KORONA DİYOR Kİ; EY DÜNYA, TİTRE VE KENDİNE DÖN!

Davetsiz misafir Covid-19  (Corona virüs)  ilk olarak Aralık 2019’da Çin’in Wuhan kentinde kendini gösterdi.  Akabinde hızla okyanusları aştı, kıtaları dolaştı ve neredeyse kapısını çalmadığı hiçbir ülke bırakmayarak dünyanın her yanına ulaşıverdi… Baştan “misafirlik üç gündür, nasılsa gidicidir” deyip pekte önemsenmedi, ne var ki tez zamanda ürkütücü yüzü adamakıllı görününce de kara kara düşünmeye başladı bütün dünya. 

Dünya Sağlık Örgütü “acil durum” ilan etti ve tehlikenin boyutunu ‘Pandemi’ (bölgeler ve gruplar üstü coğrafi bir salgın) olarak tanımladı. Birçok devlet, durumu bir savaş olarak adlandırdı!  Enfekte olan kişi sayısının her geçen gün artmasına bakılırsa, bu savaşın ne zaman ve nasıl nihayete ereceğini kestirmek güç. Yüzbinlerce vakadan, on binlerce insanın ölümünden kaynaklı korkunun ve çaresizliğin kıskacına düşen koca cihandan şimdi feryatlar yükseliyor arş-ı âlâya.

 

BİYOLOJİK SİLAH MI?

Uluslararası bilim ekibi tarafından yapılan açıklamalarda; “yeni tip corona virüsün “doğal kökenleri”nin bulunduğunu, yapılan analizlerden çıkan sonuçlara göre virüsün laboratuvar ortamında üretildiğine dair hiçbir belirtinin görülmediği, böyle bir virüsü bilimin yaratmasının imkânsız olduğu” ifade edildi.

İnsanlık, bugüne kadar baş ettiği pek çok felakette olduğu gibi, kolektif insanlık bilinciyle dileriz çok geçmeden dünyayı sarsan bu Corona virüsü de yenmeyi başaracaktır.

Ancak Covid-19’un “doğal olarak” oluştuğu yönündeki resmi beyanların aksine bu virüsün “yapay olarak laboratuvar ortamında” üretilmiş olduğunu ifade eden bilim adamlarının ortaya çıkması, halk içinde düşünen pek çok beyin tarafından da virüsün üretilmiş olduğu sanrısını artırmaktadır.  Mesela “Covid laboratuvarda üretildi” ifşası ile Youtube trendlere giren bir videoda, Corona virüsün Fransızlar tarafından Çinlilerin de katkılarıyla mikro organizmaların üretildiği laboratuvarda 2003 yılında üretildiği, Avrupa Patent Enstitüsünün onayıyla patentinin alındığı ve aşısının da virüs ile birlikte bulunduğu kanıtlanmaya çalışılmaktadır… Ayrıca bir başka belgede 2014 yılında “Amerikan Pirbright Institute” tarafından patent verildiğine işaret edilmektedir.

Küçük bir ihtimal bile olsa (ki bize kalırsa çokta küçük değil), şayet “biyolojik silah” ise bu, canice işlenmiş dehşet bir insanlık suçudur!

PEKİ, AMA NEDEN?

Dünyadaki milyonlarca insana “pahalı aşı” pazarlamak, daha çok “pahalı ilaç” satmak ve devasa paralar kazanmak olabilir. Ya da süper güçlerin dünyaya gözdağı vererek siyasi ağırlıklarını daha da artırmak istemesinden söz edebiliriz!.. Aslında bu ve benzeri sebepler zaten vahşi kapitalizmin bilindik yüzü! Onlar krizi üretmeyi de, krizi fırsata çevirmeyi de iyi becerirler!

Ama ya daha fazlası varsa!

Bazılarınca “saçma komplo teorileri” olarak algılansa da bilhassa sosyal medyada zaman zaman yer alan, “yeni dünya düzeni” hayalleri; “ulus devletlerin bitirilmesi” fikirleri; “dinlerin değiştirilmesi” gayretleri; “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”  iddialı tezleri ile “robotları” (yapay zeka)  kullanarak hayatın akışını değiştirmek çabaları; hasta, engelli, yaşlı insanların imha edilerek(!) dünya nüfusunu “makul” seviyeye indirmek için bir nevi  “kontrollü seleksiyon” ile demografik düzenlemeye geçilmesi;  “online eğitim Sistemi”nden tutun da “kripto para sistemi” ne değin tamamen “dijital-sanal” bir yaşamın dayatılması… Herkesin vücuduna chip yerleştirilerek bütün bedenleri, insanların ruhlarını ve iradelerini hatta duygularını, zevklerini kontrol etme, yönlendirme, yani “robotlaştırma” çabaları… Kısacası, daha kolay ve daha etkin olarak “her şeyi yönetme”, “hüküm verme” “şeytani ilahlık(!)” arzuları…

Organize aklın böylesi alçak emelleri var mıdır gerçekten?..

Evet, İblis boş durmuyor!..

 

Acaba başarabilirler mi?.. Şayet dünya insanlığı topyekûn kendine gelirse, (Edibali’nin ifadesiyle) “Hz. insan” olduğunu hatırlayarak gereğini yaparsa elbette İblis kaybedecektir!..

Burada dikkat edilmesi gerekli bir konu da şudur: Belirttiğimiz çılgın senaryoları önlem almak için bilelim elbette. Ama zihinleri bu görüşlere hazırlayıp kabullenmeye katkı sunan, bizden yana görünen fakat  “şeytanın avukatı” olarak çalışan kimi stratejistlere(!) ihtiyatla yaklaşalım!..

Bu “derin” mevzudan çıkalım izninizle ve dönelim esas konumuza!

 

 AŞI ÜRETİMİ VE HIFZISSIHHA 

Büyük İskender, “En büyük felaket iyinin kötüye muhtaç olmasıdır” demiş ve şimdi aynen bunu yaşamaktayız!  Bugün Türkistan da milyonlarca Uygur Türk’üne zulmeden, virüsün ilk çıkış yeri olan Çin’den test kiti ve ilaç getirtiyoruz. Umutla herhangi bir ülkeden “aşı bulundu” müjdesini bekliyoruz. Çünkü yokluklarla Cumhuriyetin ilk yıllarında oluşturulan önemli sağlık kuruluşumuz olan Hıfzıssıhha’yı kapatmış durumdayız!

Bilindiği gibi Atatürk’ün öncülüğünde 1928’de “Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü” adı ile halk sağlığı laboratuvarı çalışmalara başlamış ve zamanla kurumsallaşmıştı. Aşı üretimi de yapan bu kurum çok önemli çalışmalar yaparak zamanla kökleşmişti. Ancak ne hikmetse(!) 1997 de aşı üretimi durdurularak çalışmalar sekteye uğratılmış ve 2 Kasım 2011 tarihinde ise Resmi Gazete ’de yayımlanan 663 sayılı kararname ile de kapısına kilit vurulmuştur. Şimdi yaşamakta olduğumuz salgın hastalık nedeniyle bu konuyu yüreğimiz burkularak hatırlatıyor ve soruyoruz: Hıfzıssıhha’yı neden kapattınız?

Dileriz bir musibet bin nasihatten daha iyi gelir ve derhal yerli aşı ve milli ilaç endüstrisine gereken önemi veririz.

 

EKONOMİ ÇÖKÜYOR MU?

Salgın nedeniyle her ülke ekonomik tedbirler paketi açıkladı. Mesela Kanada Başbakanı Justin Trudeau, korona virüsü için açıkladığı önlem paketinde halkına şunları söylüyordu: “-Parayı düşünmeyin, işimi kaybeder miyim diye korkmayın. Siz sağlığınızı düşünün, para bizim işimiz…” Diğer Avrupa ülkeleri ve Rusya’da benzer açıklamalar yaptı.

Doğal olarak Türk vatandaşları da benzer güvenceler bekliyordu.  Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan tarafından açıklanan ekonomik paket hakkında ne düşündüğünü sorduğumuz bir vatandaşımız ise bu paketi şöyle özetliyordu: “Herkes başının çaresine baksın dedi!”

Anlaşılan sefalet içinde ki fakirlerin sayısını daha da artıracak, işsizliğin oranını hızla çoğaltacak, gelir dağılımı adaletsizliğini büyütecek, halkımızı acınası bir yaşam biçimine sürükleyecek bir döneme giriyoruz. Kestirmeden söylersek bir “ekonomik çöküş” hepimizi bekliyor. Sadece Türk ekonomisi mi?  Elbette hayır! 2008 küresel ekonomik krizini de fazlasıyla aşan bir dünya ekonomik krizi kapıda.

HAYATI SORGULARKEN GÜLMEYİ UNUTMAYALIM

Zerreden kürreye meydan okumayla karşı karşıyayız. Küçücük virüsün yarattığı korku ve panik hali virüsün vereceği zarardan daha büyük!  O mikrop ülkemizde ve dünyada insanların psikolojisini alt üst etmeye yetti. Örneğin bir İtalyan doktorun, “meslektaşlarım sinir krizi eşiğine geldi”  ifadesi belki de dünyadaki genel durumu özetliyor…

Hapşırmadan irkilen, selamlaşmadan korkulan, evlere kapanılan, işine odaklanamayan, günlük rutinlerini sürdürmekte zorlanan insanların hızla arttığı bir süreç yaşıyoruz. Yakın gelecekte psikolog ve psikiyatristlere daha çok ihtiyaç duyulacağı besbelli… Aşırı kaygı ve panik hali “stok” yapma arzusunu da arttırdı. Başkalarını düşünmeden raflardan un, makarna, pirinç, bulgur, mercimek ne bulursa aylarca hatta yıllarca yetecek kadar stoklayanları biliyoruz.

Çarpıcı bir örnek haberin başlığı şöyleydi: “Dünya bunu da gördü. Tuvalet kâğıtları polis korumasında!”  Haberin devamında  “ABD’de bazı süpermarketlerde tuvalet kâğıtlarını polisler ve güvenlik görevlileri korumaya başladı” yazıyordu… Trajikomik bir film gibi!

Psikiyatr Prof. Kemal Sayar’ın şu tavsiyesine uyalım: “Böyle afetler insanlığa hayatı yeniden düşünme fırsatı sunar.  Endişe durumunda beynin rasyonel kısımları adeta şalter indirir. Zihnimizde sürekli olumsuz senaryoları üretmekten uzak duralım. Bu sorunun geçeceğine inanalım ve sevdiklerimizle güzel vakit geçirelim.” (16.03.20 Sabah gazetesi)

Corona virüs biyolojik sağlığımız kadar ruh sağlığımızı da tehdit ediyor! Lütfen sağduyumuzu, aklımızı, hayat coşkumuzu ve mutluluğumuzu muhafaza edelim!

Her şeye rağmen kulaklarımızı açalım ve dinleyelim; kuşlar cıvıldamaya devam ediyor hala. Gökyüzü yine muhteşem, güneş her zamanki gibi ışıldıyor ve çiçekler yine aynı güzellikte açmaktan vazgeçmiyor…

 

KISSADAN HİSSE

“Biz farklıyız ama bize bulaşan corona tamamen aynı.”

Tüm dünyayı kasıp kavuran evrensel ikazın benzerlerini hatta daha ağırlarını bundan sonra da yaşayabiliriz. Virüs gibi iyiliklerde kötülüklerde sirayet edicidir! Virüs diyor ki; temiz ol, doğru ol, doğaya özen göster… Bakınız insanlardan ve kirlilikten uzak kalan doğa bu günlerde kendini yeniliyor. Corona virüsünden en çok etkilenen ülkelerden birisi olan İtalya’nın Venedik şehrinden gelen fotoğraflar eğer insanlar olmazsa doğanın kendini ne kadar hızlı yenileyeceğini kanıtladı. İnsanların sokaklara çıkmayı bırakmasından sonra balıklar, kuğular ve hatta yunuslar görülmeye başlandı.

Bütün insanlık gibi biz Müslümanlar da kendini sorgulamalı ve düzeltmeli! Bugün camiler hatta Kâbe bile kapalıysa buradan çıkacak dersler olmalı! Bu salgın vesilesiyle ahlak gibi, haksızlıklara, zulümlere başkaldırmak gibi mükellefiyetlerimiz olduğunu yeniden hatırlamalı, birbirimize dostça kardeşçe yaklaşmalıyız… Hâsılı, “Yeniden Müslüman olmalıyız.”

“Kula bela gelmez Hak yazmadıkça, Hak bela yazmaz kul azmadıkça”

 

 

 

Yorum Yapın

Navigate