İSLAM KÜLTÜRÜNDE FARKLILAŞMA-ÇATIŞMA-TRAVMA

 

Evrende hiçbir şey, ilk oluştuğu haliyle varlığını sürdürmüyor. Her şey ortaya çıkıyor, gelişiyor, etkileşime giriyor, değişime-dönüşüme uğruyor, ya ölüyor, ya da başlangıçtaki adı değişmese de ilk halinden farklı biçimde varlığını sürdürüyor.

Bu realite her varlık için geçerli olduğu gibi kültür, inanç, ibadet ve yaşam açısından İslam Uygarlığı için de geçerlidir.

Ne kadar aksi iddia edilirse edilsin günümüz Müslümanı, Miladi 7. Yüzyılın ilk yarısındaki Hz. Muhammed (sas) ve ashabı dönemi Müslümanların aynısı değildir. Bu farklılaşmada;

  • Değişen zaman, şartlar ve ortamın etkisi
  • Müslüman olan toplumların İslam öncesine ait bir kısım birikimlerini sürdürmesi
  • Temas kurulan diğer toplum, uygarlıkların etkisi
  • Siyasi koşulların zorlaması
  • Mezhep ve fırkaların yorumları gibi önemli faktörlerden kaynaklanmaktadır.

Farklılaşmalara rağmen temel kaynak (Kur’an) ve bunu pratiğe aktaran öncüye (Resul)’e bağlılık ortak payda olarak bütüncül bir kimlik sağlamaktadır.

Bütün farklılaşmalara, hatta birçok konuda zıtlaşmalara rağmen Allah’a ve vahyine inanan, Hz. Muhammed ve misyonunu kabul eden her birey veya toplum Müslümandır.

Burada değişim ve farklılaşma bir realite olarak kaçınılmazdır. Buna direnmek mümkün değildir. Bu Yaratan’ın kanunudur ve gerçekleşecektir. Rahman Suresi 29. Ayette vurgulandığı gibi “… O, her an yeni bir iş ve oluştadır.”

İslam Uygarlığında “Farklılaşma” üç alanda kimlik oluşturmuştur:

  1. Aslî; İtikat yani inanç alanında Mu’tezile, Eş’ ariye ve Maturîdiye gibi ana yorumlar
  2. Fer’î; İbadet ve davranışlarla (fıkıh) ilgili… Hanefî, Şafiî, Malikî, Hanbelî varlığını sürdüren ve alt kollara yeni dallara ayrıla mezhepler
  3. Siyasî: Miladi 7. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren iktidara sahip olmak için mücadele eden gruplar (hizip); Şia, Hâricî, Emevîler gibi…

Bu farklılaşma eş anlam veya alt gruplar olarak; fırka, milel, nihal ve ehva gibi dallara ayrılmıştır. (İlyas Üzüm; Diyanet Vakfı İA, “mezhep” maddesi)

Başlangıçta siyasi küskünler olarak ortaya çıkan sufîlik (tasavvuf), tarikatlar özellikle Fer’î akımlar yani mezhepler içinde kendilerine yer bulmuştur.

Burada asıl sorun farklılaşma ve değişimi çatışmaya dönüştürmektir. Çatışma;

  • Bireyin inanç-düşüncesiyle yaşam biçimi arasında
  • İnanç-Uygarlığın ilk evresi ile son evresi arasında
  • Birey ile toplum arasında
  • Toplumlar arasında değişik biçimlerde tezahür etmektedir.

Aslında bu “çatışma” bir patolojik “travma” halidir.

Hz. Osman’ın halifeliğinin ikinci döneminde yani 650’den sonra siyasî eleştiriler travmaya dönüşmeye başladı. Bu eleştirilerin temelinde yönetim kadrolarına Ümeyyeoğullarının hâkim olması, bundan rahatsız olan başta Haşimoğulları olmak üzere diğer kesimlerin sesini yükseltmesidir ki İslam öncesi dönemin en etkili siyasi unsuru olan kabileciliğin (asabiyet) dirilmesidir. İkinci bir unsur olarak da hem ganimet, cizye ve haraç gelirleri ile maaşa bağlanan Kureyşliler ve Ensar’ın hem de yöneticilerin önemli bir kısmının konfor alışkanlığına karşı Kur’an ilkeleri ve Resul’ün yaşayışını esas alan sahabenin bu duruma tepki göstermesidir.

Sebep ne olursa olsun siyasi kamplaşma Hz. Osman’ın şehit edilmesi gibi vahşi bir şiddete dönüşmekle kalmayıp Cemel Vak’ası’nda on üç bin, Sıffîn’de doksan bin, Nahrevan’da en az on iki bin Müslümanın öldürülmesi gibi facialara neden olmuştur. Kerbela olayı ise etkisi artarak günümüze kadar süren kronik bir sorun olmuştur.

Bu sorun bir yandan inananları çatışma ortamında tutarken, diğer yandan vahiy metni (Kur’an) ve Risâlet pratiğinden uzaklaştırmıştır. Zekâ, kabiliyet, imkân ve enerji bir bakıma şeytanın arzuladığı biçimde kullanılmıştır ve günümüzde de bu durum acımasız biçimde sürmektedir.

Hz. Osman, Hz. Ali ve Emeviler dönemindeki çatışmalar inanç yorumundan veya mezhep farklılığından kaynaklanmadığı halde daha sonra yani miladi 8. Yüzyılda ortaya çıkan aslî, fer’î ve tasavvufî farklılaşma köklerini ilk dönemdeki şahsiyetlere ve olaylara dayandırmıştır.

Artık doğal olan “farklılaşma”nın çatışma gibi cinnet durumundan uzaklaştırılması için siyaset, düşünce, sanat ve bilimsel etkinliklerin öne çıkarılması gerekir.

Siyasiler toplumu ve kültür dünyamızı kamplaştırma yerine hoşgörü ve uzlaştırmaya çalışmalıdır. Saygı ve tevazu dili geliştirilmelidir. Bu amaçla üniversitelere, sanatçılara imkanlar sağlanmalıdır.

 

 

Yorum Yapın

Navigate