Gözleri Yaşlı Analar, Kaybolmuş Çocuklarını Arıyor! Sorumlu Kim?
Bir Proje Partisi Önünde Başlayan Eylemler ile “Analar Ağlamasın” Sloganı Yeniden Sahnede!
Geçtiğimiz Ağustos ayında Diyarbakır ilimizde bir kadın, oğlunun PKK’nın elinde olduğunu söyleyerek oturma eylemi başlattı. Bir annenin feryadına kim kötü söz söyleyebilirdi. Bu anne eylemini, terör ile özdeşleşen bir proje partisinin önünde başlattı. “Çözüm Süreci” denen gaflet yıllarında cephanelik, sığınak ve mühimmat depolarına çevrilen, etnik terörizm sevdalısı eşkıyaların sorun çıkarmak için kol gezdiği Diyarbakır’da gerçekleştirdi bu eylemi.
Gerçi o kadıncağızın oğlunun, kaçırılmadığı, ailevi meseleler yüzünden kaçtığı vs. gibi iddialar da ortada gezindi durdu ama olsun… Oğlunu arayan anneler arka arkaya geldi. Parti merdivenlerinde her geçen gün birileri daha sıralandı. İddialarına göre kimisinin oğlu dağda terörist olmaya zorlanmıştı, kimisinin oğlu ise “Çözüm Süreci” denen yıllarda kaçırılmış ama sürecin zarar görmemesi için peşine düşülmediği söylenen asker ve polislerdi… Okuyunca insanın dudaklarını uçuklatan iddialar. Söylenenlerin ne kadarının doğru olduğunu, PKK’nın elinde kaç kahraman asker ve polisimizin olduğunu araştırmaya fırsat kalmadan olaylar çığırından çıktı.
İnsanlar, devletten değil bir partiden medet umuyordu. Etnik ayrımcılık projesinin siyasi partisinden, PKK’dan evlatlarını salıvermesine adeta ricacı olunmasını talep ediyordular. İmza kampanyaları düzenlendi.
Devletin en tepesindeki makamı işgal eden kişinin talebi üzerine, etnik ayrımcı proje partisinin Diyarbakır il binasının merdiveninde sözde sanatçılar, kalemşörler, aydın geçinenler, iktidara yanaşmak ve yaranmak isteyen kim varsa poz verdiler. Bu olanları aklı başında insanlar ibretle ve hayretle izlerken, milletvekilleri ve maalesef Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bakanları malum partinin önüne gelerek merdivenlere oturdular.
Devlet bir siyasi partinin merdivenine oturarak annelerin acısına ortak olmak için acziyet gösteremez. Devletin görevi; acılı anneler ile nöbet tutmak değil çözüm üretmektir. Çocukların kaçırılmasına, kandırılmasına zemin hazırlayan ortamın ortadan kaldırılmasıdır. Devlet kimseden ricacı olamaz. Terörist gruplarla pazarlık yapamaz. Devlet ya başa geçer geçemezse, acziyet gösterirse kuzgunlar leşe çöker. Onun için diyoruz ki “Devlet başa”. Bir partiden insanların medet ummasına göz yummak, teşvik etmek hangi akla hizmet etmektir? PKK’nın açtığı yaraya merhem olarak, çare olarak devlet kapısı değil de malum partinin il binasının gösterilmesi terör karşısında devletin acziyetinin kabulü değil midir? Bugün çocukları için o kapıya gidenler yaşadıkları başka problemlerin çözümü için de devlet yerine oralara mı yönlendirileceklerdir?
Yakın, çok yakın tarihe şöyle bir bakmak gerek. Olayların başlangıcına, işin özüne bakalım.
“Analar Ağlamasın” Kimin Sözü?
“Analar Ağlamasın!” hatırlanacağı üzere Türk tarihinde kara bir leke olan “Çözüm Süreci” ismi verilen gaflet yıllarının sloganıydı. Hatırlamanın, konuşmanın bile insanı dehşete düşürdüğü yıllarda Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin savcıları, hakimleri çadırlarda mahkeme kurmaya zorlanmıştı. Şerefli Türk ordusunun komutanları çapulcuların, eşkıyaların gizli tanıklıklarıyla akıl almaz suçlamalara muhatap olmuştu. Sınırdan törenle, davul zurna ile ülkemize getirilen eli kanlı teröristlerin, büyük gövde gösterileri yaparak, elini kolunu sallayarak gezdiği utanç yıllarının adıydı, Çözüm Süreci… ve o istismar kokan slogan… “Analar Ağlamasın”… Bu slogan ile bir tarafta şehit analarına diğer tarafta da terör örgütüne katılarak devlete isyan esnasında öldürülen terörist analarına seslenilerek çözüm sürecinin gerekli olduğuna kamuoyu ikna edilmeye çalışılmıştı.
Büyük Türk Milleti’nin evlatlarını hangi gaflet, hangi mazeret ile olursa olsun, terör belasından kurtaramayanlar vebalden kurtulamazlar. 15 Ağustos 1984’te kahpece şehit edilen, ilk şehidimiz, Erzincanlı Jandarma Onbaşı Süleyman Aydın’ın ve 35 yıl boyunca birer birer isimleri yazılan kahramanların kanları devletimizi yönetip de terör belasından milletimizi kurtaramayanların yakalarındadır. On binlerce şehidin kanı, mübarek analarının gözyaşı terörün kökünü kazıyamayan, çözüm süreci ile terörün bölge üzerinde söz sahibi olmasını sağlayan basiretsiz yöneticilerin acziyetinden akmaktadır. Bu gözyaşlarının akmasına vesile olan sorumlular hiçbir zaman vebalden kurtulamayacaklardır.
Sorumlular Kim?
Hazret Ömer (ra) “Fırat üzerindeki bir köprüden geçen bir kuzunun ayağı kırılsa Rabbim onu benden sorar” diyor. Bu büyük ve derin sorumluluk duygusu gerçek devlet adamlarında bulunur. Nerde o hassasiyet? Hani analar ağlamayacaktı? “Çözüm Süreci” denildi… Çözmedi… “Güç odakları ele geçirdi” denildi, millet kurumları tasfiye edildi. Devletin, milletin kozmik odasını tarumar ederek düşman olması mümkün bütün ülkelerin istihbarat örgütlerine bayram ettirdik. Adeta yeni bir “Vak’a-i Hayriyye” yaşadık!
İşin aslının ortaya koyulması şarttır. Sorunun temelinde ülkemizdeki basiretsiz yönetimler yer alırlar. Hatırlanacak olursa ülkemize adını veren Türk Milleti’nin adı bile telaffuz edilmek istenmemiştir. Bu ülke bir zamanlar da ülkenin kahir ekseriyetinin mensubu olduğu yüce İslâm dininin adını bile söyleyemeyenler, mukaddeslerinden utananlar yönetimdeydi. Sanki doğruymuş gibi Türkiye’nin etnik bir mozaik olduğunu her yerde söylemek marifet sayılmıştır. Etnik ayrımcılık söylemleri ile milletimizi ayrıştırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürülmüştür.
Arka arkaya gelen, garip ve hâlâ mahiyeti anlaşılamamış darbelerden sonra “tek bayrak, tek vatan” denmeye başlanıldı. Umarız bu istikamet bozulmadan devam eder! Ve inşallah bu bir manevra değildir. Umarız ki iktidarın kimi zaman yaptığı helozonik dönüşlerden biri de değildir.
Bir tarafta etnik milliyetçilik sevdası ile kandırılmış, bir proje partisine inandırılmış, umut bağlamış, evlatlarını terör elebaşlarının içinden çıkılmaz, dönülmez kanlı yollarına kaptırmış binlerce ana… Diğer tarafta mübarek şehitlerin anaları…
Feryat Doğru, Muhatap Yanlıştır!
Çocuklarını bölücü bir terör örgütüne katılanların ve eşkıyaların kaçırdığı, akıbeti veya maalesef mezarı bile belirsiz şehitlerin anaları… Tüm analar, aracılık yaptığına inandıkları terör uzantısı olduğu, yöneticilerinin çoğunun elebaşları ile bağlantıları kendileri tarafından bile inkar edilmeyen partinin önünde günler boyu hasret nöbet tuttular.
Bu feryat ve facia tüm annelerin kalp ve gönül taşıyan bütün insanları üzdü, yaraladı. Lehçe, mezhep ve meşrep farklılıklarını kaşıyan ve bölücü terör örgütünün istasyonu olan malum partiden çocukların kurtuluşu için medet beklenmektedir. Milletin gönlünü rahatlatacak, devletin hami elinin anaların gözyaşlarını dindirmesini sağlayacak bir çalışma maalesef yok. Hakkıyla bir açıklama yok. Hâlâ analar ağlıyor, hanelere yine ateş düşüyor. Feryat doğru muhatap ise yanlıştır. Peki bu ağır vebal karşısında iktidar, ortakları ve sözde muhalefet partileri ne yapıyor?
Terörle Böyle Mücadele Edilmez!
Bu Acizlik Kabul Edilemez!
Yıllar önce, daha terörist başı haline gelmemişken birilerinin maaşlı kuklası olarak yetiştirilen A. Öcalan isimli eli kanlı katil, ayrılıkçı ve Marksist ihtilalcinin siyasal hezeyanı olarak pohpohlanmış bu parti ülkemiz için ilaç değil baldıran zehridir. Meclise sokulan bu partinin PKK terör örgütünün kapılarından biri olduğunu herkes kabul etmektedir.
Demek ki Türkiye’yi yıllardan beri yönetenlerin aklıyla iş buraya kadar! Hâlâ birkaç terör örgütü Türkiye’yi meşgul ediyor, şehit veriyoruz! Türkiye bu aczi kabul edemez.
Yıllar önce bu düşüşün sinyallerini aldık ve söyledik, ama bazen davul zurna çalsan bile kulak verilmeyince çare olmuyor!
Türk Milleti bu parti gibi birçok siyasi komployu, pek çok terör örgütünü, şer yapıyı devletinin başında devlet adamları olduğu zaman yıkıp geçmiştir. Bu hazin olayın ardındaki esas sorun ve dikkat edilmesi gereken husus “Devletimizin itibarsızlaştırılması” dır. Bu oyuna gelinmemelidir. Çünkü Türk Milleti devleti ile yaşar.
Allah bu ülkenin insanlarını uyandırsın ve onlara acısın. Millet de Millet Partisi’nin ehil kadrolarına yol versin, onu desteklesin.