Allah’a ve resullerine iman ile birlikte iman esaslarından bir tanesi de kitaplara imandır.
Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’den önce de elçileri vasıtası ile kitaplar (Tevrat, İncil…) göndermiş olmasına rağmen maalesef inananları tarafından bu kitaplar tahrif edilerek orijinal halleri ile sonraki nesillere intikali mümkün olmamıştır. İmanımızı sağlam temellere oturtmak istiyorsak kitaplara iman konusunda sağlıklı bilgiye sahip olmamız ve iman ettiğimiz kitabımızın emir ve yasaklarına uyarak Ehli Kitabın düştüğü hatalara düşmememiz gerekir.
Rabbimiz (cc) buyuruyor:
“Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: “Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.”” (Bakara 285)
İnsan bu dünyada başıboş ve yalnız bırakılmadığından yaratılış amaçlarına uygun bir hayat yaşamaları, doğru yolu bulmaları, istikametlerini şaşırmamaları için Rabbimiz ilk insandan itibaren insanlık tarihinin değişik dönemlerinde insanlara rehberlik etmek için önce elçilerini sonra da hidayet rehberi olarak kitaplarını göndermiştir.
Nasıl ki kullanmak için aldığımız eşyaların içinde bir kullanma kılavuzu varsa, o kılavuza göre eşyanın kullanılması anlatılıyor, kılavuza aykırı kullanmanın mahzurları izah ediliyorsa Rabbimizin gönderdiği kitaplar, sahifeler de insanların hayat kılavuzudur. Bu kılavuza göre hayatlarını tanzim etmelidirler.
Yüce kitabımız Kur’an’da kitap olarak; peygamberlerden Hz. Musa’ya Tevrat, Hz. Dâvûd’a Zebur, Hz. İsa’ya İncil ve Hz. Muhammed’e de Kur’an verildiğini bildirilmektedir. Bunlar ile ilgili ayetlerde şöyle buyrulmuştur:
“Doğru yolu bulasınız diye Musa’ya Kitab’ı ve hak ile bâtılı ayıran hükümleri verdik.” (Bakara 53)
“Biz Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyüb’e, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr vermiştik.” (Nisa 163)
“Ardından o peygamberlerin yolu üzere, kendinden önce gelmiş olan Tevrat’ı tasdik edici olarak Meryem oğlu Îsâ’yı gönderdik. Ona da içinde hidayet ve nur bulunan, kendinden önce gelmiş olan Tevrat’ı tasdik edici, takvâ sahipleri için bir yol gösterici ve bir öğüt olarak İncil’i verdik.” (Maide 46)
“O, sana Kitab’ı hak ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, daha önce Tevrat’ı ve İncil’i insanlar için birer hidayet olarak indirmişti. Furkan’ı da indirdi. Şüphesiz, Allah’ın âyetlerini inkar edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.” (Al-i Imran 3-4)
Bu ayetler, Rabbimizin gönderdiği dört büyük kutsal kitap olarak bildiğimiz kitaplardan bizleri haberdar etmektedir.
Ayrıca, “Onlar kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir.” (En’am 89) ayetiyle bunların dışındaki peygamberlere de kitap verilmiş olabileceğine işaret edilmektedir.
Ayrıca Kur’an’da bazı peygamberlere Hz. Musa ve Hz. İbrahim’e sayfalar anlamına gelen “suhuf” gönderildiği bildirilmektedir. “Yoksa, Mûsâ’nın ve Allah’ın emirlerini bütünüyle yerine getiren İbrahim’in sahifelerindeki şu hakikatler kendisine haber verilmedi mi?” (Necm 36-37)
Peygamber Efendimiz de bir hadislerinde; elli sahife Şit’e, otuz sahife İdris’e, on sahife İbrahim’e ve on sahife de Tevrat’tan önce Musa’ya indirildiğini belirtmiştir. Bazı tefsirler, on sayfa verilen peygamber olarak Hz. Musa’nın yerine Hz. Âdem’i zikretmişlerdir.
Peygamberler nasıl kendilerinden önce gelenleri tasdik etmişse kitaplar da kendilerinden öncekileri tasdik etmiştir. Böylece ilâhî kaynağın bir olduğunu ortaya koymuşlardır.
“Allah, sana Kitabı (Kur’an) hak ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi.” (Al-i Imran 3)
“Kendinden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak peygamberlerin izleri üzerine, Meryem oğlu İsa’yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içerisinde hidayet ve nur bulunan, öncesindeki Tevrat’ı doğrulayan Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için doğru yola iletici ve bir öğüt olarak İncil’i verdik.” (Maide 46)
Her biri kendisinden öncekini tasdik eden ve son halkası Kur’an olan ilâhî kitaplara, hepsinin doğru, gerçek olduğuna ve hepsinin hidayet vesilesi olarak insanlığa sunulduğuna inanmak; iman etmenin, mümin olmanın gereklerinden biridir. Kısaca ilâhî kitaplara iman “âmentü” olarak bilinen iman esaslarındandır. Fakat günümüzde insanların elinde bulunan İncil ve Tevrat’ın ilahi kitap olma özelliği taşımadığını, tahrif edilmiş olduğunu da unutmamak gerekir.
Kur’an, müminlerin kitaplara iman ettiğini özellikle vurgulamış, kitaplarla birlikte diğer iman esaslarına inanmanın da gerekli olduğunu bildirmiştir.
“Deyin ki biz, Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrâhim’e, İsmâil’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilene ve diğer bütün peygamberlere Rableri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.” (Bakara 136)
“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa 136)
İlâhi kitapların taşıdıkları mesaj açısından aralarında bir fark yoktur. Hepsi haktır ve gerçeği bildirir. Hepsi melekler aracılığı ile indirilmiştir. Hepsi Allah’ın birliğini, yalnız O’na kulluk edilmesi gerektiğini ifade eder.
Bu husus Kur’an’da şu şekilde açıklanır: “Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona, “Benden başka ilâh yoktur, bana kulluk edin.” diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiya 25)
İlâhî kitapların dilinin hepsinin Arapça olduğu düşünülemez. İndirildikleri topluma göre farklı dilleri olabilir. “Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın.” (İbrahim 4)
İlahi kitaplardan günümüzde geldiği gibi korunan yalnız Kur’an-ı Kerim kalmıştır. Kur’an ve hadislerde bahsi geçen sahifeler günümüze ulaşmamış; Tevrat, Zebur ve İncil ise orijinal hâllerini koruyamamış, ilk hali sonraki nesillere intikal ettirilememiştir.
Yahudilerin kendilerine indirilen Tevrat’ı tahrif edişleri ve Allah’ın kelâmı olduğunu bildikleri hâlde onu gizleyip inkâr ederek istedikleri gibi yorumladıkları, kelimelerin yerlerini değiştirdikleri Kur’an’da şöyle haber verilir: “Şimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlardan bir zümre, Allah’ın kelâmını işitirler; sonra o kelâmı iyice anlamış olmalarına rağmen yine de bile bile onu tahrif ederlerdi.” (Bakara 75)
“Onlar Allah’ı gereği gibi takdir edip tanımadılar. Nitekim “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” dediler. De ki: “Öyleyse Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği kitabı kim indirdi?” Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de, atalarınızın da bilemediğiniz şeyler (Kur’an’da) size öğretilmiştir. (Resulüm!) Sen “Allah” de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oyalanadursunlar!” (En’am 91)
“Ey Peygamber! Kalpten inanmadıkları halde ağızlarıyla “İnandık” diyenler (münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar, (Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler, sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler. Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler: “Eğer size şu hüküm verilirse onu tutun. O verilmezse sakının.”” (Maide 41)
Ayet, Yahudi hahamlarının, kendi görüşlerine ve anlayışlarına uymayan Tevrat ayetlerini istedikleri şekilde çarpıtarak yorumlamak suretiyle değiştirmelerini hatırlatmaktadır.
Kitâb-ı Mukaddes adı altında birleştirilen bu kitaplardan Tevrat, Ahd-i Atîk; İncil, Ahd-i Cedîd olarak anılmakta, Zebur ise Mezmurlar adıyla Ahd-i Atîk içinde yer almaktadır.
Tevrat ve İncil metinlerinin hem kendi içlerinde hem de Kur’an’la karşılaştırıldığında ortaya çıkan çelişkiler, söz konusu tahriften kaynaklanmaktadır. Kitabın tahrif edilmesi aslında peygamberin mesajının bozulmasıdır. Peygamberin mirası olan kitaba ihanet, peygambere ve dolayısıyla Allah’a ihanettir. Hz. Peygamber, Yahudi ve Hıristiyanların Tevrat ve İncil’i okumalarına rağmen hükümleriyle amel etmedikleri için dinî bilginin aslını kaybettiklerini ifade etmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hz. Peygamber’in mesajlarında özellikle vurgulanan, “Bütün ilâhî kitaplara iman etme” emri, hiç şüphesiz o kitapların tahrif edilmemiş yani Allah’tan geldiği şekliyle muhafaza edilmiş hâlleri için söz konusudur. Müminler bu kitapların asıllarının Allah kelâmı olduğunu kabul etmekle yükümlü olduğu kadar, Kur’an dışındaki mevcut ilâhî kitapların tahrif edilmiş olduğuna da inanmakla sorumludur. Bu nedenle Tevrat ya da İncil’den gelen bir bilgiyle karşılaşan mümin, bu bilginin doğru veya yanlış olduğunu söylemeden önce Kur’an’a başvurmalıdır. Kur’an’ın verdiği bilgilerle tenakuz hâlinde olmaması, Kur’an’ın genel ilke ve prensipleri ile çelişmemesi böyle bir bilginin doğru olabileceğine işarettir. Kur’an’ın değer yargılarıyla ve evrensel mesajı ile çelişen bilginin, Allah’tan gelen bir bilgi olarak değerlendirilmesi söz konusu olamaz.
Allah Teâlâ, son peygamber olarak Muhammed’i (sav) göndermiş, son kitap olarak da Kur’ân-ı Kerîm’i indirmiştir. Artık tek rehber, hidayetin kaynağı, dünya ve âhiret mutluluğunun anahtarı Kur’an’dır.
Peygamber Efendimizin ümmetine bıraktığı en büyük miras, Allah’ın Kitabı Kur’an’dır. Bu bağlamda Allah Resûlü (sav) Veda Haccı sırasında ümmetine şu tavsiyede bulunmuştur: “Size öyle bir şey bırakıyorum ki ona sarıldıktan sonra asla sapıtmazsınız. O, Allah’ın Kitabı’dır.” (Müslim)
Kur’an kıyamete kadar gelecek bütün kuşaklara hitap etmektedir.
“Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan mü’minler için büyük bir mükafat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler.” (İsra 9)
Kur’an’a göre hayatlarını tanzim edenler asla yollarını şaşırmayacak, istikametlerini kaybetmeyeceklerdir. Kur’an, şifa kaynağı, hidayet rehberi ve rahmet vesilesidir.
“Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifâ ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur’an) geldi.” (Yunus 55)
Kitaba sarılmak, ona tutunmak, onun rehberliğinde hayat yolculuğuna devam etmek ancak onun hükümlerini uygulamakla, emir ve yasaklarını tam olarak yerine getirmekle mümkün olmaktadır. Allah Resûlü, “Kur’an’ın haramlarını helâl sayan, ona iman etmemiştir.” (Tirmizi) buyurarak bu gerçeği ifade etmiştir.
Bu çerçevede Kur’an’ın sayfalarını yüceltip kutsallaştırmak ama diğer taraftan hükümlerini çiğnemek, ona tutunmak değildir. Kur’an’ın süslü kılıflar içerisinde evlerin en mutena köşelerine yerleştirilip ele alındığında öpülüp baş üzerine konulması ancak ve ancak şeklî saygının ifadesi ve tezahürüdür.
Bütün bu gerçekler bir kenara bırakılır ve Kur’an hayatın dışına itilirse Peygamberin, “Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı terk edilmiş bir şey hâline getirdi.” (Furkan 30) serzenişiyle karşı karşıya kalınabilir.
Kur’an nazil olmadan önce gönderilen kitapların kendilerine inananlar tarafından tahrif edildiği tarihi ve dini bir gerçektir. Onlar kitaplarını yırtıp çöpe atarak tahrif etmemişlerdir. İçeriğini kendi menfaatlerine göre değiştirmişler, kendilerini sahip oldukları kitaba göre değil kitabı kendi düşüncelerine uydurarak tahrif etmişlerdir. Yüce kitabımız Kur’an, onların düştükleri hataları sık sık mü’minlere hatırlatarak, onların helaklerine sebep olan hataları yapmamalarını istemiştir.
Yüce kitabımıza göstermiş olduğumuz hürmeti, O’nu anlama ve hayatımıza uygulama alanlarında da gösterirsek yüce kitabımız Kur’an’a gerçek manada iman etmiş oluruz. Aksi takdirde sözde kalan bir iman anlayışı ile önce zihnimizde sonra da hayatımızda tahrife uğramış bir kitaba iman anlayışına sahip oluruz.
İmanımızda samimi olmak temennisi ile…