HATIRALAR ARASINDA AYKUT ABİ

“Bir yazarın, bir düşünce insanın, bir âlimin ölümü eserlerinin unutulmasıyla olur. Onu yaşatmak, hayatta canlı tutmak, fikirlerini düşüncelerini yaymakla olur”

Aykut Edibâli şahsında Türkiye çok değerli bir evladını kaybetti. Düşüncenin, fikrin, tefekkür etmenin küçümsediği bir siyaset arenasında o bir kutup yıldızıydı. 

Düşünce insanlarının fikir adamlarının arkalarında bıraktıkları eserler onun adını yaşatır. Aykut abi her yönüyle adına araştırma enstitüleri kurulacak, vakıflar kurulacak binlerce makale bırakmış, kitaplar yazmış, düşünce üretmiş, eser vermiş bir şahsiyetin sahibiydi.

Yaklaşık 60 yıllık Türkiye tarihini onun zaviyesinden değerlendirmek yerinde olur. O ne yazdı, toplum ve o toplumu yöneten diğer liderler neler yaptı, sonuç ne oldu? Kıbrıs politikasında ne dedi, sağ-sol çatışmaları hakkında neler söyledi? 12 Eylül’den sonra bütün ideolojileri yasaklayıp yerine bir Atatürkçülük ideolojisi kuralım derken Bayrak dergisinde uzun bir yazı dizisi ile bu konuda görüşleri daha sonra nasıl şekillendi? Özal politikaları eleştirisi, İran – Irak savaşı, 1. Körfez savaşı, bu savaştaki Özal’ın tutumu, AK parti iktidarına getirdiği eleştiriler, İkinci Körfez savaşı hakkındaki kanaatleri ve Suriye iç savaşı hakkındaki görüşleri ortaya konulursa onun ne kadar isabetli , ne kadar öngörülü, uzak görüşlü bir fikrin sahibi olduğu ortaya çıkar.

Edibâli popülist değildi.

IDP ve Millet Partisi lideri olarak büyük kalabalıklar ardından gelmedi. Çünkü popülist değildi. Sadece vekilliği, bakanlığı hedefleseydi çok rahat olurdu. Fikren görüşüne katılmadığı iri partilerde siyaset yapıp hazır kalabalıklara hitap edebilirdi. Ancak o bunların hiçbirine tevessül etmedi. Misal 1991 yılında Refah Partisinden eğer ayrılmasaydı TBMM başkan yardımcılığı için Aykut Edibâli düşündüklerini açıklamışlardı. Ancak orada belli bir prensibin yürütülmemesi, kapalı devre bir parti çalışması yapılması, işte sayemizde vekil oldunuz, kayıtsız şartsız biat edin, havasındaydılar, işinize gelirse ayrılabilirsiniz bizim için 40 da bir 43 de bir diyorlardı. RP’de belirli bir metoda bağlı kalmadan her mikrofonu ele geçirenin gelişigüzel konuştuğu oy gelsin de nasıl gelirse gelsin anlayışı mevcuttu ve bu partinin kapatılması yerine Fazilet’in kurulması aynı hatayı burada da sürdürülmesi ve onun da kapatılmasıyla Saadet ve AK Partinin kurulması Millet Partisinin bu parti içerisinde yoluna devam edemeyeceğinin ispatı olmuştu.

Not ettiğim bir ifadesi “gerçek siyasetçiler inandığı doğruları, kendisini izleyen kimse olmasa dahi savunanlardır.”

Aykut Edibâli sağ sol çatışmalarında arkadaşlarını korudu.

Aykut Edibâli en başarılı sınavı 1970’li yıllarda sağ sol çatışmalarında verdi. Gençlerin kırıldığı yıllardı, O da bir gençlik hareketinin lideriydi. O yıllarda teşkilatı dağıtan güçler bu hareketi anarşiye bulaştırmak isteyip de başaramamalarının sonucunda o eyleme girişmişlerdi.

Bu konuda şahidimiz Adıyaman Üniversitesinden emekli öğretim görevlisi Recep Köse. O yıllar maalesef Türkiye’nin zor yıllarıdır. Ülkemiz anlamsız, yersiz bir sağ sol kavgası içerisindedir. Malatya’da Mehmet Can, Recep Beyi, Aykut abiye gönderir. Der ki “herkes kavga ediyor biz ne yapalım? Bize sataşanlar oluyor aynı üslupla onlara cevap verelim mi?” Recep abi İstanbul’a gider. Hareketin lideri henüz 36 yaşındadır. Aykut Abi ona derki “Kiminle kavga edeceğiz? adı Hasan olan Hüseyin olanlarla mı? İsimleri Mehmet olan Fatma olan babaların, annelerin çocuklarıyla mı? Karşımızda kim var? Bir harp var da karşımızdaki Yunan askeri mi? Bu millet, sudan meseleler yüzünden mi kavga edecek? Dönem nifak dönemidir. Hiçbir sataşmaya cevap verilmeyecek, duvarlara yazı yazılmayacak, hiçbir kesimin garezini çekecek toplantı dahi yapmayacaksınız. Size laf atanlara karşılık vermeyeceksiniz. Eğer size sürekli haksızca sataşma olursa o sataşanların, sözünden çıkmayacakları büyükleri vardır. Gidip onlarla konuşacaksınız!..”

(Recep abinin bu ifadelerini 2014 ‘te Mücadele Birliği isimli eserimde yazdım.)

Aykut Abi’ye, bir Adıyaman ziyaretinde, bir arkadaşımızın evindeki sohbette Mimar Hasan Akbaş der ki “abi Mücadele Birliği size minnettardır. Bizi kurttan, kuştan korudunuz! 12 Eylül’ün o fırtınalı yıllarında hiçbir arkadaşımızın burnu kanamadı, canına halel gelmedi. Sağ olunuz, var olunuz. Allah razı olsun. Ancak bizleri sulak yerlere, çayırlara, yeşilliklere ulaştırmadınız.” Hasan Abi’nin burada anlattığı sulak yerler siyasettir, iktidardır. Hazırlıksız, disiplinsiz iktidara ortak olmak için değişik partilerde makam ve mevki sahibi olanlar Aykut abi’den ayrılan arkadaşlarımız oldu; ama maalesef ülkeye katkı sağlamak şöyle dursun özellikle dış politikada, Ortadoğu politikalarında içeride özelleştirme politikalarında bu millete zarar veren yapılara destek vermek durumunda kaldılar. Tarihi yürüyüşler sabrı esas alır.

12 Eylül 1980’de yüzbinlerce insanın tutuklandığı, binlerce insanın mülteci duruma düştüğü, beş bine yakın insanın canını kaybettiği, 50’ye yakın insanın idam edildiği bir büyük anaforda genç arkadaşlarını felaketten korumuşsa bu bile o insanın hayatta yapacağı en büyük tarihi başarıdır. Bazılarının vekil olamayışı siyaseten seçilemeyişi teferruattır. O, Hak’ın ve Halkın takdiridir. Direk insanın elinde değildir.

“Bir düşman çok, bin dost az” 

Aslında bir lider, bir çoban, öncelikle yönettiği kitlenin can mal güvenliğinden sorumludur. 1992 yılında, Bosna iç savaşına Türkiye’den bazı dernekler savaşçı gönderirken o büyük kongrede şunu söylemişti: “buraya gidip şehit olanların sorumluluğunu üzerine alıyor musunuz, ailelerine babalarına karşı hesap vermeye hazır mısınız, bu devlet işidir bir derneğin işi değildir.”

Birinci Körfez Savaşı’nda il başkanlarına yaptığı bir toplantıda Arapların kendi içerisinde meselesi olabilir, onlar kavga edebilir ama biz dahil olursak bunu ileride bizim aleyhimize kullanırlar. Irak’ın işgali önlenmelidir. Bu ülkeyle komşuyuz. Oradaki devlet yapısını zaafı uğramasını zararını en çok biz çekeriz. Ona göre; Politikanın temel ilkeleri bir halk deyişi ile özetlenmiştir “Bir düşman çok, bin dost az”

Suriye iç savaşı başladığında uyarısı şuydu: bu ateşe su serpin, savaşı durdurun.

Suriye iç savaşıyla bugünkü felaketleri yaşanacakları, olacaklar anlatmıştı. O yıllarda Suriye iç savaşını kışkırtanlar Esad’ın zalimliğinden dem vururken o şunları söylüyordu: eski bahadırlık günleri kılıç kalkanlı savaş günleri geride kalmıştır. Savaşların şekilleri değişmiştir. Devletlerarası ilişkilerin sürdürülmesi teke tek kılıç savaşı gibi değildir. Teke tek savaşmak isteyen çıkar meydana ve cesaretiyle meydan okur. Teke tek savaşmanın, kaçınılmaz olduğu zaman bu millet savaşır ve savaşmıştır. Anadolu’da yiğit mi yok, İslâm dünyasında pehlivan mı yok. Vardır! Ama içinde bulunduğumuz durum bu değil ki.

Yine Suriye iç savaşını kışkırtanlar Esad’ın zalimliğinden dem vururken, o şunları söylüyordu:

Sahabeler bir mecliste, Hz. Peygamber’e bir kabile reisinden bahsetmişler. O kabile reisi çok sert mizaçlı, şiddetli, baskıcı bir adammış. Peygamberimiz, o zatın kabilede yaşayan Müslümanlara muamelesinin haberlerini anlatıldıkça kaşları çatılmış, şikayetler dolayasıyla üzülmüş…Tam ondan bahsedilirken kabile reisinin peygamberimizin huzuruna gelmek istediği haberi iletilir. Hz. Peygamber gelen zatı kabul eder. Hz. Peygamber huzuruna gelen kabile reisini gülümseyerek, yanında yer açarak ağırlamış ve uğurlamış. Sahabeler şaşkın halde birbirilerine bakmışlar. Hz. Peygambere de “Zat-ı aliniz bu adamı paylardı herhalde diye umuyorduk” yollu bakmışlar. Hz. Peygamber tabii, durumu anlıyor ve diyor ki “Sizin umduğunuzu yapabilirdim ama bu zatın kabilesinde çok zayıf, müdafaasız Müslümanlar var. Onlara hürmeten, onların hatırına bu şekilde davrandım. Ben bu zatın gönlünün benim davranışımla yumuşayacağını umdum.” 

Ona göre devletin uzun ömürlü olması ancak adaletle sağlanırdı ve uyarısını yapardı.

Bir ülke yönetiminde önce adalet esas olmalıdır. Roma, en istikrarlı döneminde çöktü.

Aykut Edibâli bir sanat insanıydı, şairdi. Sanatçı dostları vardı yine bir konuşmasından not almışım” Yıldırım Gürses Fetih Marşı’nın büyük bestekarı Bir müezzinin oğluydu. Çok değerli yetenekli musikişinastı. Millîydi, milletinden yanaydı. Hayatta iken gereken değer verilmedi. Milletleri ayakta tutan sanatçılarıdır.”

Edibâli tarih metodolojisini çok iyi bilirdi.

Onun tarihe bakışı tarih metodolojisini çok iyi bilen bir bakış gibiydi tarihi şahsiyetleri ele alırken onların dünyalık hesaplarını kapattığını artık kendilerini savunacak bir durumda olmadıklarını ve objektif bir anlayışla yaptıkları döneme yaklaşılmasını hatalardan dersler alınmasını iyiliklerden ise devam ettirilmesini isterdi.

1985 yılında Elazığ İl kongresinde kürsüde konuşurken fanatik bir Refah Partili bir pusula yazıp konuşma kürsüsüne koydu, pusulada İsmet İnönü hakkındaki görüşünüz nedir? diye soruluyordu verdiği cevap şuydu:

Biz mezarlara sövmeyiz. Biz tarihe sövmeyiz. Bu ülkeyi ikinci Dünya harbi cehennemine düşmekten korumuş tarihi şahsiyeti de saygı ile anarız, haksız bir şekilde idam edilmesine rağmen bu ülkede fakirliğin belini kıran başbakanı da rahmetle anarız.

Yine Cumhuriyet gazetesinin pazar ekinde Ahmet Tan’a şunları anlatıyordu:

“Bu ülkede bizim, bu ülkede yaşayan, ülkenin mutluluğunu huzurunu refahını isteyen hangi dine, hangi görüşe mensup olursa olsun isterse Budist ve Hindu olsun elbette onlarla da huzur içerisinde yaşarız.

Teyple kayıt altına alamadığım için Aykut Abinin konuşmalarını mota mot tırnak içerinde yazıya dökmüyorum yorumlayarak vermek istiyorum. Kimlerle fikir yolculuğumuz oldu, kimin izinin takipçisisiniz sorusuna tam 37 yıl önce Elazığ’da şu cevabı vermişti. “bütün doğruların takipçisiyiz”

Konya’da kendisiyle Yeniden Millî Mücadele üzerine doktora çalışması yapan Dr. Kutalmış Yalçın’la yaptığı sohbette Nurettin Topçu’nun fikirlerinden yararlandınız mı? şeklindeki soruya verdiği cevap, “o, çok değerli bir fikir ve düşünce insanıdır elbette ondan istifade ettik. Ancak o sadece bir fikir insanı fakat aksiyon insanı değil. Fikri ortaya koyuyor fakat bir şey istemiyor. Biz ise iktidara gelmek istiyoruz. Doğru. haklı fikirlerin iktidar olması için. 

Yine Osman Yüksel Serdengeçti değerli bir yazar. Ortak endişelerimiz var. Bu; Milletin varlık meselesi. Dava bu kadar önemli. Rahmetli vekil oldu. Tartışma başlattı, kravat takmadan meclise girme meselesi. Kravatı kemerine bağladı Bu kadar ciddi, varlık ve beka davasını basit bir kravat meselesine kurban etmek doğru değildi. Kutalmış beyin sorduğu bir başka soru Erbakan ile ilgiliydi. Aykut Abi’nin Konya’daki sohbetlerinde gündeme gelen bir konu da yerli otomobil meselesiydi. Türkiye’nin sanayileşmesine, yerli otomobil üretilmesine sürekli engel konulduğunu söyledi. Nedeni, Türkiye’nin etkili bir hinterlanda sahip olmasıydı. Ortadoğu, Balkanlar, İslâm ülkeleri, Türkiye’nin tarihi geçmişi bu hinterlandın içinde. Meseleyi bir millî dava olarak görmek, millete mal etmek gerektiğini söyledi. Burada Erbakan Hocayla ilgili bir anısını anlattı.” İstanbul Üniversitesinde öğrenciyiz. Erbakan Hocayı konferansa getirdik” Hoca merhum yerli otomobil meselesini anlatacağım dedi. Bu konuda bayağı heyecanlanıyordu. Hocam, bunu millete mal etmeden, bunu savunacak etkili bir kadro kurmadan, müsaade etmezler” dedik. Ancak hoca merhum konuyu, sürekli, ihtiyatlı olmayan bir şekilde gündemde tuttu. Hatta 27 Mayıs’ın darbe yapmış hükümetinde Sanayi Bakanına gidip yerli otomobili yapmak için destek istedi.”

Erbakan Hoca 27 Mayıs hükumetine otomobil meselesini anlatır devrin sanayi bakanı -biz çimento fabrikalarını zarar ediyor diye kapatacağız bir de başımıza otomobil fabrikalarını mı çıkaralım- demişti.

Aykut abi her fani gibi bu fani alemden göçüp gitti. Nur içinde yatsın. Malatyalı merhum yazar Said Çekmegil’in oğlu Selami Çekmegil ile kendisini tanıştırdığımda Sait Çekmegil için şunu söyledi “bir yazarın, bir düşünce insanın, bir alimin ölümü eserlerinin unutulmasıyla olur. Onu yaşatmak, hayatta canlı tutmak, fikirlerini düşüncelerini yaymakla olur,” bu ifadesini bu anlayışını onun düşüncelerini yaşatmak isteyen bütün arkadaşlarımıza ifade etmek istiyorum.

Yorum Yapın

Navigate