ARAP BAHARI VE TÜRKİYE

2011 Şubat’ında Tunus’ta Yasemin Devrimi ile başlayan ve tüm Ortadoğu’ya domino etkisiyle yayılan Arap Baharı geldiği bölgelere bahardan ziyade hazan mevsimi getirdi. Arap Baharı öncesinde Ortadoğu’ya lider olarak gösterilen “Türkiye Modeli” maalesef AKP iktidarını hazırlıksız, habersiz yakalamıştı. AKP İktidarı, Arap Baharı öncesinde Suriye, Lübnan, Ürdün, Irak arasında serbest bölge ilan etmiş ve vizeleri de kaldırmıştı. Arap Baharının patlak vermesiyle bölgede yapılan tüm yatırımlar havada kalmıştı. Özellikle Suriye sınırında esnaf, turistlerin bıçak gibi kesilmesi nedeniyle çektikleri kredileri ödeyemez hale gelmişti. Sınır bölgelerimizde hissedilen bir başka sıkıntı ise Esad Yönetimi’nin baskısından kaçarak Türkiye’ye sığınan on binlerce Suriyeli vatandaşın beraberinde getirdiği, barınma, sağlık ve istihdam sorunları olmuştur. Bir başka sonuç ise Sayın Erdoğan’ın maalesef ağzından kaçırdığı Alevi-Sünni çatışma riski olmuştur. Suriye’nin Sayın Davutoğlu’na Esad’ın görüşmek için gittiği esnada imalı biçimde PKK’ya destek verme tehdidi hiç de yenilir yutulur cinsten bir tehdit değildi.

 

Nato Savunma Akademesinin İkazı Gerçek Oldu

NATO Savunma Akademileri’ne (NATO Defense College) Pierre Razoux’un sunduğu, “Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki Krizi Düşünmek” başlığını taşıyan 6 sayfalık raporunda; Tunus’ta başlayan Yasemin Devrimi’nin Arap Dünyası’nda domino etkisi oluşturmasından duyulan endişe kaleme alındı. Razoux’a göre, Arap Dünyası’nda bu başlayacak domino etkisinin sonucunda ortaya çıkacak iktidar değişimlerinin, Batı yanlısı olacağını sanmak yanılgıya kapılmak olacaktı.

Mısır’da yönetimin orduya devredilip, Mübarek’in ayrılmasından sonra, tıpkı öngörüldüğü gibi isyanlar Libya’ya, İran’a, Irak’a ve Bahreyn’e sıçradı. Suudi Arabistan, ayaklanmaların kendi ülkesine sıçramaması için ABD ile pazarlık yaparak bölgede meydana gelen karışıklıklardan kendilerini korumaya çalıştılar.

Razoux’un yaptığı, “Mısır’da kargaşanın uzun sürmesi halinde, Mısır’ın İsrail’le olan sınırı Mısır’dan gelecek olan teröristlerin saldırısına maruz olacak” uyarısını Mısır’da meydana gelen doğalgaz patlamasından İsrail’in ne kadar rahatsız olduğunu gösteren haberleri çıktı. 

 

Akdeniz Birliği Başarılı Oldu Mu?

Fransa’nın öncülüğünde yürütülen Akdeniz Birliği’nin, başarıya ulaşmadığı eleştirileri yapılıyordu. Akdeniz Birliği’nin genel sekreterliğine 14, 5 milyon Euro yerine bundan böyle sadece 6 milyon 200 bin Euro bütçe ayrılması kararlaştırıldı. Diğer yandan Avrupa Birliği’nin komşuluk yardımları çerçevesinde denizin temizlenmesi, deniz ulaşımının genişletilmesi, eğitim ve güneş enerjisi gibi yatırımlar için 72 milyon Euro kaynak sağlanmıştı. Ayrıca Avrupa Yatırım Bankası’nın kredi olanakları ve altyapı fonları mevcut. Dünya Bankası’nın temiz enerjiler için öngördüğü 750 milyon dolarlık bütçe de söz konusu. Artık Akdeniz Birliği çerçevesinde yürütülen projelerin başarısız olduğu düşünülüyor. AB ülkeleri sadece iyi eğitimli, sağlıklı göçmenleri kabul ediyor. Yunanistan göçmenleri ülkesine almıyor, denizde ölmelerini umursamıyor. AB’nin göçmenler için Türkiye’ye maddi yardımda bulunmak haricinde göçmenleri doğrudan doğruya kendi ülkelerinde muhatap almak bile istemiyorlar.

 

Arap Baharı Kasırgaya Dönüşüyor

Ortadoğu’da Tunus’ta başlayan Yasemin Devrimi’nin ardından Almanya, Mısır’da halk ayaklanması ile yönetimin askeriyeye devredilmesinin demokratikleşme çabaları olarak değerlendirilemeyeceğini, insanların neye sevindiklerine şaşırdıklarını açıkladı. Türkiye’de cumhurbaşkanlığından yapılan açıklamada ise, Mısır’da yönetim askerlere devredildi.

Bu, Ortadoğu’daki Yasemin Devrimi ile başlayan ayaklanmaların, aslında askeri yönetime devir haline geldiği ve Ürdün, Lübnan, Suriye, Cezayir ve Yemen’e sıçraması beklenen ayaklanmalar furyası sonunda oluşan akımın, Türkiye’ye de sıçraması ihtimali düşünülebilirdi.

 

Libya’daki Gelişmelerin Etkisi

Arap Baharı’nın etkisinin özellikle hissedildiği ülkelerden birisi de Libya olmuştur. Bir NATO üyesi olmasına rağmen Libya’ya düzenlenecek harekâttan haberi olmadığı için Libya’da ikamet eden vatandaşlarını uyarmayan ve orada bulunan vatandaşlarımızın mal varlıklarını alabilmeleri için haber veremeyen AKP iktidarı Libya’dan vatandaşlarımızın tahliye edilebilmesini bile marifet saymıştır. Arap Baharının etkisini hissettirdiği Libya’da Kaddafi’nin devrilmesi sonrasında Libya’daki vatandaşlarımızın 14 milyar dolar civarını bulan alacakları tahsil edilememiştir. Sayın Davutoğlu’nun 2009 yaz ayları içerisinde Libyalı isyancılara dağıttığı 300 milyon dolar, inşaat alacağımızı tahsil edebilmenin boş umudu olmuştur. Mısır’da saçılan 1 milyar doları da bu kabilden saymak mümkündür.

 

Zeytin Dalı Harekâtından Pençe Harekâtına 

Arap Baharı’nın Türkiye için ekonomik etkisinin yanı sıra hissedilen bir başka etkisi terör eylemlerindeki artış olmuştur. 2017 kış ayında başlattığımız Zeytin Dalı Harekatıyla Suriye sınırları içerisine girerek PKK’yı ve türevlerini bertaraf etme yoluna gittik. Burada ABD’nin DEAŞ’a karşı kullanmak üzere silahlandırdığı, ekipman temin ettiği PKK’nın uzantısı YPG ile karşılaştık. Bu, ABD’nin bölgedeki menfaatleri için uygun görmediği bir durumdu. YPG bölgede DEAŞ’a karşı kullanılabilecek bir kuvvet unsuru olarak görülüyordu. Halbuki umulduğu gibi olmadı 2014’te DEAŞ’ı Irak’taki bölgelere saldırısı sırasında etkin bir kuvvet sergileyemeyen Kürt silahlı unsurlar, Kobani olayları esnasında DEAŞ ile birleşerek Türkiye’ye saldırma yoluna gittiler. ABD’nin menfaatlerine de uygun davranmayan travmatik, sorumsuz topluluk için ABD Başkanı Trump 2018 aralık ayında desteğini çekerek asker çekme vaatlerinde bulunmasına yol açtı. Bu bizim için güzel bir gelişmeydi. 

Rusya’dan S400 füzelerinin alımı halinde ABD savunma sistemlerinin F35 uçaklarının alınması askıya alınacaktı. Bu S400-F35 ikilemi yeniden ilişkilerin gerilmesine yol açtı. Yine de Suriye’de güvenli tampon bölge oluşturmak üzere ilişkilerin sıcak temas halinde korunmasının önemi kendini hissettiriyordu. 2019 Ağustos ayında Suriye’de kurduğumuz gözlem noktaları arasındayken askeri konvoyumuza Suriye Esed Hükümeti tarafından tacizde bulunuldu. Sefere çıkmadan önce Rusya’ya da bilgi verilmiş olmasına rağmen bu tür bir tacize maruz kalmak Rusya’nın bilgisi dâhilinde gerçekleşebiliyordu. Türkiye’nin herşeye rağmen Amerika ile ilişkilerinin yakın tutulması gerektiğini ABD Genel Kurmay Başkanı Dunford ve ABD Senatörü Lindsey Graham da hala dile getirmektedirler. Burada Türk milletinin milli menfaatleri, toprak bütünlüğünün önemi vurgulanırken, hiçbir topluma haksızlık yapmayacağımız, sadece terörle mücadele ettiğimiz herkese iyi anlatılmalıdır.

 

Sonuç

Arap Baharı’nın 2010 şubatında ortaya çıkmasından sonra aradan geçen on yıllık zaman zarfında Arap Baharı Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine özgürlük getirmedi. Kimilerinin ileri sürdüğü gibi ihtilallerin, isyanların ve savaşın medenileşmenin, gelişmenin bir evresi olmadığı anlaşıldı. Özellikle Suriye’de durum vahim, ülke hala iç savaş içinde kavruluyor. 

Arap Baharının ortasında Suudi Arabistan’ın öncülüğünde on ülkenin, Yemen’deki Husilere yönelik olarak harekât düzenlediğini 26 Mart 2015’te öğrendik. Suudiler, ABD ve İsrail silahlarını Yemen’deki Arap halkı öldürmek için kullandılar. On yıllık zaman diliminin son evresinde 2014’te   İsrail, Gazze Bölgesi’nde düzinelerce şehri demir küre harekâtıyla bombaladıktan sonra, Arap ülkelerinin çoğu ile 2020 yılında anlaşma, uzlaşma yoluna gitti.

İran ile süren nükeer silahsızlanma konusunda anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Yine uluslararası hukuk kurallarının yeninden tartışıldığı bir başka olaya şahit olduk. Kasım Süleymani’nin vekalet savaşları yaptığını, “proxy war” denilen savaşları yaptığını iddia ediyorlar. Suriye’deki, Irak’taki, Afganistan’daki terörist faaliyetlerin ağlarını organize ettiği iddia ediliyor. Dönemin ABD Savunma Bakanı Mark Esper, “Süleymani terörist örgütleri örgütleyen komutandır, kendisi ve suç üstü yakalanmıştır, yani “caught with red handed” diyordu. Hâlbuki hukuka uymak insanı güçsüzleştirmez, aksine güçlü hakle getirir. Herkes “bunlara sığınalım. Bunların adaletine güvenelim”, der. Amerika bu hukuk fonksiyonunu yerine getirebilse… Yok getiremiyor. İntikam savaşları, menfaat savaşları, vekalet savaşları ile yetinmeye çalışıyor.

“Ne olacak şimdi?” diye herkes birbirine sorarken, ABD öncülüğünde devam eden P5+1-İran Nükleer Müzakereleri imdada yetişti. İster ABD Başkanlığı’ndaki nükleer silahsızlanma müzakereleri sürerken, “asla anlaşmaya razı olmayacağını”, “masada savaş dâhil tüm seçeneklerin olduğu”nu söyleyen İsrail Başbakanı Netenyahu’nun beyanatları nedeniyle olsun; ister Yemen’e düzenlenen Kararlılık Fırtınası Harekâtı olsun; isterse artan petrol fiyatları nedeniyle ve maruz kaldıkları ambargolar nedeniyle iyice sıkışan ekonomileri nedeniyle olsun… Bunlardan biri bile İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin tutumunu oldukça etkileyebilecek güçte etkenlerdi. Tüm bu nedenler İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin müzakerede elini iyice zayıflattı. Üstelik daha önce 1960’larda İsrail’le ortak harekât düzenleyen Suudi Arabistan yine pekâlâ İran’a karşı ortak bir harekât daha düzenleyebilirdi. Üstelik 2020’nin sonunda İran’ın nükleer bilim kurulu başkanı Muhisn Fahrizade’ye yapılan suikast bile İran’ı nükleer silahlanma kararından vaz geçirmedi.  

ABD Ortaodoğu’da kaos yönetimi yapmaya çalışırken, tüm çabalarına rağmen hala siber savaş tehdidine karşı tam anlamıyla korunabilir halde değil. On sene içerisinde ABD, 2015’te ve 2020’de hükümeti sarsan siber saldırılara maruz kaldı.

Yorum Yapın

Navigate