HARİÇTEN GAZEL

Bu yazıda eğitimci olmayan biri olarak okul kurumu hakkında birkaç kelam etmek istiyorum. Malum, eylül ayında hava bu hava ve ciddiyeti fark etmek için bu havada biraz nefessiz kalmamız gerekiyor diye düşündüğüm birkaç kurumsal çalışma sonucu izlenimlerimi aktarma niyetindeyim.

“Önemli olan temizlik yapmak değil, temiz tutmaktır”, “Para kazanmak kolay, idare dediğin parayı tutmakla başlar” derdi ve hala der tutumlu biri olmasa da evimizde temizlik ve düzenliliği önemli bir değer olarak yaşatmakta ısrarlı olan annem.

Annemin mantığı ile koruyucu tedbirler son zamanlara devlet politikalarına da yön veriyor. Yangın çıkacaktır ve çıkar, önemli olan daha az emek ve çalışma ile alacağımız tedbirler vasıtasıyla yangın oranlarını düşürmek. Yangın olduktan sonra yarattığı tahribat bazen geri dönüşü olmayan bir kayıp ile sonuçlanabilir. Telafisi mümkün olsa da yaşanan kayıpların yarattığı duygular, yaşamı idame etme noktasında kişi ya da toplumların birçok zorluk yaşamasına neden olmaktadır.

Yukarıdaki paragrafı biraz somutlaştırmak gerekirse; alkol ve madde bağımlılığından söz etmek istiyorum. Dip not olarak düşmeliyim ki bağımlılık sadece bu iki kimyasal maddeye yönelik değil; kumar, teknoloji, yeme ve hatta spora da olabilir. Bağımlılık alanında çalışan uzmanlar bilir ki basit davranış olarak görülen teknoloji, yeme bağımlılığı gibi hastalıkların yaşama etkisi, tedavi zorluğu oldukça karmaşıktır.

Bağımlılık hastalığın dinamiğini bilmiyorsak, elbette her şeyi bilmek zorunda değiliz fakat bu hastalıktan mustarip insanlarla temas etme durumumuz varsa da kör olmamak zorundayız, kişi her neye bağımlı ise bıraksın “o da rahatlasın biz de rahatlayalım” diyoruz. Bırakmak denilen şeyin bu kadar kolay bir şey olmadığını fark ettiren biri çıktığında çaresizlik hissediyoruz.

Bunun için biraz kendi alışkanlıklarımıza bakalım. Eğer sigara kullanıyorsanız, ki bağımlılıkların en şiddetlilerinden biri nikotin bağımlılığıdır, sizden öykü almaya başlasak:

İlk sigarayı ne zaman kullandınız, zevk almış mıydınız? İlk içmeye başladığınız dönemlerde kaç tane içiyordunuz? İçtiğiniz günlük miktar giderek arttı mı? İçmediğiniz zamanlarda kendinizi huzursuz gergin hissediyor musunuz? Bırakmak istiyor musunuz? Bırakmayı denediniz mi? Kaç kere bırakmayı denediniz? Bıraktığınızda ortaya çıkacak sorunlar nedeniyle bırakmayı ertelediğiniz ya da kaçındığınız oluyor mu?

Bu sorulara vereceğiniz cevaplara göre nikotin bağımlılığınızın şiddetini kendi kendinize değerlendirebilirsiniz. Ya da cep telefonunuz ile ilişkinizi sorgulayabilirsiniz aynı mantık ile.

“Herkes sigara içiyor bunda ne var ki?”

Tam olarak da sorunumuz burada başlıyor. İçinde bulunduğumuz sorunları küçümsemeye devam ettiğimiz ve kör kalmayı tercih ettiğimiz sürece bu etkisiz savunma çığ olarak üzerimize düşüyor.

Ve son durumu öğretim görevlisi arkadaşım Ankara’da katıldığı bir toplantıdan bildiriyor; Üniversiteler, özellikle bizim Türkiye şartlarında 1. Sınıf olarak gördüğümüz üniversiteler alkol ve madde kullanım sorunu ile ilgili oldukça panik. Ne yapacaklarını da bilmiyorlar. Akademik olarak sağlam bedeller ödemiş gençlerimizden söz ediyorlar. 1 yıl içerisinde alkol ve madde kullanımı- intihar ilişkisi çok korkutmuş. Bizim küçük şehrimizde iyi durumdayız belli ki fakat korumamız gereken çok şey var gibi geldi bana.”

“Ne var ki canım, o ortamlarda herkes içiyor? “ diyemiyorsak “Ne var ki herkes sigara içiyor?” ifadesi de o kadar akla zarar. Bunun gerekçelerini kısaca betimlemek istiyorum. Nikotin bağımlılık yapıcı etkisi bakımından, adı kalsın, aklınıza gelen yasa dışı maddeler kadar etkilidir. Kullanıcıların yüzde yetmişinin hoşlarına gitmese bile ilk kullanımda bağımlılık geliştirdiğini gösteren araştırmalar mevcut. Bunlarla birlikte alkol ve diğer maddelere nazaran maalesef ki toplumumuz tarafından kayırılan ve sahip çıkılan bir davranıştır sigara içmek. Bu nedenle ben evinizin balkonunda sigarayı rahat rahat içebilirken, umarım ev ve iş yeriniz içerisinde imkan sunmuyorsunuzdur, alkol ve madde kullanıcısı olsam izin vermezsiniz. Sokakta gördüğünüzde duyarlı isek 112’yi arar, gerekli mercilere de bildirirsiniz.

“Ne var ki sigara sarhoş mu ediyor, iradeyi mi alıyor?” Zihni diğer maddeler kadar açık bir şekilde bu hale sokmadığı hepimiz için görünen bir gerçek. Bu durumun görülmeyen gerçekleri de mevcut. Mesele sigara bağımlısı bir birey ortalama 40 dakika sonra yoksunluk belirtileri yaşamaya ve dikkatte dağılma, konsantre olamama, gerginlik, huzursuzluk hissetmeye başlar. O an ne kadar keyif aldığı bir aktivite içerisinde olursa olsun, andan koparak sigara ihtiyacının giderilmesi için arayış içerisine girer. Bu nedenle sigara içenler bilirler ki, soğuk bir gecede sizi hiçbir ihtiyaç dışarı çıkaramazken, sigara için açık bir büfe ya da petrol istasyonu aranır. Sigara evet aklı örtüyor, abartı mı bu haksızlık mı?

Sigaranın sunduğu gerçekliklerle ilgili anlatacaklarım daha bitmedi. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki yasa dışı madde kullananların yüzde doksan dokuzu halihazırda sigara kullanıcılarından oluşuyor. Bağımlılık da, davranışsal ve zihinsel aşamaları olan bir hastalık. Sigara bağımlılığı ergenlikte başlayan ve öğrenilen bir davranış. Sigarayı çoğunlukla alkol ve diğer yasa dışı maddeler takip ediyor. Türkiye’de yaygınlığı olan ve bazı çevrelerce de meşru görülen esrar bağımlılığının da sigara kullanımı gibi duman yolu ile olduğunu belirtmek lazım. Yani halihazırda sigara kullanan ve risk alma ihtiyacı olan genç için tercih kolaylığını fark etmek gerek.

Şimdiye kadar anlattıklarımda bir kurum olarak okuldan söz etmediğimin farkındayım. Fakat bu sözlerin hepsi tam da buna hizmet etmesi içindi. Biz okullarda sigara kullanımı ve teknolojinin zarar verici kullanımını görmezden geldiğimiz sürece “bağımlılık”, “alkol ve madde kullanımı”, “çocuk ve gençlerin suça sürüklenmesi” doğal olacak. Tüm bunların sebebi sigara ya da teknoloji demiyorum, bizim ihmalimiz diyorum. Yani temizlemek değil, temiz tutmanın öneminden söz ediyorum. Çocuk yetiştirmekten değil, çocuklarımızı kaybetmemekten söz ediyorum.

Suç ve bağımlılık ile ilgili yapılan araştırmalarda bu bireylerin ortak noktalarını görmek mümkün. Örneğin çocukluk çağı ihmal ya da istismarının olması bir risk olarak değerlendiriliyor. Eğer çocuk bunlardan biri ya da birkaçına maruz kalmış ve gerekli desteği alamamışsa maalesef bağımlılık yapıcı maddeler birer ilaç(!), suç grupları da aidiyet ihtiyacını karşılayan unsurlar olarak karşımıza çıkıyor. İstismarın toplumumuzda en yaygın olanı ise fiziksel istismardır. “Dayağın cennetten çıkma” yargısı ile bir terbiye ve men etme davranışının aslında bu kadar halis niyet taşımadığını tüm şiddet kullanıcıları bilir. Dayak sadece yetişkinin öfkesini aktardığı bir araçtır ve bu kadar yoğun öfke aktarımı dayağa maruz kalanda sadece öfke yaratır. Kadına yönelik şiddetin bu kadar yoğun konuşulduğu dönemde, elbette konuşulmalıdır, çocuğa yönelik şiddetinde aynı mantığın ürünü ve cinsiyetinin olmadığına dikkat çekilmesi gerektiği kanaatindeyim. Çocuklara yönelik şiddet ile en fazla mücadele eden kurumların başında, elindeki kapasite ve imkanlar değerlendirildiği okullar olmalı.

Çocuğun ailesinden kaynaklı sorunlar elbette olabilir. Ailenin içinde bulunduğu bir zorluk, sağlık sorunu, kayıp gibi durumlar çocuğun ihtiyaçlarının karşılanmaması, ertelenmesi, hatta fark edilmemesi ile sonuçlanabilir. Okul, konu hakkında yaptığı çalışmalarla hayat kurtarır ve ailenin kendi kaynaklarına tekrar kavuşması konusunda gerekli yönlendirmelerle desteğin alınmasını sağlar.  Bu çalışmalar esasında mevzuatlarla şekillenmiştir fakat mevzuatlara ve değerlere sahip çıkmak ise bizim duyarlılığımıza kalmış.

Çocukluk çağı ruhsal bozuklukları konusunda da duyarlı olmak, çocuklarla temas içerisinde olan okul çalışanlarının hassasiyeti ile mümkün olacaktır. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite problemi çoğunlukla öğretmenler tarafından belirlenir ve sağlık kuruluşlarına yönlendirilmesi yapılır. Bu işbirliği sağlık çalışanları tarafından da ihtiyaç duyulan ve tedaviyi destekleyen bir yaklaşımdır. Aynı şekilde çocukların sadece hiperaktivitelerinin olması, diğer çocuklardan farklı duygu, düşünce ve davranış örüntülerine sahip olduğunun fark edilmesi, aşırı içe kapanık olması da risk olarak değerlendirilir. Yani çocuklarda yetişkinlere benzer ruhsal sorunlara sahip olabilir ve desteğe ihtiyaç duyabilir. Bu konuda duyarlı olmak ve ihtiyacın giderilmesi çocuk açısından hayat kurtaran bir tedbirdir. Basit bir örnek verecek olursak çocukluk çağında depresyon görülebilir. Depresyon çocukta dikkat eksikliği ve hiperaktivite benzeri bir tablo ortaya koyabilir, çocuğun gerçek yetenek ve becerilerinin ortaya çıkmasını engeller. Bununla birlikte neşe ve üretkenlik azalır, daha haz verici (bilgisayarda saatlerce oyun oynamak, abur cubur yemek gibi) aktivitelere daha fazla yönelerek beyin ve fiziksel gelişimini baltalayabilir. Çocukluk ve gençlik çağımızdaki performansımızın tüm yaşamımızda belirleyici olduğunu hesaba katarsak bu durumun uzaması ve desteklenmemesinin hayati sonuçları var derken abartmış oluyoruzdur herhalde.

Okul kurumu en kaliteli rehabilitasyon kurumudur. Afetlerde dahi eğitimin kesitsiz devam etmesinin desteklenmesinin ana fikri budur. Okul varsa, çocuklar okula gidip oyun kurabiliyor, öğretmenler hayatın her konusunda bilgi aktarımını sürdürüyorsa yaşam devam ediyor demektir. Bu nedenle zorlu tecrübelerden de geçse bir toplum kurumsal olarak eğitim ihtiyacının karşılanması gerekmektedir. Ülkemizin yoğun bir şekilde göç aldığı bu dönemlerde bunun önemini tekrar hatırlatmak, göç eden birey ve çocuklarının  sosyal uyumunun en hızlı okullar sayesinde karşılanacağını unutmamak gerekir. Çünkü çocuklar zannettiğimizden fazla aile üzerinde etkilidir. Özellikle dil bilmediğiniz bir ülkede var kalmaya çalışıyorsanız, sizin ufaklık tercümanınız olmuş ve sizin yaşadığınız ülke ile bağınızı kurmuşsa. Yine bu genç kendini farklı bir kültür içerisinde değerli ve üretken hissediyorsa, bu durumun aidiyet ve özdeğeri de arttırdığını hesaplarsak göç ederek ülkemize gelmiş ya da ülkemizde doğmuş çocuk ve gençlerin kendilerine ya da bir başkasına zarar verme ihtimalleri azalacaktır.

Diğer kurumlara nazaran kolluk kuvvetlerinin görevlerini yerine getirdiklerine şahit oluyoruz. Polis, jandarma tedbir alıyor müdahalede bulunuyor, yargı yasalara göre ne gerekiyorsa çocuklar adına yapmayı sürdürüyor. Beklentimiz de bu ve hatta daha da fazlası. Fakat çocukların bulunduğu her mekanı top ve tüfekle koruduk diyelim, biz yetişkinlerden kim koruyacak onları? Tedbirsizliğimiz ve ihmalimize hangi devriye ekipleri müdahale edebilecek? Eğitim sektörünün dışından biri olarak, umarım boşuna kaygılanıyor ve hariçten gazel okuyorumdur. Bir ruh sağlığı çalışanı olarak okuldan beklentilerimi dile getirmek istedim. Çocuk değil küçük insanlara gerektiği huzur ve güveni sunabilmemiz temennisi ile eğitim ve öğretim dönemimiz hayırlara vesile olmasını dilerim.

Yorum Yapın

Navigate