İstanbul Sözleşmesi İhanet Planıdır

24 Nisan 2020 Cuma günü Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş; Koronavirüs salgını sebebiyle sembolik şekilde kılınan Cuma Namazı öncesi hutbesi ile 2012 yılından beri görmezden gelinen çok önemli bir sorunun su üstüne çıkmasına sebep oldu. İnternet  sitesinden de yayınlanan Diyanet İşleri Başkanlığı Ramazan ayının ilk cuma hutbesinde Ali Erbaş şunları söyledi:

“-Ey insanlar! İslâm zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Eşcinselliği* lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti. Yılda yüzbinlerce insan gayri meşru ve nikahsız hayatın İslâmî literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV** virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim.”

Hutbeye Gelen Tepkiler

Hutbe sonrası ilk tepki Ankara Barosundan geldi. Baro, Erbaş’ı “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmekle” suçladı. Ankara Barosunun, “Sesi çağlar öncesinden gelen” diye kast ettiği hutbe okuyan kişi midir, yoksa İslâm mıdır? Çok yönlü olarak beraberce irdeleyelim.

Ülkemizdeki Din Düşmanı, Daha Doğrusu İslâm Düşmanı Kesimin “İnsanlık Dışı” Zihniyetine Asla Fırsat Verilmemelidir

Ankara Barosu; Diyanet İşleri Başkanı’nın hutbesi sonrasında, Erbaş’ın hutbesini eleştiriyormuş gibi yaparak çocuk tecavüzcülüğünü ve kadın düşmanlığını dine mal etti. “Ellerinde meşalelerle meydanlarda cadı diye kadın yakmaya davet etmenin” karanlık Batı’nın skolastik düşüncesinin ürünü olduğunun bile idrakinden yoksun zihinler bilmelidir ki; Batı insanını Orta Çağ’da içerisinde debelendiği fizikî ve düşünsel pisliğin doğurduğu her türlü hastalıktan kurtaran; bilimi, özgür düşünceyi, insan onurunu, kadını, aileyi, çocuğu sefil düşüncelerin, katillerin, engizisyon cellatlarının, ilk gece kuralı koyucusu  alçakların insafından, insan eti yiyicilerinin zulmünden kurtaran, hastalıkları iyileştiren İslâm’dır, İslâm’ın hadimliğini yapma şerefine nail olan yüce Türk Milleti önderliğindeki Müslümanlardır.

Buraya bir not olarak, kalemi şahit tutarak ifade ederiz ki; Müslümanların içerisinde bulunduğu olumsuz şartlar tertemiz İslâm’ın değil o hatayı yapan Müslüman’ın suçudur, günahıdır. Coğrafyanın içerisinde bulunduğu olumsuz şartlar, insanlığa umut olan İslâm’ın üstünlüğüne -haşa- zeval getirmez. Ne zaman Allah’ın dinine gerçek anlamda dönülürse, o zaman tüm insanlık için yüceliş başlar. Allah’ın Kur’an’da ortaya koyduğu kurallar konjonktüre ve şartlara göre değişmez. O kuralları idrak etmek ve uygulamak çapına, kabiliyetine sahip yöneticilerin var olup olmamasına göre hayata geçer ya da geçemez.

Hukuk Talimatla mı İşliyor?

Hutbe sonrasında Ankara, İzmir Baroları, pek çok ne idiğü belirsiz dernek ve vakıf kan görmüş vampir yarasa gibi dinimize saldırmak için bahane aradı. Atatürk rahmetlinin talimatı ile kurulan, Türk insanına hurafelerden arındırılmış, Türk örf ve adetlerini hiçe saymadan yüce dinimizi yaşayabilmenin yolunu açan, İmam-ı Azam Hazretlerinin akıl dolu fıkhını rehber edinen Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli makamlarındandır. Üstlendiği görevinin istisnai hali sebebiyle de özerk olması gereken bir kurumdur. Kurumun başındaki kişinin söylemleri 8 yıl geç kalmış olmasına rağmen söylenenler doğrudur. Bu kurum nezdinde dinimizin hor hakir görülmesinin cevabını da elbette Yüce Türk Mahkemeleri vermelidir. Savcılarımızın harekete geçmesi son derece doğaldır, elzemdir. Ancak “Neden Cumhurbaşkanının demeçlerinin ardından harekete geçildi?”, “Savcılarımız -Allah korusun- talimatla mı harekete geçiyor?” sorularının toplumda yayılması adalete olan güveni daha da sarsacaktır. Diyanet İşleri, Kur’an’ın davetini korkusuzca, özgürce yalnız Allah’a hesap verecek şekilde yapmalıdır.

Müslümanlar Şapkalarını Önlerine Koyup Düşünmelidir

Yukarıda bahsettiğimiz İslâmofobikler, elbette ki aç sırtlanlar gibi zihniyetlerine uygun olarak İslâm’a ve yüce kutsallarımıza saldıracaklar. Peki İslâm dünyasının en aydın ülkelerinden birisi olan ülkemizde kendisi için “İslâm’a uygun yaşıyorum” diyenler tam anlamıyla, hakkıyla İslâm’ı idrak edebilmekte midir? Diyanet İşleri; çağın meselelerine dinamik şekilde, Kur’an’ın ve aklın aydınlığında, birikimsel İslâm kültüründen hareketle, yeni içtihat ortaya koymaktan çekinmeden cevap verebilmekte midir? Müslümanlar, “İslâm yaşantısı” olduğu zannedilen yaşamlarını, Kur’an’ı ellerine alarak sorgulamalıdırlar. O zaman “bizim   çocuklar”, “bizden olanlar” denilenlerin yaptığı hatalar İslâm’a mal edilmeye çalışılmayacaktır.

Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur’an kurslarında yaşandığı  söylenen ve bazılarının dillerine doladıkları akıl almaz iddiaları, savcılık makamlarından önce tetkik etmeliydi. Kadını, mal sayıldığı cahiliye toplumunda bile -layık olduğu gibi- en asil konuma yükselten İslâm’ın kadına bakışının bugünün Müslümanları tarafından ne kadar anlaşıldığı yüreklice düşünülmelidir. Kadının mahkûm edildiği durum İslâm’ın değil saltanat sevdalısı ve bencil insanın ortaklaşa kabahatidir.

Hatırlayınız… Peygamber torununu şehit eden o zalim, melun Yezid’in karşısında kimse dikilemezken Hz. Zeynep dikilmişti. O zalimlerin “Zeynep’in sesi fitne çıkarıyor” dediğinden beri meclislerimizde kadınların, adaleti, hakkı savunmaktan men edilişi İslâm’ın suçu değildir. Zalimlerin hükmünü sorgulamadan devam ettiren bizim suçumuzdur.

İslâm’ın kadına, aileye, çocuğa ve insana dair hükümleri Kur’an ışığında yeniden ortaya koyulduğunda İslâm düşmanlarının bize dayatmalarına fırsat kalmayacaktır. Aile yapımıza ve doğrudan birliğimize kasteden “Batı sevicilerinin” sözde aydınlanma ve kadını koruma faaliyetleri, sözleşmeleri esasında Türk Milletini yok etmek çabası dışında bir şey değildir.

Hutbede Bahsedilen Günahlar Yıllar Önce Suç Olmaktan Çıkarıldı!

Yukarıda bahsettiğimiz sözleşme ve dayatmalardan en önemlisi, kamuoyunda “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen sözleşmedir. Bu sözleşme, 2012 yılında yasalaşarak yürürlüğü kabul edildi.

Sözde kadını korumaya yönelik olan bu sözleşmede öncelikle “kullanılan üslup” dikkat çekiyor. Bu metin, çok özenle ve profesyonelce kurgulanmıştır. Pek çok iğrençliğin meşru ve makul kabul edilmesi istenen bir dayatmadır. Maksadı, ne kadını ne de çocuğu korumaktır. Maksat; metinde geçtiği hali ile “kültür, örf ve adet, gelenek, din veya namusun ortadan kaldırılmasıdır”. Ve başka bir maddede “örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak  amacıyla kadınlar ve erkeklere ilişkin sosyal ve kültürel davranış modellerinin değişimini sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” denmektedir.

Hemen belirtelim ki kadına ve çocuğa yönelik her türlü kötü niyetli eylem; ibret oluşturacak ve tekrarı  başka hastalıklılar tarafından akıldan geçirilemeyecek sertlikte ve caydırıcılıkla uygulanmalıdır.

Tamamı cüretkârca yayınlanan metin kabaca incelendiğinde; sapkınlıkların, hastalıklı yaşantıların yayılmasının hedeflendiği, bunun önündeki kanun engellerinin kaldırılmasının hedeflendiği çok açıktır.

Metnin amacı; aklı, vicdanı ipotek altına alınan beyni yıkanmışların “özgürlük” sandıkları yaşantının yaygınlaştırılmasıdır. Allah’ın insana verdiği özellikleri seçimlik olarak tayin etmek teşvik edilmekte ve devlet korumasına alınması sağlanmaktadır.

“Toplumsal cinsiyet”, “cinsel yönelim”, “cinsel kimlik” sapkın kavramları özenle metne yerleştirilmiştir. Kur’an’ın lanetlediği, kayıtsız kalınmasının bile helake müstahak yasaklar, yeni kavramlara büründürülerek sözleşmeye taraf devletlere kabul ettirilmiştir.

Kadına yönelik şiddeti cinsiyetçilik saplantısı ile ele alan ve fıtrata aykırı yaşamların yaygınlaştırılması amacı alenen ortada olan sözleşme maalesef “Müslümanların”*** en güçlü olduğu sanılan dönemde imzalanmıştır.

Çözüm sayın Aykut Edibâli’nin yıllardır çağırdığı İslâm Rönesansı’ndadır. Türk insanı kendi Kitabına döndüğü zaman Batı’yı da Doğu’yu da aydınlatacak, kadını, çocuğu ve tüm insanları aydınlatacak, barış ve kardeşlik güneşi İslâm  Medeniyeti ile yeniden tanışacaktır.

Ramazanınız mübarek olsun. Yaklaşan Ramazan Bayramınızı şimdiden tebrik ederiz. İnşallah bu salgının bertaraf edildiği, birlikte kutlayacağımız nice bayramlara ulaşmak temennisi ile. Sağlıcakla kalınız.

*-  Buradaki “lutîlik” kelimesi bilinçli olarak silinmiştir. Bu çirkin günah “Hz Lut’a ait” anlama gelen kelime ile kullanılamaz.
** –  HIV virüsü maalesef sadece ahlaksızlık günahını işleyenlere bulaşmamaktadır. İlk defa sapkın iğrençlikler sebebiyle, hayvanlardan insanlara geçtiği düşünülen HIV virüsü, kan yoluyla da maalesef pek çok masum insana  bulaşmaktadır.
*** – İktidar veya muhalefette olsun, kim Allah’ın birliğine, Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ediyorsa Müslümandır. Burası asla tartışılamaz.  Tırnak içerisindeki ifade bir dönemin hatalı kullanımıdır. Her fırkanın kendisini seçilmiş ve “Müslüman” saymasına bir atıftır. Asırlardır süren bir yanlış fırka-i naciye telakkisinin yansımasıdır. Gerçek fırka-i naciye idraki için Bayrak’ın İslâm Rönesansı’nın sayısı Başyazısı ve Rahmetli Hamidullah’ın  Sünnet isimli eseri, s.248 incelenmelidir.

2 Comments

  1. ŞEVKET BİNGÖL Reply

    ALLAH RAZI OLSUN DEĞERLİ AHMET BEY KARDEŞİM. SEVGİ VE SELAMLARIMI SUNUYOR, MÜCADELE HAYATINIZDA HAYIRLI BAŞARILAR DİLİYORUM.

  2. Ahmet Ateş Reply

    Bayrak Dergisi olarak insanımıza bayraktarlık yapmaya, doğruları savunup yanlışları ortaya koymaya devam edeceğiz. Yazınızı bunun bir örneği olarak görüyor ve kutluyorum.

Yorum Yapın

Navigate