II. Meşrutiyet ve İttihatçılar

 

Günümüze kadar süren bundan sonra da süreceği anlaşılan anayasa, yönetim, demokrasi vs. tartışmalarının başlangıcı Tanzimat fermanıdır. Onu takip eden Islahat Fermanı, Jön Türkler, I Meşrutiyet, İttihat Terakki Partisi’nin kurulması, II. Meşrutiyet’in ilanı, Cumhuriyetin ilanıyla da bu süreç tamamlanmamıştır. 

Ülke olarak yönetim tartışmalarının halâ sonuçlanmaması milletimiz için bir büyük meseledir. Çünkü bu ülkeyi süper bir güç yapacak kalkınmaya odaklanamıyoruz. Osmanlı, batı karşısında gerilemeseydi 250 yıllık tartışmalar olmayacaktı.  Milletimiz insanlık âleminin en dinamik en gelişmeci en mücadeleci milletlerinden biridir. Durağanlık, yerinde sayma onun dinamik yapısına uygun değildir. Türk milletinin zararına olan millete faydası olmayan asırlık tartışmalardır. Pratik bir yapıya sahip olan milletin önüne kalıcı plan ve programı artık koymak gerekmektedir.

Çözülme Tanzimat Fermanıyla başladı.  İkinci Meşrutiyetle zirve yaptı. Suriye’de, Irak’ta Tanzimat’la başlayan isyanların nedeni bağımsızlık değil sosyal yapıyı bilmeden asırlarca bir kurum haline gelmiş olan yerel beylikleri bir gecede değiştirmek yerine merkezden vali tayin etmekti. Bu hal ikinci meşrutiyetle iyice içinden çıkılmaz bir hal aldı. II.Meşrutiyet’in ilanından önceki dönemlerde İmparatorluğun oturmuş gelenekleri vardı. O gelenekler içerisinde devlet idare ediliyordu.

Ali Fuat Türkgeldi tecrübeli bir devlet adamıdır. Uzun yıllar devletin en üst makamlarında bulunanların yanında çalışmış, çok önemli olaylara şahit olmuş devletin işleyişine vakıf bir bürokrattır.  Devlet yöneticilerinin en yakınında bulunan bir görevlidir. Devleti çok iyi tanımaktadır. Aynı zamanda değerli bir tarihçi olan Ali Fuat Türkgeldi hatıratında II. Meşrutiyetin ilanı ve sekiz ay sonra II. Abdülhamit’in tahttan indirilişini; halkın, bütün dertlerin biteceği, bütün kurumların değişeceği şeklinde anladığını anlatmaktadır. Kamuoyunda sadece his ve heyecan vardır. Sokak yürüyüşleri yapılmakta, nutuklar atılmaktadır. Halk artık ülkeyi padişah değil kendilerinin yöneteceğini zannetmektedir. Trabzon’da vilayet-i işgal eden ahali meşrutiyet’in gereği valinin değiştirilmesini istemektedir ve bu istekleri yerine getirilmektedir. Bu kargaşa içerisinde Ali Fuat Türkgeldi II. Abdülhamit tahttan indirildiğinde otuz üç sene saltanat süren bir padişahın tahttan indirilmesinin memlekette ne tür sonuçlar doğuracağına dair endişelerini belirtmekte ve bu endişeler fazla zaman geçmeden acı bir şekilde onu haklı çıkaracaktır.  

1903‘te Makedonya’da Bulgarlar çıkarttıkları isyanlarda Türklere karşı çok büyük cinayetler işlemişlerdi. Arnavutlar isyan ediyordu. İttihatçıların kendileri Makedonya’da ayrılıkçılarla çatışma halindeydi. Buna rağmen onlar tüm bu olayları istibdat yönetiminin varlığına bağlıyorlardı.

İttihat ve Terakki Partisinin II. Meşrutiyetten önce devletin kalkınmasına yönelik bir hazırlıkları yoktu. Devlet yönetimi ile ilgili bir programları bile yoktu. Bütün kötülükleri Sultan Abdülhamit’in varlığına bağlıyorlardı.  Onlara göre; meşrutiyet ilan edilirse bütün azınlıklar  devlete sadık kalacaklardı! Dünyadaki gelişmeleri de yanlış yorumluyorlardı; 1905 yılında Japonya Rusya’yı ağır bir yenilgiye uğratmıştı. İttihatçılar bunu Japonya’nın teknik sahadaki yenileşmesinin kalkınmasının eseri olduğunu düşünecekleri yerde Japonya’da meşruti monarşinin varlığına bağlamışlardı. Almanya’nın hızla güçlenmesine karşı tedbir almak için Reval’de bir araya gelen (1908) Rus çarı ile İngiliz kralının görüşmesinde Osmanlının paylaşıldığı şeklinde yorumladılar. Kurtuluşu ise Osmanlıyı paylaşılmaktan kurtarmak için de bir an evvel meşrutiyet ilan edilmesi gerektiğini görüyorlardı. Halbuki aynı yanlış beklenti I. Meşrutiyetin ilanında Jön Türker’de vardı.

İttihatçılar Sultan Abdülaziz’i tahttan indirdikleri için Serasker Hüseyin Avni Paşa’ya sempati duyuyorlardı. İttihatçıların Hüseyin Avni Paşa adıyla kurdukları komiteleri vardı. Ancak kendilerinden kırk yıl önce yaşamış Paşa’nın görüşlerinden çok uzaklardı. Hüseyin Avni Paşa 1871’de Isparta’da sürgündeyken Isparta valisi Hersekli Rıdvan Paşa’yla bir görüşmesinde vali ona “memleketimizin (Bosna-Hersek) Avusturya işgaline uğramasından çok korkuyorum” demesine mukabil Hüseyin Avni Paşa “Çok haklısınız Bosna Hersek kıtası Rumeli’nin kapısı ve kilidi mesabesindedir. Maazallah bu hal tahakkuk edecek olursa Rumeli’nin her tarafından hatta payitahttan bile korkulur. Sarayın gayri mesul adamlarıyla padişahın umuru idare ve mülkiyeye keyfe mayeşa (keyfi istediği gibi) müdahale ve tasarrufları ve bilhusus istikrazatı  (borçlanma) ecnebiye ile yaptıkları israflar ve safahatlar kaldırılmadıkça günden güne artmakta olan duyun (borç) ve ahlaksızlık ve suiistimali idarei hazıranın devam ve bekasını  muhal dereceye götürür.  İşte o zaman Rumeli ve Anadolu’nun ve Alem-i İslam’ın mabihi istinad tanıdıkları hilafet-i saltanat ı Osmaniye kalabilir. Allah o günü göstermesin.Bu muvafakiyet ancak ve ancak kuvetli bir idareyi askeriye ve mütehiddül efkarı ve ricali vataniye ile olur.  Rahatperestlik yolundaki meslek ve mişvar  ve hercailikleri devam ve terakki ettikçe bu maksadı ali vatanperveri hiçbir aman husul pezir olmaz.” (Böcüzade Süleyman Sami Üç Devirde Gördüklerim) 

Hüseyin Avni Paşa bu sözleri ifade ettiğinde elli yaşlarındaydı.

 Vatan kurtarmaya kalkan Osmanlıya düşman olan azınlıkların dışında kalan saf idealist askerler ise henüz yirmili yaşlardaydı ve devlet idaresinden siyasetten bihaberlerdi. İçlerinden daha sonra devlet yönetimine gelenler bazı devlet görevlilerinin canlarına kast edenlerin vücudu ortadan kalkınca ülkenin kurtulacağını düşünüyorlardı. (*)  

İttihat ve Terakki Partisini kişi şahsında değerlendirmek için Ahmet Rıza Bey’i ele almak gerekir. Çünkü Sultan Abdülhamit’e karşı uzun yıllar Avrupa’da kalmış Sultanın yurda dön tekliflerini ret etmiş. Ancak meşrutiyetin ilanından sonra  dönmüştür. Ahmed Rıza Bey, İttihat ve Terakki Partisinin isim babasıdır. Osmanlı Mebusan ve Ayan Meclis başkanlığı yapmıştır. 

Pozitivisttir. Ancak pozitivist Avrupa’nın Ermenileri tutuğunu bunun da onların Hıristiyan olmasından kaynaklandığına da işaret eder. Mütevazı görünen, fakat hatıratının satır aralarında korkunç bir kibir ve enaniyet portesi çizer. Kendini hatadan münezzeh görür. Ülkenin uçuruma yuvarlamasında kendisinin hiç suçu yokmuş gibi anlatır. Öz eleştirisi hiç yoktur. Aleyhte de yazsa Sultan Abdülhamit’in onu yurda getirme gayretinde ne kadar haklı olduğu sonucu hatıratının son kelimesi okunduğunda ortaya çıkar “Sonuç, siyasetçi mutlaka hesap kitap adamı olmalı hissi duygusal olmamalı.” Güya prensip sahibi; Ahmed Rıza Bey Ayan reisi iken Sultan Vahdettin’in başmabeyncisi Lütfi Simavi Bey’den yana yakıla bir istekte bulunur. İsteği şudur: İstanbul işgal altındadır. İşgalcilerden bir Fransız askeri yana yakıla Türkleri çok sevdiğini bu sevgisi için mutlaka padişahın elini öpüp saygı sunmayı arzuladığını istemektedir. Ahmet Rıza Bey, bu erin isteğinin yerine getirilmesini. Padişahın mabeyincisi Lütfi Simavi Bey’den ister ancak Lütfi Bey bir devlet adamına yakışan şu cevabı verir “İşgalci ordunun bir neferinin dileğini yerine getirmek ha! bu ne çapsızlık ve prensipsizlik. Padişah makamı bu kadar mı düştü? yarın bir çatışmada Türklere karşı gözünü kırmadan ateş edecek şu Fransız askerini padişahla buluşturmaya aracılık etmek! ne acı bir istek! ne acı bir durum.”

Ahmet Rıza Bey “Avrupa İslam’a yardım etmez, Mısır’da, Hint’te bu kadar İslam ayaklanması oldu. Gazetelerde bunlar lehinde bir tek harf bile yoktur.”

Saf, idealist, plansız programsız ittihatçılar, iktisadi egemenlik olmadıkça milli egemenliğin olamayacağını imparatorluk çöktüğünde çok ağır bir şekilde anlamışlardı. İstiklal Harbini başarıyla gerçekleştiren Cumhuriyetin kurucuları askeri İzmir iktisat kongresini toplamışlardı. Onlara göre; askeri zaferler ekonomik başarıyla taçlandırılmazsa kazanılan zafer kalıcı olamazdı. 

 

_________________________________________________________

 (*)Atıf Kamçıl 

Selanik’te Şemsi Paşa’yı öldürerek meşrutiyet ilanı için isyanın fitilini ateşleyen genç bir teğmen olan Atıf Bey’di.

İttihatçıların işbirliği yaptığı gayri Türk ve gayri müslim mebuslar ne kadar içten pazarlıklıydıysalar İttihatçı Türk üyeleri  o kadar saf’lardı.  En bariz misali teğmen Atıf’tı “Ben askeri mekteplerde bulunduğum sırada büyük Vatan ve

Hürriyet şairi Namık Kemal’in eserlerini çok okurdum.” 

Atıf Bey, Şemsi Paşa suikastının nasıl gerçekleştirdiğini anlatırken, “toplumu ve dolayısıyla vatanı inkırazdan kurtarmak ve istibdat kalesine ilk ve en kesin darbeyi indirmek üzere tereddütsüz hatta şevk ve heyecan içinde atıldım” ifadelerini kullanmaktadır.

Türk olmayan Türkiye’ye bağlılığı olmayan Romanya vatandaşı olarak ölen İttihat ve Terakki Partisinin kurucularından İbrahim Temo Atıf’ı  “Manastır Dragor kıyısına heykeli dikilecek kahraman Türk” diye övecektir. Maalesef bir Paşaya suikast düzenleyen bu teğmen daha sonra Osmanlı Mebussan Meclisinde ve Cumhuriyet döneminde TBMM’de üyelik yapacaktır.

 

Yorum Yapın

Navigate