türk Milli Eğitiminin pek çok sorunu vardır. Bunlar konuşulabilir. Gündem bile olmayan en önemli sorun; disiplin/yüksek ahlâk anlayışı/erdem/fazilet ve bize ait bir bakış açısının Türk Milli Eğitiminden süratle uzaklaşmakta olmasıdır. Bu, kesinlikle önemli bir konudur.  Sosyal bir olgunun yıkılması zaman alsa da mümkündür. Ancak o sosyal olguyu yeniden yerine koymak, imkânsız denecek kadar zordur.

Tarihçiler Edebiyatçılar

Tarih ve edebiyat derslerinin nicelik olarak kısılması da yukarıdaki sorunu hızlandıracak ve genişletecek bir sonuç doğuracaktır. Oysa bu konuda konuya vakıf insanlarla daha iyi ve kapsamlı bir düzenleme yapmak o kadar kolaydır ki. Tarih ve edebiyet derslerini ders despotizminin sıkıcılığından kurtarıp insanın gözünü ve gönlünü açacak bir iklime dönüştürmek hiç te zor değil. Bu konuda çok güzel fikirlerlere sahibiz. Ancak, bu memlekette o kadar tarihçi ve edebiyatçı varken önce onların konuşmasını yeğleriz. Tarihçiler ve edebiyatçılar, –akademisyenler dâhil, hem de çok dahil- köşelerine çekilip münzevi bir hayat yaşamak ya da iktidarın gönüllü reklamcısı olmak yerine, kendilerine gelsinler; teklifler sunsunlar, görüşlerini arzetsinler, gündem oluştursunlar. Sahip oldukları irfan, dijital bir harddisk ya da ansiklopedik bir yığın değilse, bunu yapmaya mecburdurlar. Ya ruhsuz bir varlık gibi yaşayacak (?) ya da irfanının ruhuna sahip çıkacaklardır.

Muhteşem Türkiye

Kitabın tam ortasından konuşmak gerekirse; Türk Milli Eğitiminin milliliğinin sağlanması, görülen o ki; ancak, Muhteşem Türkiye yürüyüşünün ivme kazanmasıyla mümkündür.

Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın

Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın.

Yürü, hala ne diye kendinle savaştasın?

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.

Allah, bu gayrete zeval vermesin.

Yorum Yapın

Navigate