ALMANYA İZLENİMLERİM

Uçak yolculuğu sandığım kadar keyifli değildi. Havanın ışıması ile sabah namazını koltukta kıldım. Almanya’ya ineceğiz diye (herhalde ortalığın ilk ışıması ile Almanya saati ile güneşin doğmasını karıştırmışım yani dikkatimden kaçmış) beklerken 40-50 dakika daha yolculuk sürmesi beni bayağı yordu. Yolculuk uçak ile de olsa yorucu ve zor.

06:05’te uçak indi. Alman’a benzemeyen kırışık takım elbiseli, eğri burunlu, yuvarlak yüzlü, esmer bir adam “Türk müsünüz, yoksa başka milletten mi?” diye tek kelime İngilizce sordu. Ali İhsan dışarıda bize el sallıyordu. Polisler erkek ve kadın çok donanımlı ve tipik Alman idiler. Polisin soruları: “Ziyaret amaçlı mı geldiniz, kaç günlüğüne vs. dönüş biletini görmek isteyişini 2. söylediğinde anlayabildim. Dışarıda Ali İhsan’ı gösterseymişim hemen halloluyormuş işimiz.

Sorgulama olumlu sonuçlanınca, selamlaşma, hoş geldin vs. den sonra anında Almanya maratonu başladı çünkü rahmetli dayımın oğlu Ali İhsan çok canlı, çabuk, zinde bir kişilikti. Biz de ona ayak uydurmak zorunda idik. Havaalanı binasının altında enva-ı çeşit ekmekler aldı. Alman tezgâhtar kadın sabahın ilk ışıkları olmasına rağmen güleç, şen, kibar, müşteri ile ilgiliydi.

Ali İhsan’ın arabasına bindik meraklı ve araştırıcı gözlerle Almanya rahmetli babamın söylediği gibi tertemiz mi diye etrafa bakıyordum. Yüksek binalar yerine tek veya iki katlı binalar moderndi. Ülkemizdeki gibi hafriyatlar ama bizdeki gibi dağınık ve çöp atıkları ilaveli değil; derli-toplu. Fakat yine de o çok methedilen Almanya hayalime aykırı idi. Hatta çalışma alanları ve stop ettirilmiş iş makineleri daha da kötü idi. Bu fikirlerim alışmamış olmamın nedeni idi.

Eve gelince Yenge Hanım Latife gayet sıcak ve ilgili karşıladı. Kahvaltı masada hazırdı. Bu hali tebrik ederek Latife’ye teşekkür ettim ve “Acele Şeytan’dandır ancak 4 durum hariç; 1. Misafire ikram 2. Vakti girmiş namaz 3. Cenazeyi defin 4. Evlilik çağı gelmiş gençlerin evlendirilmesi.” Hadis-i Şerif’ini okudum.

Kahvaltı çok çeşitli ve doyurucu idi. Ali İhsan, kahve içiyordu! Kahvaltıda hep kahve! Zevkler ve renkler tartışılmaz dedikleri bu olsa gerek! Aleyna piyano çalmak istedi biraz çaldı, çok erken olduğu için baba ile anne engelledi ve en ufak bir tersleme ve ses yükseltme olmadan! O da hemen dinledi. Aleyna, Ali İhsan ve Latife’nin büyük kızı idi. Türkiye’de iken “Bizim kahvaltımızda çay yok kahve var alışsan iyi olur” demişti görüşmemizde. Ben de merak etmiş fakat kapuçino veya üzerinde krema olan bir kahve türü sandım içmedim meğer o makinenin yaptığı köpük imiş. Bunu bilseydim içerdim.

Daha sonra kasabayı gezmeye çıktık. Sürülmüş koca bir tarlada sadece bir tane atılmış pet şişe vardı. “Onu atan bir serseridir, Alman asla atmaz!” dedi Ali İhsan. Küçük bir dere tertemiz içinde toplu iğne kadar çöp yok kenarında yürürken iki yaban ördeği hemen başımızın üstünden geçti vak vak. “Türkiye’de olsa hemen dan dan indirirler!” dedi Latife. Almanya’da hiçbir hayvana dokunulmuyor, kuşlar, yaban ördekleri, kazları, sülün, keklik vs. asla vurulmuyor, balıklar avlanmıyor, bundan dolayı bazı balıklar dev gibi oluyor ve havuzda ölüyor! Yaban hayvanları evcil gibi insandan hiç kaçmıyorlar ama yakalanmıyorlar. Yeşil çimenli yerler insan eli değmemiş gibi tertemiz, insana huzur veriyor; hava da hafif serin esen bir rüzgâr tam yayla havası çok şükür bahar havasına denk gelmişiz. Makine ile sürülmüş dev tarlalar ilginçti. Her gölde ve havuzda mutlaka balık var. Küçük bir gölde bile 35-40 cm uzunluğunda balık gördük. Tarlalarda ceylanlar, geyikler, atlar, insandan kaçmayan yaban ördekleri vardı. Babalar bebeklerini göğüslerinde kanguru ile taşıyor, bezliyor, bu işlerden en küçük sıkıntı duymuyor. Anne yoktu bu daha da ilginçti! Bu temiz, mükemmel bahçeli evleri ve sıcak hoş sohbet yaşlı komşuları olan kasabanın adı Hallbergmoos idi.

Daha sonra, Latife’nin muayenehanesine gittik. Gurur duyduk çünkü Latife emrinde 4-5 Alman kadın eleman çalıştıran bir diş doktoru idi. Temiz, mütevazı bir muayenehane. Çalışan bayan elemanları merak ediyordum ama tatil olduğu için kimse yoktu. Oda düzenlemelerini ve duvardaki resimleri gösterdi. Mutfağın biraz dar oluşundan bahsetti. Ancak kızlar sorun yapmıyorlarmış. Biraz da Yenge Hanım Latife’den bahsedelim: Lafını hiç eveleyip-gevelemeden söyleyen, ev işlerinde çoğu ev hanımını cebinden çıkaran, akraba ilişkilerinde araya mesafe koymayan hem işinde hem evinde başarılı bir iş kadınıydı. Antalyalı sıra dışı bir babanın kızı, zor bir babanın! Yanlış yapan babası da olsa doğruyu söyleyen, doğru taraftan yana olan bir yörük kızı idi. Dede Korkut’un övdüğü Fâtıma ( r.a. ) soyundan! Dayıoğlu Ali İhsan ne kadar şükretse azdır C. Allah’ın kendine verdiği bu nimetten!

Hallbergmoos, 10.000 nüfuslu bir kasaba idi. Ama 64.000 nüfuslu Niksar temizlik ve modernlik olarak %25’i etmezdi! Halbuki Niksar tarihi değer bakımından Tokat’tan çok önemli ve dünyanın önemli şehirlerinden; böyle mi olmalı bu değerli şehrin bakımı ve temizliği?

Öğleden sonra 35.000 nüfuslu Erding şehrine gittik. Turistik bir yerdi, insanlar tatlı ilkbahar güneşinden faydalanmak için dükkanların önünde oturuyorlar, yiyip içiyorlar. Burada yani Almanya’da azıcık güneş çıksa deniz kenarı sıcakları varmış gibi yanmak için hemen soyunuyorlar. Ali İhsan dondurma söyledi külahta olmasına rağmen külahın yarısına kadar dondurma dolu idi ve lezzetliydi.

Tarihi binalara, camekânlara baktık. Bavyera mahalli kıyafetleriyle mankenler… Çok temiz, temiz ötesi! Ama bir şey hariç: İzmarit! Buna neden bir çözüm bulmuyor ve göz yumuyor Alman yetkilileri bilemiyoruz. Kaldırım taşları, çimenlerin arasında, toprak yollarda görülüyordu. Ne düşündün şehri gezerken? diye sorulsa, cevap olarak; “Almanlar neden bizim onlara ülkemizde gösterdiğimiz gibi bize ilgi gösterip bir şeyler söylemiyorlar?” derdim.

Erding’den sonra yine misafirliğimizi geçireceğimiz en güzel yer olan Ali İhsan ve eşi Latife, Çocukları Aleyna ve Âmina’nın yaşadıkları masal gibi şehir Hallbergmoos’a döndük. Allah analı-babalı büyütsün öyle uslu ve başarılı ve misafire yakın, ilgili, neşeli sıfır sorun dünya tatlısı çocuklar… Eve yanaşınca, Latife’nin müşterileri ile ayaküstü sohbet ettik. Yaşlı ve konuşkan idiler. Ben Ali İhsan’a: ”Şu Almanca nasıl denir?” Diye bir kelime, küçük bir cümle soruyor sonra zihnimde tutmaya çalışıyor, telaffuz ediyorum; Almanca çok tuhaf ve anlaşılmaz bir lisan! Hallbergmoos sadece bir tane 4 katlı binanın yer aldığı, yaşlıların huzurevi, daha çok gençlerin yaşadığı, çok temiz, bahçeli evleri, çocukların oynadığı parkı, küçük gölü, okulu, kreşi olan bir köydü.

MÜNİH 20.04.2019

Erken kahvaltı yapamıyoruz, dolu dolu bir gün geçirmek için; sağ olsun Ali İhsan ve Yenge Hanım Latife bizim için 10 gün izin aldılar. Bir arada iyi bir tatil geçirmek için. Kahvaltıdan sonra Münih’e Ali İhsan’ın arabasıyla değil, metro ile gittik. Metro girişinde Latife yaşlı bir Alman’a yardımcı oldu cihazdan bilet alırken, yoksa metroyu kaçıracaktık! Metro aynen İstanbul’dakiler gibi. Bir kadın Alman ile karşı karşıya oturduk fakat tek kelime söylemedim, güçte olsa kendimi tuttum.

Münih’te çok turist var. Mağazalarda Türkiye’dekinden fark yok. Devamlı çalan sevimsiz yabancı bir müzik, katlanmış kotlar, şık tezgâhtarlar… Yalnız büyük AVM’ler farklı burada. Çin yahut Japon çalışanlar da var. Çin mi Japon musunuz diye İngilizce soru sormak istedim; Ali İhsan engel oldu ayrımcılık anlamına gelir diye. Münih 1.450.000 nüfuslu büyük ve temiz bir şehir. Obepolinger (mağaza) Karlsplatz (tarihi binaların, ortada havuz, fıskiye olan meydan) Marienplatz (Rathous Belediye Binası) Alter Hof Kalesini yürüyerek gezdik. Sivri binaların en yüksek kulesinin üzerine bir heykel yerleştiriyorlar, Hristiyan inancında İsa heykeli! Bunu nasıl yapabiliyorlar şaşmamak elde değil! Aynı binanın daha aşağılarında renkli palyaçolara benzeyen kuklalar var dans eder şeklinde. Belli saatlerde çan ile birlikte dans ediyorlarmış ama biz o saati tutturamadık. Burası, eskiden maliye binası imiş.

Daha sonra Odeon Platz’a gittik. İnsanlar yere yani beton zemine ölü gibi yatmışlardı. Bir kişi de yüksekçe bir yerde mikrofon ile konuşma yapıyordu. Konuşmacı konuşurken yol kenarında bazı gençler ellerinde içki şişeleri kahkaha atıyorlardı ben konuşmacı ile dalga geçiyorlar sandım. Ancak Ali İhsan “İçlerinden biri evleniyor onun için gülüyorlar” dedi ve ekledi yere yatan “göstericilerin konuşmacısının sözlerine gülmüyorlar.” Yine iyi bir tarihi bina olan, Feldherrnhalle arslan heykelleriyle! Maximilianstrasse, Bavyera Parlemento Binası iki tarafı camekânlı modern binaları andırıyor ortası tarihi.

Bir kiliseye girdik, sağdan sola hep çarmıha gerilme sahneleri basit heykeller… Bir heykel dikkatimi çekti: Ateşin etrafında Allah’ın sesini dinleyen Musa (a.s.) Yahudilik ile Hristiyanlık aynı diye biliyordum; asıl sorunları İslam ile! İki- üç kez döndük dolaştık en görkemli Marienplatz’a yine geldik ama değiyordu. Trinkwasse (içilebilir su) yazan pınardan suluklarımızı dolduruyorduk, soğuk güzel bir su; öndeki tekneye akıyor. “Nerede o binanın yeni, pırıl pırıl olduğu zamandaki kodamanlar, ileri gelenler, ali kıran baş kesenler! Hepsi servetlerini, şöhretlerini, bağ- bahçelerini bırakarak gittiler!” Diye aklımıza geliyordu. Almanya’da su satın almak adeti bizdeki gibi yok. Herkes suyunu evden çıkarken mataralara dolduruyor, Almanlar az mesafelere bile turist gibi yiyecek-içecek ve sularını yanlarına alarak gidiyorlar. Biz de öyle yaptık. Ben çok su içiyor ve yenge hanım Latife’nin uyarılarına maruz kalıyorum. Suyu idareli kullan ve tuvalete dönüşte evde git! Şeklinde… Pınarların borusu yer hizasından başlıyor, yükseliyor, yılan gibi öne eğriliyor. Ucu demlik emziği şeklinde. Namazlarımı geçiririm korkusu ile ilk fırsatta abdest alıyorum, meydandaki pınardan da aldım ancak batıda vakit çok uzun olduğu için bir türlü gelmiyor, abdesti bozmak zorunda kalıyorum. Üç kez abdest alınca “Bu endişeye gerek yok vakit yaklaşınca alırım, olmazsa teyemmüm yaparım” diye düşündüm. Aslında namazları dönüşte evde cem/ birlikte kılacak zaman da oluyor. Ali İhsan: “Evde kılalım” deyince cemaat oluruz niyetiyle eve kadar erteledik çoğu zaman.

Almanya’da sokaklarda içme suyu da tuvalet de bize oranla oldukça az!

Alman ırkında sarışın ve beyaz tenli, fabrikadan çıkmış gibi düzgün yüzlü olmayan çok az! Hele bazı kızlar, kartpostallardaki yahut TV ekranındaki gibi renkli ve parlak, bazıları da sarı saçın son aşaması beyaz renkte saçları var. Türkiye’ye döndüğümüzde bu konu açılınca, kız Kardeşim Saime onların boya olduğunu söyledi.

Münih’e giderken yol kenarlarında, çalılıkların aralarında bazen tek-tük bazen topluca çöp gördük. Türkiye’deki gibi asla değil ama yine de var! Neden acaba? Fakat su birikintileri, göl, dere, ırmak tertemiz; çöpten eser yok! Kuşlar, yaban ördekleri, kazları, kuğular insandan hiç kaçmıyorlar. Bu görüntüler hiç sıra dışı gelmiyor insanlara!

Bir süpermarkete girdik. Bizdekilerden çok çeşitliydi. Kuşkonmaz, enginar, balıklar hem de pişirilmiş ve bilumum deniz ürünleri…

Tarihi bir binaya girip görevliye İngilizce pratik için (Almanların çoğu İngilizce biliyor pek azı bilmiyor) tuvalet sordum. Tuvalette su yoktu, iki top tuvalet kâğıdı ve bir dezenfektan sıvı hastanelerde olduğu gibi vardı. Tuvaletten çıkar çıkmaz temizlikçi kadınlar giriyor ve temizliyorlar. Türk olan kadın ile bir iki laf ettim.

Kimsenin yanına gidip İngilizce konuşmamak biraz üzüyordu beni; belki de bu hayırlı olandı. Tam yerinde konuşma ve fırsatı değerlendirme daha makul idi.

Kenar yolları toprak, ortada yiyip içen insanların olduğu geniş bir alana doğru yürüdük. Trabzon’da küçük Ayasofya Kilisesine çok benzeyen bir yere girdik. Tarihi binalarda gelin damat resim çektirme adeti burada da var. Düğün sahipleri Türk’tü. Her tarafı yük, boynu, kolları iplerle sarılı süslü ama meczup olduğu belli, sıkı turist yaşlıca bir adam, suluğunu dolduruyordu. Ben de doldurmak istedim ama bu tatlı kaçık adama güvenemediğimiz ve içilebilir su yazısı göremediğimiz için Ali İhsan mani oldu! Burası Bavyera Parlamento Binası’na giden avlu idi.

Odeanplatz’da Theatinerkirche’ye girdik. “Kirche” kilise demek. Mihrap kısmında büyükçe çarmıha gerilmiş sözde İsa heykeli karşılıyor! Bol heykelli, 1500’lü yıllardan kalma. Heykeller kilisede bile çıplak! Demek ki Allah’ın yasakladığı çıplaklık Hristiyanlıkta kutsal sayılıyor! Bir Amerikan filminde bir keşiş şarap için “kutsal su” diyordu haramı kutsallaştırmak! Bu ne büyük çelişki! Sonra Frauenkirche iki kubbeli kiliseyi gördük. “Münih’te hiçbir yeni bina bu kulelerin yüksekliğini geçemez!” Hal bu ki Mekke’de yüksekliği Amerikan binalarına taş çıkartan gökdelenlere ne demeli Kâbe’yi görünmez halde bırakan!

Yemek zamanı gelmişti, bir pizzacıya gittik. Birisi Türk’e benzeyen iki kız hemen yanımızda yemek yiyordu. Ben “Almanca afiyet olsun” nasıl denir diye Ali İhsan’a sordum. Laf atma sayılır manasında bana yapma işareti yaptı. Lavabo dardı ve dolayısı ile temiz tutulması zordu, aynı Türkiye’de olduğu gibi. Aslında lokantalar her yerde aynı olumsuz görüntüleri yansıtıyor. Garson kadını Almanca konuşuyor sanmak imkânsız çünkü İtalyanca konuşur gibi aksanlı. Pizza ekmeği iyi pişmişti, aşçıya teşekkür ettim “delicious” kelimesini anladı.

700 yılda bitirilmiş tarihi bina (kilise) bile varmış. Bu kiliseyi daha sonra anlatacağım.

Yemekten sonra gezerken Yenge Hanım Latife yeni bir elbise ve tişört giymemin uygun olacağını söyledi. Rahmetli babamın oduncu gömleğini sıcaktan dolayı montumu çıkardığım zaman gördüğünde. Herkes bana aynı şeyi söylüyor. Allah’ım nasıl başaracağım bu yakışanı giymeyi? Ali İhsan da benzer şeyler söyledi; bir kadının erkeği beğenip-beğenmeme karar süresi üç saniye olduğunu, tanışmaya spor elbise ile gidilmesi uygun olacağını, kahverengi renkleri olan kendi verdiği tişörtün resmi yerlerde giyilmesi gerektiğini vs. Ali İhsan aşırı derece de pahalı saat satın alma isteklisi, eşi Latife de! Şık ve marka giyinmeye çalışıyor. En az eşi kadar belki fazla onun süsleri ve elbiseleri ile ilgileniyor!

Viktualienmarkt pazarı ilk bakışta bizdekilerden çok farklı gibi görünmese de daha sonra derli-toplu ve temiz, kâğıt, çöp vb. barındırmadığı anlaşılıyor!! Üzerinde resimler, renkli elbiseler ile dans edenler, zurna çalan biri, ata binen çocuk ve atlıkarınca vb. karton heykeller olan ve en tepesinden ta aşağısına kadar mavi-beyaz bir şeritle sarılmış (veya boyanmış) ilgi çekici bir direk gördük. Adamlar ağaç direğini öyle süslemişler ki ağaç direği değil, fabrika mamulü demir sanır! İç mimarisinde merdivenleri çok güzel olan bir tarihi bina gösterdi Ali İhsan, bar olarak kullanılıyordu. Barmen kadınlar hep aynı kıyafette idiler “Heidi” kıyafeti. Heidi’nin alman olduğu düşünülürse; onun kıyafeti ile bu barmen kadınların elbisesi olmalı. Çocukluğumuzda hayallerimizi süsleyen masalsı yeri olan Heidi’nin bira sunan kadınlara kıyafet ilhamı nasıl vermiş anlamak zor! Ablam fotoğraf çekindi biri ile.

Pazar günü Ali İhsan bizi Pazar günü Nümphemburg Sarayı’na götürdü. “Burg” kale, “berg” dağ demekmiş Almanca’da. Yolda bu sarayı çok övdü Ali İhsan. Gördüğümde hayal kırıklığı yaşadım. O çok övülen saray, 1900’lü yılların Beyoğlu İstanbul’undaki hantal, taş binalara benziyordu, hiç cazibesi yoktu. Sıkılmıştım, hiç ilgi uyandırmamıştı bende… Ama çok yanıldığımı içeri girince, Hristiyan sanatının en ince ve mükemmel tablolarına gözlerimle şahit olunca anladım! Fotoğraf yanında çok sönük kalıyor. Çok renkli ve ışıklı fotoğraflar da gerçek gibi olsalar da resmin doğallığı ve sanat güzelliği onlarda olmuyor! Resimler şimdi yapılmış gibi! Kız- kadın tabloları kraliyet ailesi kadınları hariç tamamı ya göğüsleri açık, ya %85 çıplak, ya da çırılçıplak, çocuk resimleri zaten çırılçıplak, arkaları açık ve tombul, bazı kadınlar ise göğsünün teki açık; Fransız İhtilali’ni resmeden tablodaki kadın gibi, demek ki buradan esinlenmiş ressam. Çırılçıplak ve göbeğinin aşağılarına kadar inen inci kolyeli bir kadın resminin yeni büluğa ermiş belki de ermemiş küçük kız olduğunu hayret ve dehşet ile gördüm! Ablam ve Ali İhsan’a gösterdim onlar da farklı bir şey söylemediler! Demek ki başta Almanlarda ve pek çok Avrupa ülkelerinde görülen sübyancılık ta o zamanlarda mevcut imiş ve günümüze kadar gelmiş ve devam ediyor!

Sağ olsun, eksik olmasın rahmetli Mustafa Dayı’mın oğlu Ali İhsan iyi bir turist rehberi. Her merak uyandıran, görmeye değer şeyleri enikonu tüm ayrıntılarıyla açıklıyor bize! Bir saçları ak ama yüzü çok genç bir kız resmi dikkatimi çekti. İngilizce konuşan bir bayan turiste İngilizce:” Bu kız genç ama neden saçları beyaz?” diye sordum. “Başındaki peruk” dedi. Daha sonra K-kraliyet ailesinin fertlerinin tablolarına baktık. O kadar net parlak renkleri vardı ki sanki canlı idiler ve fotoğraf siyah-beyaz resimler gibi kalırdı yanlarında. Bir kaçının resmini çektim, en güzel ve süslü olanını bıraktım belki günah olur fikriyle! Almanya’nın batının en önemli hatta 1. Önemli tarihi ülkesi diye düşündüm, belki çok erken bir kanı!

Daha sonra sarayın ahırına gittik, ahır gezilir mi diye düşünerek hem de ayrıyeten bilet alarak! Ali İhsan hiç bize harcama yaptırmıyor çok cömert eksik olmasın! Rahmetli İhsan Dedeme çekmiş!

Sarayın ahırı bizzat kendinden daha görmeye değerdi! At arabaları, hiçbir ayrıntıdan kaçınılmamış süsleri, kabartma ve oymaları hem de altın renginde hatta gerçek altın gibi! Türkiye’de olduğu gibi görevliye sanki tarih uzmanı imiş gibi “altın mı bu arabalar” diye İngilizce sordum, o da bazı kısımların altın ama çoğunun altın suyuna batırılmış olduğunu söyledi. Sessiz sakin bir ses ve eda ile. Bu sakin tavrı ilgimi çekmişti görevli adamın Türkiye’deki hayattan bezmiş kişiler gibi. Her arabada mutlaka yere paralel şekilde göğüsleri açık, çıplak bir kadın heykeli var. Göğüsleri kapalı kadın heykeli bulmak çok zor hatta çırılçıplak olan da var! At arabalarının insan boyunu aşan tekerleklerini, gösterişli, pahalı saraya ait olduğu belirgin kumaştan örtülerini, koşumlarını görünce: “Siz de öncekiler gibisiniz ama onlar sizden güçlü idiler. Malları ve evlatları daha çoktu. Kendi paylarından yararlanmaya baktılar…” (Tevbe9/69) ayetinin mucizesine gözlerimle tanık oldum.

Sarayın ahırı bir hayli büyük, geniş ve tabii ki gezmesi bir hayli zaman alıyordu! Bir ahır nasıl bu kadar şaşaalı olabilirdi hayret! Tamamen olmasa da hiç es geçmeden her yeri, eşyayı incelemeye çabaladım, İngilizce yazıları çözmeye çalışsam çok zaman alıyor, bitmeden geçmek zorunda kaldım. Bir tablo gözüme ilişti. Tombul, etli bir ergen oğlan ağaca merdiven dayamış içinde yavru kuşların olduğu, cikcik öttüğü bir yuvayı alıyor; yine kendi gibi tombul, etli, apalak bir ergen kıza hediye ediyor. Oğlan kızı tavlamaya çalışıyor diye düşündüm. En çok ilgimi bu resim çekti. Aynı resmin devamı birkaç tarihi eşya sonra: Bu sefer oğlan kızın iyice uzatılmış sol elindeki üzüm salkımını almaya mı çalışıyor yoksa kızı belinden kavramaya mı çalışıyor anlayamadım. Ali İhsan evde burayı okuyunca dedi ki: “Anlamadın mı kızı kavramaya çalışıyor.” Meryem- İsa resimleri ve yaşlı bir adam. Çok gerçekçi duran at heykelleri için” balmumu heykel” dedim; “hayır içi doldurulmuş dışı gerçek, Atatürk’ün anıtkabirdeki köpeği foks gibi” dedi Ali İhsan yani bir nevi mumya! Tüylerim ürperdi garip, korkulu, tuhaf hislerden…

Ali İhsan hiç durmuyor enerjisi çok yüksek bir geziden birine atlıyor, 1973 yılında yapılmış zamanının modern ve çok büyük olimpiyat stadına götürürken modern bina gezilir mi diye isteksizdim. Dev çelik halatlar ile tutturulmuş kısımlara hayretle baktım, “ya koparsa bu halatlar!” diye içimden geçirdim. Yemyeşil çimli sahada gölü seyrederek oturup dinlendik, insanlar da oturup yiyip içiyorlardı göl görmeğe değerdi hele yetmiş iki buçuk insanın gezdiği lunapark güzeldi, İngilizce pratik için tam fırsattı ama misafirlik randevusü olduğundan yarıda bıraktık.

Misafirliğe gittiğimiz evin sahibi Muhtesim Bey’in isminin anlamını hem ben hem ablam sordu. Fatiha Suresindeki müstakim olduğunu yanlış olarak böyle verildiğini söyledi. Maalesef bu galat/yanlış isim verme çok var ülkemizde! Mesela bizim köyde “cafahır” diye bahsettikleri bir kadın vardı hatta “cafcaf” diyenler de vardı. Meğer kadının nüfusunda adı tam olarak “Cevahir” yani çok değerli, paha biçilmez taşlar anlamında imiş, cehalet ne felaket bir şey ya rabbim som altını verirsin cahile, teneke ile takas eder! Çabucak yemeğe geçildi, Almanya ziyaretinde böyle bir misafirlik beklenen yani olması gereken bir işti çok şükür vesile olan, davet eden vs. hepsine en kalbi teşekkürlerimi sunuyorum. Yemeği evin önündeki küçük bahçede yedik. Halbergmoos’da her evin önünde mutlaka küçük veya büyük bahçe oluyor, bahçesiz ev yok gördüğüm kadarıyla! Yemek muhteşemdi, lezzetli Türk yemekleri yapılmıştı dedim ki ”Almanları da davet edin kültür görsünler, fastfooddan başka yiyecekleri yok!” Simens fabrikasında önemli bir yeri olan Cem Bey ve eşi -Allah mesut etsin- karı-koca ikisi de çok mantıklı, düzgün ve aksansız Türkçe konuşuyorlardı, hayran olmamak elde değildi. Dini ve siyasi görüşlerimi korkmadan açıkladım Allah’a şükür. Muhalefet olmadı, tam Cem Bey’in telefonunu kaydedecektim ki topluca kadın-erkek namaza durduk, ben imam oldum ve telefon kaydetme işi olmadı. Baylar bayanlar çok neşeli, hoş, sakinleştirici ve eğitici sohbetler oldu; ablam iyice coştu, ağzına ne geldi ise tutmadan söyledi, sonradan duyduğuma göre aldığı ilaçların etkisi imiş bu acaip hali! Gece 01.30’a kadar devam etti sohbet. Ben “sabahlayacağız galiba” lafını ağzımdan kaçırmasaydım daha çok uzayacaktı bu sohbet. Hani derler ya huyum kurusun fikirlerimi pat diye ağzımdan kaçırdığım çok olur ama söz ağızdan çıktı mı her şeyi alt-üst eder! Atalarımız demiş ya” bin düşün bir söyle!” ben bu ağzından laf kaçırmayı bir kere daha yaptım yenge hanım Latife çok bozuldu hemen farkına vardım ama artık ok yaydan çıkmıştı! Eve varınca sabaha kadar Ali İhsan ve ablamın tartışmalarını duydum yatakta!” Hz. Nebi yatsıdan sonra sohbeti hoş görmezdi” hadis-i şerifi tahakkuk etmişti.

Almanya ziyaretimiz Hristiyanların Paskalya Bayramı’na denk gelmişti. Onların bayramı bizdeki gibi 3-4 gün değil 10 gün kesin var da gerisi ne kadar bilmiyorum. Meğer bu Paskalya Bayramı bizim Ramazan Bayramı’nın Hristiyan alemindeki adı imiş.

LANDSHUT

Misafirliğin ertesi günü Pazartesi gününde nüfusu 65.000 olan 40 km uzaklıktaki Landshut şehrine gittik. Rahmetli babamdan duyup da inanmadığım Almanya’da arabalar 220-240 yapıyor bu kanunen suç değil sözü gerçekliğine şahit oldum Ali İhsan 220 yaptı! Ama trafik biraz yoğun idi çok kısa sürdü yol boş olsaydı hep 220 ile gidecektik, ablam iki de bir “yeter, dur!” diyordu; ben aslında müdahale etmeme fikrinde idim ama gene de “yapma, yeter!” dedim

Şehrin dolaşırken bandolu çok sesli bir müzik kulağıma ilişti tanır gibi oldum müziği fakat Türkiye’den çok uzak bir yerde olduğundan anlam veremedim sonra Türk müziği olduğu hepimizde çok hoş bir mutluluk verdi. Meğer ırkçılığa, nükleer santral yapımına karşı aşırı sol bir Alman protestocu grupta Türkçe şarkı söyleyen Alman dikkatimi çekti; grupta sadece bir Türk şarkıcı vardı hepsi Alman’dı Türkçe müzik dinlemek için yanlarına oturduk. Arkamızda oturan iki kadın ile İngilizce konuştuk. Diğer müzik ilk müziğin verdiği zevki vermedi. Öğretmen Alman kadına İngilizce sordum Almanca cevap vermesi beni çok şaşırttı. Diğer kadın içinde “protect/koruma” geçen bir İngilizce cümle söyledi ben eylemleri ile ilgili bir ilmi cümle sandım; intibak kuramadım bir müddet sonra meğer kadın hava güneşli olduğu için ”şemsiye al ve güneşten korun!” diyormuş bir zaman sonra anladım. İngilizce bütün meramımı ifade ederim ama muhatap konuşunca güçlük çekiyorum anlamakta; çok uyanık olmak ve sürekli yabancı dili dinlemem lazım! Göstericilerden orta yaşlı bir adam yediği kekten kopararak ikram etti bana ve ablama. Müziğin bitiminden sonra göstericiler bizi yürüyüşe davet ettiler. “Özür dilerim, tarihi eserlerini gezeceğiz” dedim İngilizce ve ayrıldık. Paskalya Bayramı yürüyüşü imiş, bando çalınarak, şehrin her yerini dolaştı grup, polis yasağı-direniş vs. hiç bir olumsuzluk olmadan hadise olmadan; Ali İhsan “Almanya’da bütün protesto gösterilerinde hiç polis müdahalesi olmaz hem de konuşmacılar hükümete çok ağır eleştiriler yaptıkları halde!” dedi.

Altstadt (Eski şehir) gösterilerin olduğu yerden Neustadt (Yenişehir) e yani dünyanın en yüksek tuğladan binası Martinskirche ve daha sonra burg yani kale Trausnitz’e gittik. Dik merdivenleri zorlanarak çıktık, karşılaştığımız kız olsun, erkek olsun yakından geçerken okunuşu ile “helou veya helow!” diyorum o da mukabele ediyor. Konuşmalarından Arap olduklarını anladığım 3 genç erkek gördüm Arapça nereli olduklarını sordum Suriye dediler, bir tanesi gayet anlaşılır bir Türkçe kelime söyledi fakat gerisini getiremedi. Maalesef bu Suriyeli gençler serseri izlenimi veriyorlardı, biraz olumsuz bir görünüm veriyorlardı. Tarihi eserin bilet gişesindeki Alman kıza “Görmeye değer mi” anlamında Is it worth too see dedim anlamadı, bu worth (değer) kelimesini telaffuz gerçekten zor! Ali İhsan nasıl anladı da kıza Almanca tercüme etti şaşırdım doğrusu! Rehber eşliğinde kafile ile gezildiği için bir hayli bekledikten sonra girdik. Ormanın içinden geçerek şehrin iyice görüldüğü surlardan hem dinlendik, hem şehri seyrettik. İki saat sonra şatoya girdik, gerçekten görmeye değerdi! Daha girişte kocaman tarihi eser bir mobilya sandığım şey meğer soba imiş! Dolaplar, resimler, mobilyalar… Fakat resimler; bina 1960’ta yandığı için mattı! Yine çarmıh, sözde İsa heykelleri, ve çokça başka heykeller. Tavanlarda kadın baş, boyun ve göğüs altı yok kabartmaları. Resimler ve heykeller yine göğüsten yukarısı -göğüs de dâhil- çıplak! Rehber kadın tuvaleti küçük ahşap ama hala yeni gibi gösterdi ziyaretçiler baktılar ben de merak ettim alaturka olabilir miydi? Ama oturmalı idi ve gideri 300m. vardı herhalde! Duvarda bir resim gördüm bir adamın kollarında bir bebek ve bebeğin başı adamın ağzının içinde yani yiyor! Rehbere İngilizce sordum ”Mitolojik bir kahraman adı Kron” dedi! Demek ki bizdeki alkarısı veya alkarası Alman/Batı versiyonu bu efsane! Rehber kadının Almanca sözlerini Ali İhsan bize tercüme etti ve kadına sorun oluyor mu diye sordu o da gayet kibar memnunluk ifadesi gösterdi. Bu Alman kadınları, erkekleri hep böyle şen, kibar! Ziyaret bitince gişedeki kıza “görmeye değerdi” dedim İngilizce bu sefer anladı birkaç kelime etti ve ayrıldık.

Almanya’da bir güzellik, yeni tecrübe edindik ben de ablam da çay-kahve koymada, kahvaltılıkları kaldırmada, masayı silmede, sofranın altını süpürmede müşterek davrandık. Bizden biriydi Yenge Hanım Latife bunu bildiği için rahatça “Ahmet sen Ali İhsan’la masayı toplayın, biz hazırlanıyoruz!” diyor biz de büyük bir gönül hoşluğu ile uyguluyoruz. Benim de bana yerinde emirler veren bir eşim olsa diye düşünüyorum. Hatta bir ara ablam Latife’ye:” Senin kız kardeşin, akraban filan var mı?” dedi. Yine Yenge Hanımın:” Lavabonun, tuvaletin ıslaklığını şu bezle silin, duş alın kahvaltıya gelin!” demesi bir doğru işti, bir medeniyet izharı idi. Bunlar misafire açıklanmalı ki bir sorun olmasın! Yatağımı topluyor, pijamalarımı katlıyordum, kadın böyle açıkça durumu söylemeli! Hatta hatamızı çekinmeden yüzümüze bile vuruyordu Yenge Hanım! 2-3 kez Ali İhsan’a çok uzak ve zaman kaybı olacağını bilmediğim için bizi Hollanda’ya götürmesi rica etmem Ali İhsan’ın olumsuz sözlerine; Yenge Hanım’ın ise çıkışmasına sebep oldu! Demek ki bu teklifim bir hayli yanlış imiş daha da üstelemedim.

Bir Alman lokantasında hamburger yedik. Elimi yıkamak için tuvalete gittim, abdest aldım tebessüm eden bir genç ile İngilizce konuştuk. Türkiyeli bir ana-babadan doğma imiş Türkçe bilmiyor çünkü Ermeni imiş; sıcak tavrı hayret uyandırıcıydı! Bu lokantanın adı Hansel und Gretel imiş.

YABAN PARK

En çok kunduzlar ilgimi çekti, dişleri testere gibi… Elimi dişlerine değdiriyorum, hiç ısırmıyorlar. Sağolsun Yenge Latife yine uyarıyor; “onlar ağacı bile dişleri ile kemirip deviriyorlar; ya elini ısırırlarsa, yapma!” diye… Yaban koyunları, kuzuları, rakunlar, kurtlar; geceleyin çıktıkları için gizleniyorlardı, göremedik, vaşaklar yatıyorlardı, zor görebildik; sonunda biri lütfetti de beyefendi kalktı nihayet görebildik, yaban domuzları, ayılar, develer, geyikler; hiç ilgi çekmiyorlar çünkü her yerde görülen bir hayvan geyik! Kuş bakıcısının kuşlarla yaptığı gösteri seyri en ilginci olduğu için saat 15’te başlayacağı için epeyi bekledik. Parkta oynayan Alman çocukları, anneleri, piknik masalarında yiyen-içen insanlar; erkek tavus kuşu çığırtıları içinde evden getirdiğimiz ekmek arası yumurtalarımızı yedik! İyice doyduk, sağolsun yenge hanım hazırladı da getirdi. Bizdeki gibi çocuğuna bağıran, tartaklayan bir tek anne görmedik! Yalnız Almanlar’da bir tuhaf hal gördüm. Bu, İslam adabı olmadığı için olsa gerek diye düşündüm. Burun silerken insanı korkutacak kadar sesli siliyorlar gerçi bizde de onları fersah- fersah sollayanlar var bu konuda ama biz çok şükür Abdülaziz Hoca ve ekibinin internet sitesinden Müslümanın tuvalette iken, abdest aldığında vs. işlerde kimseyi iğrendirmemesi gerektiği bilgisini öğrendikten sonra burun sümkürmeyi nerdeyse temelli bıraktık! Bekledik, sohbet ettik, zaman akıp geçti ve saat geldi. Gösteriyi daha iyi seyredeyim diye üçe çeyrek kala tuvalete gittim ama geç kaldım daha içeri almadılar, Ali İhsan ile ayakta izlemek zorunda kaldık Ali İhsan beni tuvalete kadar gelip gösterinin başladığını, acele etmem gerektiğini söylediği için benim yüzümden önceden ayırdığı yere oturamadı ayakta seyretmek zorunda kaldı hakkından feragat etmişti maalesef! Bu durum Yenge Hanım’ın fırçasına neden oldu: “Suyu bol bol içip iki de bir tuvalete gitmemeli, idareli içmeli, helaya evde gitmemelisin seni bekleyemeyiz!” dedi, haklıydı “beklemek ateştir!” diye bir atasözü var rahmetli babamdan duyduğum.

AVUSTURYA 24.04.2019

Dün Avusturya’ya hem gezme hem de rahmetli Adem Emmi’nin kızı Nazife Abla’yı görmeye gittik. Farklı bir ülke ama AB’ye üye olduğu için bir başka şehre girer gibi girdik; kimlik, pasaport kontrolü olmadan! Nazife Abla’nın oturduğu ev ve çevresi yalın, renksiz görüntüsü apartman yapıları ile bizim İzmir’i andırıyordu! Tek Alman tipi bina sivri çatısı ile eskiden ahır şimdi ise cami olarak kullanılan binası idi; bu bina olmasa tam Türk yeri diyeceğim! Almanya’da ahırları cami olarak kullanıyorlarmış, ne fena!

Nazife Abla apartmanda oturuyor, Türkiye’deki apartmanlardan hiç farkı yok. Rahmetli Adem Emmi’nin resimleri ile… Şu dayıoğlu Ali İhsan, bu akrabacılığını kardeşi için de yapsa ne güzel olurdu! Cami olarak kullanılan binada Kur’an öğretiyormuş Nazife Abla… Ama boşandığı kocası Alman yetkililere şikâyet etmiş ve ders vermesi engellenmiş! Eski eşinin adını söylememesi, “Çocuklarımın babası” diye bahsetmesi çok dikkatimi çekti çünkü ben de hatta ağabeyim de, eski eşin konusu gelince ismini söylemeden kaçınıyor aynı kelimeleri kullanıyoruz “çocuklarımın anası”… Hiç birbirimizden haberimiz olmadan aynı ifadeyi kullanmamız şaşılacak bir benzerlik değil mi? Belki de haksız yere terkedilen, yuvaları bir zalim ve yandaşları tarafından bozulan bütün mazlum dullar tesadüfen aynı kelimeleri kullanıyorlardır eski zalim eşleri için! Ben bir ara Yusuf Suresi 95. ayette yıllar sonra oğlu Yusuf’un hala döneceğini uman ve kokusunu duyan Yakup (as.) a oğullarının ”Dediler ki vallahi sen eski yanılgına gömülüp kalmışsın!” dedikleri ayet ile amel etmek için konusunu dahi etmeme kararı almıştım ama maalesef başaramadım!

Asansörde yaşlı bir Alman sırtımı sıvazladı bir şeyler söyledi ve Ali İhsan ile Almanca bir şeyler konuştu! Tek sıcak karşılayan ve Türk gibi ilgili olan bu kişi idi Almanya gezimizde! Apartmanın sol yanında tarlada, saç-baş, bacak-kol açık, ak saçlı yaşlı bir Alman kadını garip bir görünüm arz ediyordu! Maalesef eve girmemiz ile çıkmamız bir oldu. Halk otobüsünü kaçırmamak için! Fakat yine de otobüsü kaçırmıştık! Otobüs durağında oturan orta yaşlı üstünkörü örtülmüş eşarbı ile bir kadın hiçbir şekilde Alman’a benzemiyor; Türk köylü kadınlarına benziyordu. Latife “aman ha sakın belli etme, hissettirme anlamında işaret etti! Nazife Abla’nın komşusu bir Çeçen kadını imiş.

Bregenz, neredeyse deniz denecek kadar büyük gölü ve onu seyretmek için eşit aralıklarla sıralanmış bankları Karadeniz şehirlerimize özellikle Ünye’ye çok benziyordu. Fakat Almanya şehirlerine nazaran daha mat ve eski manzaralıydı! Parlak ve modern olmayan apartmanları ile ise İzmir’i andırıyordu! Gölü daha iyi seyretmek için yapılmış dereceli oturakların en üstüne çıkmak istiyoruz ben, Ali İhsan, ablam, yenge hanım Latife ve Nazife Abla… Ama temizlik için kapalı anlamında engel koymuşlar fakat en yukarıda bir genç oturuyor yani kuralı ihlal etmiş biz de engeli yana kaydırdık ve çıktık; Almanya gezimizdeki tek çiğnediğimiz kural buydu, kimse bir şey demedi demek ki Avusturyalılar kural konusunda Almanyalılar kadar titiz değiller!

Yapma bir havuz değil de yağan yağmur sularının birikintisi şeklindeki tamamen doğal görünümlü havuz çok ilgi çekici idi! Kenarları suyu tutan kare, dikdörtgen vs. levhalar filan yoktu, havuzun yanında belki 30 kadın oturuyordu; ben ve Ali İhsan’dan başka erkek yoktu. Ali İhsan’a bu kadınlara niçin burada olduklarını sor dedim. ”Ben evli ve eşim de yanımda iken nasıl sorarım” dedi. Bir konuda bilgi almak, sorup öğrenmek için sormanın caiz olduğunu söylemeyi unuttum maalesef! Daha sonra bir program için orada olduklarını direğe asılı afişten öğrendim.

Bregenz Ali İhsan ve ailesinin kaldığı kasaba, vd. Alman şehirlerine göre bayağı ilkel… Fakat Almanya’ya göre daha sıkı ve kuralcı halk otobüsü bileti konusunda! İlk defa burada halk otobüsünde bilet kontrolü yaptı yolcu gibi oturan görevli kadın; biz anlayamadık olayı ama Ali İhsan çok dikkat kesildi ve şaşkın bir şekilde durumu dillendirdi. İki saat sonra yemek için buluşmak üzere ayrıldık. Mağazalar, kuyumcular Türkiye’dekilerden farklı değildi. Bir Türk mağazasının “ooo hoş geldiniz” vb. ilgi sözleri olmadı bayan tezgâhtarından ama yine de girdik. Daha sonra yine bir Türk kuyumcusuna girdik; bir şey almadan çıktık. La Döner adında bir Türk dönercisine girdik. Nazife Abla’nın oğlu Burak geldi. Sanki Türkiye’deydik; bizim lokantalardan hiç farkı yoktu sadece lavabonun giriş kapısının hemen önünde üç çöp tenekesi daha vardı yani tuvaletin el yıkama yerinden başka dışarıda da çöp kutuları vardı. Herhalde yıkanmış el, kâğıt havluya silindikten sonra kapı kolu o kâğıt ile tutulup kapatıldıktan sonra çöpe atılması için dışarıda idi çöpler. Kalabalık olduğumuz için iki masa daha eklendi. Ablam dönere bayıldı! Ben bu yerden bir an önce çıkmak istedim, hoşuma gitmemişti. Aslında lokantalarda –Almanlarınki de dahil- tam temizlik bulmak zordu. Ama Almanlarınki hiç değilse bir tecrübe oluyordu. Aslında ben Avusturya gezisini hiç istememiştim. Hemen gitmek istiyordum. Apartmanın önünde Nazife Abla’nın kızına torunlarına rastladık. Bu kızı pek tanımıyordum fakat bize benziyordu; annesinin ailesinden farklı olarak açık tenli ve sarışındı. Oğlu Burak da öyle annesine benziyordu. Türkler her yerde aynı! Ayaküstü konuştuk aynen Türkiye’de olduğu gibi. Eve çıkıp bir oturup çay içemeden ateş alır gibi geldik ve aynı şekilde gittik Bregenz’den!

BODENSEE GÖLÜ

Avusturya’dan Almanya’ya bir şehirden başka şehire geçer gibi hiçbir polis kontrolü olmadan geçtik! Şu Hristiyan dünyasındaki birliktelik bir de biz Müslümanlarda olsa ne iyi olurdu! Üç ülkenin göründüğü Bodensee Gölü’ne götürdü Ali İhsan bizi. Şu dayıoğlu bize yaptığı kusursuz misafirperverlik gibi bir de bizim dini fikirlerimize de iştirak etse ne güzel olurdu! Bodensee Gölü aslında bir deniz çünkü çok büyük ve yanına yaklaşılamıyor rüzgârdan! Gölün affedersiniz denizin kıyısında çok sivri yapılı ve bir o kadar da renkli bir bina ile yüksek bir kaideye oturtulmuş bir aslan heykeli dikkat çekici idi! Buradan Alp’ler çok net görünüyordu çünkü iyice yakınlaşmıştık, dorukları karlı karlı. Şehirde dolaştık, parkta oturduk, içilebilir yazan ama çok az akan bir çeşmeden suluğumu doldurdum bir hayli zaman…

Akşama doğru eve geldik, yemek yedik. Yürüyüşe çıktık Ali İhsan ile. İlkokul ve kreşlerin önünden geçerken arabaların yavaşlamaları için yolun nasıl daraldığını ve kavisli şekilde yapıldığını ve arabaların hiç zarar görmeden hız azaltmak zorunda kaldığını anlattı Ali İhsan, sağ olsun! Ya bizde nasıl? Boylu boyunca yolu kesen ve kazara fren yapmadan geçen arabanın alt takımını hurda eden çağ dışı engel koyma yahut yolu tümsekleştirmelere ne demeli? Yine köpek gezdirenler köpeklerin dışkısını atmaları için yol kenarlarındaki direklerde poşetler ve sinek, arı, böcekler gibi ufak uçan hayvanlar için delikli kütükler… Almanya, hasta, sakat hayvanlar için barınak, hastane yapan ecdadımızın uygarlığını uyguluyor. Ali İhsan çok iyi, has bir akraba ve gurbetçi bir dost ancak bir de Kur’an okusa yani mealini her şey çok daha iyi olurdu! İşte ayet: “Sahibinizden (rabbinizden) size indirilene uyun, Allah’a daha yakındır diyerek evliyaya (araya başka kimse giremeyecek kadar yakın olan şey, kişi vs.) uymayın, siz ne kadar da az düşünüyorsunuz. (A’raf, 7/3) Bu ayete göre İnanan yani güvenen kişinin en yakını Allah’tır; O’ndan başka hiçbir kimse ve kurum değildir, İslam’da zaten kurum da yoktur, Dinî kurumlaşma Hristiyanlıkta vardır!

KERMES 25.04.2019

Ali İhsan gezerken iki de bir özlemle: “Kermes” deyip duruyordu. Türkiye’de de kermesler çok olduğu ve bu kelimeyi hiç sevmediğim için canım sıkılarak dinliyordum ve ” bu da ne ya!” diye içimden geçiriyordum. Ama görünce bu fikrim tamamen değişmişti! Çünkü erkek-kadın, genç-yaşlı hatta bir Japon kız Bavyera kıyafetleri giymiş, Heidi elbiseli kızlar, şortlu köylü kıyafetli oğlanlar dönerken eğimli olarak yükselen-inen ismini bilmediğim bir lunapark aletinde çığlıklar atıyorlar, eğleniyorlar, çok çok renkli bir görüntü arz ediyorlardı… Maalesef medya onları da vurmuş mahalli kadın kıyafetlerinin önleri açılmış, ergen kız çocukları yani orta ve lise çağındaki kızlar bile bu elbiseler sıkılmadan giydirilmiş! Hatta sigara ve içki içen kızlar yerlere oturmuş! Ali İhsan’ın dediğine göre bu durum yeniymiş, önceden müstehcenlik yokmuş giyim kuşamda. Hatta kendinin ve Latife’nin de bu kıyafeti varmış ve açıklık yokmuş! Meğer kermes Bavyeralılar eğlencesi imiş ve önem veriliyormuş; kasabadaki küçük bir şekli asıl büyük olanı Münih’te yapılacak olanı imiş Bizim gezi süremiz dolduktan sonra idi seyredemedik maalesef. Burada fazla kalırız düşüncesiyle akşam ve yatsı namazlarını bir köşede birleştirerek kılıp vaktin geçme tehlikesini atlatmak sonra bu yabancı kültürü tanımak istedim! Namazı son vaktine kadar bekletmek ve yine orada bir köşede kılmak da mümkün hatta daha iyisiydi. Ancak eve gidince kılmak; vaktin çıkması yani “… Çünkü o namaz müminlere vakitle sınırlı olarak yazıldı/farz kılındı. (Nisa4/103) ayetine aykırı olacağından kabul edilemezdi.

DACHAU TOPLAMA KAMPI 25.04.2019

“Boş verin iyi şeyler düşünelim bu katliam yerlerine gitmeyelim” dedi Ali İhsan, haklı idi ama ikinci teklif gelince kabul etti. Almanya Türkiye kadar İngilizce mübtelası değil bize göre çok az İngilizce kullanıyorlar tanıtım levhalarında ama Dachau Yahudi toplama kampında her belgenin bir Almancası bir de İngilizcesi var çünkü Alman Hükümeti Hitler’in tarihini dışlıyor ve utanç duyuyor, Hitler’in kitabı da yasak! Bu durumdan üzüntü duyduklarını ve asla onaylamadıklarını vurgulamak için İngilizce yazmışlar.

Ali İhsan tarihi olaylara da farklı bir biçimde yaklaşıyor; Ermeni soykırımı iddiası için zorunlu göç esnasında katliama benzer olaylar olmuştur vs. diyor! Başarılı bir işadamı, mutlu bir evliliği, gurbetçiliğin verdiği dikkat, keskin zekâ, konuşkan, sanatkâr ve atalardan kalıtımsal pehlivan yapısı ikna edici yapmış onu. Eşi Latife de açık sözlü ve gayet alçak gönüllü de; tamamen bizden biri kibir hiç yok! Evde ev kadını, işyerinde ise otoriter ve bu iki zıt hali eşit kesim paylaştırmış bir kişilik! Çocukları ise adeta bir melek! On günlük misafirliğimizde ne tuhaflıklarını ne de şımarıklıklarını gördük! Bu bizden kat kat üstün tecrübe ve üniversite bilgileri olan akrabalara nasıl anlatacaktım fikrimi? Babam “gurbetçinin tecrübesini 5 üniversite veremez derdi. Bu işin öyle olmadığını anlattım Ali İhsan’a arabada yani olumlu bir nam salmış olan kişiler aleyhinde gelen olumsuz haberlere kulak asmamanın Kur’an düsturu olduğunu Ayşe Validemize atılan iftira ile ilgili ayeti okuyarak (Nur 24/12) izah ettik çok şükür Allah’a, o da tartışmadı sağ olsun.

TUNA NEHRİ 26. 04. 2019

Seher Yenge ve çocuklarını, Damat Mustafa’yı ziyaret için Amberg’e doğru yola çıktık. Adına eşsiz güzellikte marş yazılan Tuna Nehri, Regensburg şehrinden geçiyor yakından gördük. Büyük, enli bir nehir! Köprüden arabamızla geçerken pedalları çevrilerek hareket eden küçük oyuncak gibi olan lastik kayıklar ile nehri dolaşanları gördük, Perşembe yaylası gölündeki gibi. 8 gündür sanki gülerek “hoş geldiniz” diyen harika bir bahar hatta hafiften sanki tembel yaz havası suratını asmış yağmurlu ve soğuk; -Niksar’dan soğuktu- bir hal almıştı. Üzerimde Ali İhsan’ın verdiği başlıklı hırka vardı ama alta giydiğim tişört kolsuz olduğu için kollarım üşüyordu. Dayıoğlu ise tam fukaranın düşkünü, beyaz giyer kış günü kabilinden giyinmişti; kısa kollu bir tişört ile fakat hiç sızlanmıyor! Almanya’nın havasına alışmış! Regensburg transit geçilemezdi, başlı başına tarih hava muhalefetine rağmen gezdik hem de yayan! 700 yılda yapılmış sipsivri kuleleri olan gayet büyük ve görkemli bir kilise! İçeri girmek istedik hayret kapalı idi. Daha fazla dayanamadık havaya gezmeyi yarıda bıraktık ve yola koyulduk. Sadece aklımda bir Süpermarketin kafesinde içtiğimiz kakao, aynı Niksar/ Kümbetli köyündeki Talazan Köprüsü’ne tıpa tıp benzeyen Avrupa’nın en uzun taş köprüsü ve Türk aleytarı bir heykel, kestiği Türk paşasının başına ayağı ile basan Don Juan de Austria heykeli kaldı.

WALHALLA

Viking cenneti Walhalla, yeşil bir ormanlık idi. Yakın tarihlerde ( 1700-1800 yılları) yapılmış ama çok emek verildiği belli Roma akropolleri şeklinde bina edilmiş. Üstünde roma heykelleri, içinde ise kanatlı kadın yani Hristiyan melek figürleri Almanya’nın ünü dünyaya yayılan önemli kişilerinin büstleri olan, büyük ve bir o kadar da yüksek binayı Kelheim Befreinungshalle’yi gezdik. Binanın üstüne döne döne dar merdivenli bir yerden çıkılıyor. 248 basamak Ablam sanki kalp hastasıymış gibi çıkamayacağını söyledi, bizi korkuttu! Ama yine de çıktı dura dura. Çok zor çıktı ama manzara nefisti; Tuna Nehri ve bütün Regensburg ayaklarımızın altındaydı. Halbuki babam “Ne kadar gerçekçi!” demiş bu melek heykelleri için ve kalp hastası olduğuna bakmadan o kadar merdiveni çıkmış! İngilizce konuşmak için bir adama: “ Siz ülkemde tanıdığım birine çok benziyorsunuz” dedim İngilizce. Adam: “Siz nerelisiniz?” dedi “Türkiyeliyim” dedim o zaman adam:“ Saksonyalıyım” dedi. Almanya’da değil İngiltere’de zannediyordum Saksonya’yı!

AMBERG 26.04.2019

Çocukluğumdan beri duyduğum bu kasabayı çok merak ediyor, masallardaki veya çizgi filmlerdeki Avrupa köyleri gibi sanıyordum; Ali İhsan da “aynen öyle” demişti. Fakat büyük bir şehir yani 45.000 nüfuslu idi ve köy denilemezdi. Seher Yengelere gittik. Eve girince kömür sobası yaktıklarını görünce çok şaşırdım. Böyle modern bir ülkede kömür yakmak! Meğer zevk için yakıyormuş Enişte evde doğal gaz da varmış Mustafa; soba da kömürlerin şekli de çok düzgün yere döşenen parke taşları gibi kömürler! Herkesin cemaate katılmasını istedim ama Mustafa ile cem’ ederek kıldık; akşam ve yatsıyı. Mutfakta konuşmaları duyuyorduk, çok ilgi çekici bir konu vardı. Müslüman olmuş bir Alman kız varmış Alman Fatma diye. Onunla beni tanıştırmak için Dayımın kızı Sevgi telefon bile etti. Fakat aynı Türkiye’deki kızların sudan bahaneleri söylendi; hasta bir babası varmış ona bakıyormuş falan filan… Hiç ümitlenmemek en iyi yol! Bu Dayımın çocuklarına babalarının komedyenliği miras kalmış enişte Mustafa da onlardan öğrenmiş; insanı avundurmayı çok iyi beceriyorlar! Bu meseleyi böyle düşünmek lazım çünkü öyle buyuruyor rabbimiz: “ İnsanın kendi çabasından başkası kendinin değildir.” (Necim 59/39) yani kendimiz başarabilmeliyiz bu evlilik işlerini.

Güzel bir akşam yemeği yedik Türkiye’deki gibi. Sevgi yapmış eline sağlık. Enişte Mustafa çok güzel ümit veren laflar ediyordu. Kadınlar, Ali ihsan mutfakta, biz oturma odasında oturuyorduk. Mustafa’nın ümitleri, istediğim sözleri beni öyle mutlu etti ki kızgın çölde cam gibi berrak, balıkların şapırdatarak hopladığı içilebilir bir göle dalan kişi gibi ferahlıyordum. Sanki yarın evlenecek hatta şu an evlenecekmişim gibi gayr-i mümkün moraller veriyordu! Ama olsun gene de iyi geliyordu.

Gece erken yattık. Sabah namazını Ali İhsan’la birlikte kıldık. Dayımın çocukları Türk misafirlik kültürünü aynen devam ettiriyorlardı hayret! Yeterli derecede ev ve yatakları vardı. Bina tamamen 4 katlı idi Sevgi’nindi bir de Türk kiracıları vardı. Namazdan sonra yatmadık Amberg’i gezmeye çıktık. Ablam da geldi. Bir kale şehri ve her tarafı surlarla kaplı Amberg’in, Niksar gibi. Ama surlar bizdekinden farklı olarak kiremit saçaklıydı. Rathaus Belediye, Martinskirche kilise, sur kapıları, Nabburger Tor (bir sur kapısı). Amberg başlı başına bir tarih! Surların etrafında iki tarafı yeşil çimli, ortası yol yerde dolaştık. Ali İhsan üstü kapalı modern bir binayı övdü. Yüzme havuzu imiş. Çocukken anlatıyordu bize biz de ağzımız açık dinliyorduk çünkü o zamanlar öyle bir yüzme havuzu yoktu Niksar’da. Aşırı sıcaklarda çocuklar Kelkit ırmağına yüzmeye gidiyordu ve maalesef her yıl bir çocuk can veriyordu ırmakta! Yetkililere sorsan hemen suçu kadere atarlar; tabii kader inancı varken suçlu olur mu hatta suçlu araştırmak, kader inancını sorgulamak; inançsızlık, en büyük günah! Yüzyıllarca böyle sömürüldü Müslümanlar!

Kahvaltı için eve döndük çünkü daha fazla yürüyememiştim. Turist yürümesine engel olacak her türlü olumsuzluğu önceden gidermelidir. Kahvaltıdan sonra şehrin camisine gittik. Hasta olan yürüyemeyen Seher Yengem de geldi. Biraz sonra imam geldi, tanıştık birkaç laf ettik. Ali İhsan sadaka verdi cömertçe ve parasız kaldı çünkü bütün parasını vermişti.

Öğleden sonra tepedeki kiliseyi gezdik. Hemen kapının girişinden başlayıp dönüşü çıkışa kadar Hristiyan önemli kişilerin heykelleri vardı. Zackarias ismi dikkatimi çekti daha önce duymuşluğum için. İçeride enstrüman hazırlayan bir gence İngilizce ”Siz sorumlu musunuz?” dedim “evet” dedi “Zackarias kim?” diye sordum. Biz müzik yapıyoruz bilmiyoruz dedi. Ben de “ Bu ismi işittim ama tam bilmiyorum” dedim. Aslında yabancı dil konuşurken çok cesur olmalı, bu cesaret kişiye güç veriyor; yanlış yapmaktan korkmamalı ama hiç düşünmeden, önem vermeden de konuşmamalı! Bu Zackarias, Zekeriya (as.) olmasın?

Amberg’den ayrılırken, yolda seyir halinde dünyaca ünlü Weltenburg Manastırı’nı uzaktan gördük. İçini gezemedik maalesef! Bu son gezmemiz idi.

10 günlük Almanya seyahatimizde sadece bir buçuk gün boş durduk. Ali İhsan cömertlikte ün yapmış İhsan dedemin torunu olduğunu ispatladı. Allah razı olsun.

Son gün Ali İhsan ile Latife’nin mesaisi başladı. Bir günü evde geçirdik. Kasabanın marketine gittim, yabancı dil konuşmayı çok istiyordum. Google’dan alış-veriş ile ilgili cümleleri bir kâğıda yazdım, Almanca okunuşlarını. Maalesef kasa ile ilgili olanlarını yazmıştım; ürün hakkında soru sormayı akıl edememiştim. Bir bayan çalışana yaklaştım eski görev yaptığım bir bayan öğretmenin sanki Alman hali idi; sadece renk farkı vardı hayret! İnsan bilmediğinin düşmanıdır der bir atasözü… Bize kusursuz gözükmeleri tanışıp iki laf etmemektenmiş meğer, yakınlaşınca birbirimize benzediğimizi aynı ana-babadan (Adem-Havva) olduğumuzu anlıyoruz. Bu Ali İhsan işi abartıyor bence! “Aman sus bir laf etme sapık sanırlar vs.” Uzak durdukça insanlar yaban oluyorlar! Evde hazırladığım Almanca cümleler işimi görmeme yardım etti, şükür.

Öğleyin Latife geldi, Ali İhsan’ın dün geceden hazırladığı yemekleri yedik. Dayıoğlu aşçılık da öğrenmiş. Gurbetçilik insana her şeyi öğretiyor. Biraz sonra da Ali İhsan geldi. 2 saat önceden havaalanına gitmek gerektiğinden fazla beklemeden çıktık. Ali İhsan misafirlik boyunca giydiğim her şeyi bana verdi. Ancak valizim olmadığı için naylon torbalara koyduk ve Latife yine lafını esirgemedi, yapıştırdı: ”Çok ayıp!” dedi. Ablam Latife’ye senin gibi kardeşin, akraban vs. var mı Ahmet’e alalım!” demişti önceden fakat hiç cevap vermemişti.

Ali İhsan havaalanında son iyiliğini de yaptı. Bize peynirli simit gibi bir şey aldı. Bizim açma, katmerleri andıran etli bir şey dikkatimi çekti; Ali İhsan: “Olmaz, domuz eti var!” dedi. Daha önce de aynı yiyecek ilgimi çekmiş ve dayıoğlu aynı şeyi söylemişti, unutmuşum. Ablam ısmarlaşırken, bir tuhaf iş yaptı, Ali İhsan’ın elini öptü. Dedeme hürmet imiş bu hareketinin anlamı!

HAVAALANINDA

Alman havaalanında kontrol bizimkinden daha ayrıntılıydı! Kemeri çıkarmamızı söyleyen görevliye İngilizce niçin kemer diye sordum aynı Türkiye’de cevap vermeyen sorumlular gibi ilerideki birini işaret etti Alman kadın ona sorunuz dedi. Aynanın önüne geçiriyorlar eller açık komik bir şekilde durduruyorlar. Kuyrukta arkadaki adama İngilizce “nerelisiniz?” dedim “İngiltere” dedi. Is it heavy control isn’t it?/ Ağır kontrol değil mi? Dedim o da “yeah!” dedi. Bir de Alman polisi ablamın ayakkabılarını çıkarttırmaz mı? O zaman ablam “Sizi şikâyet edeceğim, ayıptır bu yaptığınız vs. cümleler sarf etti. Daha sonra yerimize oturup uçağı beklemeye koyulduk. Böyle durumlarda Şeytan hep pusuda oluyor! Namazı uçakta kılarsın, yerinden hiç ayrılma diye vesvese veriyor hem de baskın bir şekilde! Ben de öyle düşünürken içime şu fikir doğdu, ayette geçen yürüyerek veya binekli namaz kılma vaktin çıkması korkusu varsa idi; keyfi olarak uçakta kılarım diye bir lüks yoktu (Bakara 2/239) polise mescit sormak için gittim ve “Bilgilendirme nerede? Diye sordum İngilizce oraya gidemezsin geçiş alanının dışında kaldı dedi ve beni karşıdaki gişe gibi polis oturan yere gönderdi. Cesurca gittim ancak biraz da endişe vardı; polis size yardım edebilir miyim? Dedi İngilizce çok rahat anladığım için hoşuma gitti evet edebilirsiniz, mescit nerede diye sordum fakat tarifini tam anlamadım ve alt kata kimsenin olmadığı bir alanda aramaya başladım tıpkı Türkiye olduğu gibi olduğu gibi. Bir anda melek içime bir ilham gönderdi: “Ne yapıyorsun değişik bir ülkedesin seni tutuklarlar!” diye. Zaten hemen bir anons geldi, çabucak geldiğim kata çıktım¸ önü ve sağı açık, demir levhalar monte edilerek L şeklinde yapılmış, insanların rahatlıkla görebileceği bir yerde el çantama secde ederek yerde bulduğum plastik bir kare parçayı da dizlerimi koyarak akşam ve yatsı namazımı cem’ ederek kıldım; kuş gibi hafiflemiştim, çok şükür.

Sonra bekleme yerinde yurttaşlar ile sohbet ettik. Namaz vakitleri konusunda Diyanet’in yanlışından, dünyada bir ilk olarak uzman ekip çalışması olarak Süleymaniye Vakfı Takvimi’nin en doğru olduğu vs. Konularında… Bir vatandaş Diyanet’i savundu! Ben de “devlet kurumudur yanlış yoldaki cemaatlere göre elbette takip olunmalıdır ancak hatalarına göz yumulamaz!” Dedim. Açık, genç üst dudağında elbisesinden uçarak oraya yapışmış gibi duran daha sonra yuvarlak pearcing olduğunu anladığım konuşkan bir kadın tamamen fikirlerime katılıyordu. Ablam ile ahbap oldular. Bir orta yaşlı kadın ise hiç konuşmuyor, ürkek ama yobaz olmayan tavırları ile garip ve sevimli bir görünüm arzediyordu; ikisi de cenaze için Türkiye’ye gidiyorlardı. Sonunda uçak geldi ve bindik; on günlük Almanya ziyaretimiz böylece nihayete erdi.

Yorum Yapın

Navigate