Suriye’de Yaşananların Anlamı Nedir?

27 Şubat gecesi gerçekleştirilen hava saldırısı neticesinde 34 askerimiz şehit oldu, 32 askerimiz de yaralandı. Şubat ayında 55 kahraman Mehmetçiğimiz şehit oldu.

Gerçekleştirilen saldırıyı, saldırıyı gerçekleştirenleri, ortak olanları, seyirci kalanları, izin verenleri lanetliyoruz. Şehitlerimize rahmet diliyor, Rabbimize onları Cennetine alması için niyaz ediyoruz.

Yüreği evlat acısı ile kor kor yanan, şehit ailesi olmanın vakarı ile dağ gibi ayakta duran, şehitlerimizin emaneti şehit annelerine, babalarına, eşlerine ve evlatlarına en içten şükranlarımızı sunuyor sabır diliyoruz.

27 Şubat gecesi yüreğimiz yandı! İçimiz kan ağladı! İDLİB’teki masum sivilleri koruyan, bölgede tek sığınılacak güç olan Türk Milleti’nin temsilcisi, gözümüzün nuru kahraman askerlerimize mübarek Regaib gecesinde uçaklarla  alçakça saldırdılar! Kahraman aslanlarımızdan öyle korkmuş ki kalleşler, 60 Mehmet’e 320’den fazla top ve roketle saldırdılar. Yetmedi, şehitlerimizi ve yaralılarımızı almaya giden ambulanslarımızı da vurdular!

Yetkililer tarafından “Bedeli misliyle ödetildi” deniliyor. Bu söz, insanın yüreğinde kanayan yaralara daha çok tuz basıyor! O mübarek Cennet yolcularının bir tanesinin tırnağı olamaz yere serilen 2884 paralı leş.

Tetiğe dokunan, emri veren, teslim olmayan tüm kalleşler bire kadar kırılmalıdır. Ama yetmez! Yetemez! Kahpece, kalleşçe, namertçe, üç ayların başında, İslâm dünyasının tartışılmaz hamisi Türkiye’ye, Türk Milleti’ne saldırmak İslâm’a açılan savaşa hizmet etmektir. Anlamı çok derindir! Üzerinde iyice düşünülmesi gerekir.

Mehmetçiğe Gerçekte Kim Saldırdı?

Saldırıları Suriye’nin ya da meşhur söylemle “rejim”in gerçekleştirdiği söylense de mesele net şekilde ortaya koyulmaz, gerçekler eğilip bükülürse sorunlarımıza çözüm bulunması mümkün olmaz. Hiç kimse kendisini kandırmasın, Mehmetçiğe saldıran Rusya Federasyonu’dur! Rusya, asırlık rüyası olan Akdeniz’e inme hayalini adım adım, gerektiğinde ABD ile oyun kurarak, rol paylaşarak, ülkemiz yönetimlerinin de hatalarından istifade ederek gerçeğe çeviriyor.

Kukla, soysuz, satılmış Esad’ı ve askerlerini de daha önce başka emperyalistlerin kullandığı gibi kullanıyor, üzerimize salıyor. Açıkça görülmektedir ki; Suriye’nin başındaki, kendi soydaşlarına bile bombalar yağdıran kalleşin ve insanlıktan nasibini almamış paralı askerlerinin tasması şimdilik Rusya’nın elindedir. Esas bedel ödemesi gereken, askerimize saldıran alçaklar kadar onların kana susamış, emperyalist sahipleridir.

Suriye’yi Kim Kurdu?

Suriye, 1. Dünya Savaşı sonrasında kendiliğinden ve İslâm dünyasına hayır için kurulmamıştır. “Suriye” hiçbir zaman bağımsız olmamış ve olması istenmemiştir. Suriye; İslâm beldelerinin, Osmanlı topraklarının işgal edilmesine işgalcilerin BM’de verildiği isimden ibarettir. Bu işgal edilmiş Osmanlı toprağında yaklaşık 10 yıldır süren “iç savaş” değil işgalcilerin yeniden bölüşüm kavgasıdır. Altını çizerek vurgulamak gerekir ki; Suriye denilen kukla devletin ne gerçek anlamda bir ordusu, ne tarih önünde ispat edilmiş bir tebaası, ne de bağımsız bir yönetimi vardır. Suriye, emperyalistler tarafından, sınırları cetvelle çizilerek, petrol bölgelerini sömürmek amacıyla tarih sahnesine çıkarılmıştır. Suriye’nin başındaki soysuz Esed; babası ve dedesi gibi İslâm düşmanı, müstemleke uşaklarının soyundan gelen bir satılmıştır.

Rus ordusunun lojistik desteği, stratejik eğitimi, taktik yönlendirmesi ve doğrudan müdahaleleri, rejim üniformalı Rus askerlerinin desteği olmasaydı rejim gücü denilen çapulcular; değil şanlı Türk ordusuna saldırmaya cüret etmek, çölde yollarını bulamaz, uçaklarını pistten kaldıramazlardı.

Saldırının Bedelini Rusya Ödemelidir!

Suriye’nin kurulduğu günden beri tek başına hareket etme iradesi olamayacağı ayan beyan ortadadır. “Rejim unsuru” denen satılmışların tamamının etkisiz hale getirilmesi mutlak mecburiyet olsa da güney sınırlarımızı güvence altına almaya yetmeyeceği, bölgenin sadece rejimin değişimi ile huzur bulmayacağı aşikardır.

Suriye denilen kukla devletin silahlı unsurlarına “ordu” demek bile komiktir. Bilinmektedir ki bu paralı satılmışlar kim silah ve para verirse onun tarafından kullanılır. Rejimin şu anda ipi Rusya’dadır. Yani Mehmetçiğin kanı; Türk düşmanı, işgalci Rusya’nın elindedir. Akan kanın hesabı Rusya’dan mutlaka sorulmalıdır.

Bu saldırıların Rus diplomatik temsilcilerinin Ankara’da devlet yetkililerimiz ile görüşürken dalga geçercesine yapılmasına ve Rus dışişleri bakanlığının hiçbir şeyden haberi olmayan masum rollerde pişkin açıklamalar yapmasına da hak ettiği cevap verilmelidir.

İnanıyoruz ki, bedeli ağır da olsa sonunda hak yerini bulacaktır. Akdeniz’e inme hayalindeki Rusya, iş birlikçileri ile beraber bir daha dönmemek üzere bu topraklardan sökülüp atılacaktır. Bir gün; Kafkaslardan Moskova’nın kuzeyine kadar uzanan büyük İslâm bölgesindeki çoğunluğu Türk, Türkiye’ye manevi olarak bağlı Müslüman topluluklar yeniden birleşecek ve devletlerini kuracaklardır. Bağımsız Kırım, Kazan, Kafkas Devletleri mutlaka kurulacak; “Rusya Federasyonu”nun sömürgeci devleti, yerini Türk devletine vergi veren küçük Moskova Knezliğine bırakacaktır.

Suç Kimin?

Meselenin sadece bir yönünü irdelemek kolaya kaçmak olacaktır. Elbette ki hainler, alçaklar, planlarını uygulamaya milletimize kast etmeye çalışacaklardır. Fatih Hazretlerinin devlet yönetim anlayışının dayanağı olan sözü bize rehberlik eder. Yaşanan felaket karşısında vezirini sorgular ve ondan savunma ister: “Felaket karşısında ya acizsin ya da felakete ortak!”

Maalesef son 20 yılında, ülkemiz dış politika konusunda ani ve keskin dönüşlerle dolu bir seyir izliyor. Özellikle de büyük sömürgeci güçler ile ilişkiler konusunda. Dış politikamız, tam teslimiyet ile sözde savaş naraları arasında sürekli gidip geldi.

Rusya’nın ya uçağını düşürdük ya devlet başkanı ile sözde dost olduk. Askerî, ekonomik tüm ihaleleri onlara verdik. Stratejik ortak olarak tanımladığımız ABD, ya askerlerimizin başına çuval geçirdi, sınırımızda, Türkmeneli’nde bir PKK terör devleti kurma çabasını açıkça ilan etti ya da bizi temsil edenler BOP’ta eş başkanlık yaptı.

Dış Politika Millîleşmelidir

Yaşanan son elim hadisede de, betonu delen mühimmat gibi spesifik ekipmanlarla askerlerimize saldırıldığı, bunları kullanma kapasitesinin de sadece belirli uçaklarda olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Yaşananların, Ruslarla bilgi paylaşım eksikliği olmayıp gizli kapılar ardında sürdürülen pazarlıklarda Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak maksatlı ve alçakça bir insanlık suçu olduğu aşikârdır. Rusya’nın işlediği ya da işlettirdiği saldırının kalleşlik kokan durumu bir tarafa bırakılıp salim kafa ile düşünülecek olursa; “Ülkemiz dış politikasının nasıl bu kadar tedbirsizce yönetildiği”, “Rusya’nın dostluğunu umarak askerimizin can güvenliğinin Ruslara emanet edilmesi gafletinin nasıl gösterildiği?” soruları önümüze çıkacaktır.

Üyesi olduğumuz, tüm yükünü çektiğimiz NATO mensubu devletler; “Ruslarla s400, nükleer santral, Türk Akım anlaşmaları yaparak başınıza gelenleri hak ettiniz” yorumları yaparken dalga geçercesine “Türkiye’nin yanındayız” mesajları vermeye devam ediyorlar.

Rusya’nın Kafkasya, Kırım, Suriye, Afganistan başta olmak üzere İslâm dünyasındaki katliamları unutulmamalıdır.

Ruslara ve onların başındaki profesyonel, eğitimli katil için “dost mu?, “ABD yönetimi için “Müttefikimiz midir?” sorularına halkımızın verdiği cevap net.

2019 ve 2020 yıllarında defalarca yapılan anketlerde, iki ülke için yöneltilen  “Rusya Türkiye’nin müttefiki midir?” “ABD Türkiye’nin stratejik ortağı mıdır?” sorularına Rusya için %93,7 oranında, ABD için sorulan soruya ise “%92,8 “HAYIR” diye cevap verilmiştir.

İktidara düşen halkımızın çok net bir şekilde

bildiği tarihi gerçeklere göre hareket etmesidir.

Bölgemizde süren ABD, Rusya ve İsrail arasındaki güç mücadelesinde Türkiye, uyguladığı diplomatik anlayışı millî ve Türkiye merkezli hale acilen getirmelidir.

Askerimize saldırdıktan sonra bir özür dahi dilemeyen, Putin’in ve ekibinin ayağına, Türkiye’yi temsilen gitmek başlı başına bir hatadır. 5 Mart’ta Moskova’da gerçekleşecek görüşmeden yeni Ayestefenoslar, Beykoz’a Rus askerlerini davet ile sonuçlanan Hünkar İskelesi anlaşması faciaları çıkmamalıdır.

Yaşanan faciaların tekrarlanmaması için yapılması gerekenler şunlardır:

1- Mehmetçik’in Katilleri Yok Edilsin

Mehmetçiğe saldırı emri veren sözde komutanlarından tetiğe basan paralı satılmışlara kadar; askerlik onurundan ve şerefinden yoksun Rus ve Suriye devleti emrindeki tüm alçakların başları alınmalıdır!

2- Suriye Hava Sahası Ve Boğazların Angajman Kuralları Değiştirilmelidir

Rusya’nın yaşananların hiçbirisinde dahli yokmuşçasına saldırının hemen ardından 3 savaş gemisini daha Akdeniz’e göndermek üzere Boğazlarımızdan geçirmesine izin vermenin akıl ile izah edilir yanı yoktur. Montrö anlaşması hükümleri derhal uygulanmalıdır.

Güney sınırlarımıza yaklaşan tüm hava unsurlarının uyarıda bulunmaksızın imha edileceği yeniden ilan edilmeli, ordumuz bir an önce hava unsurlarına karşı savunmasız halinden kurtarılmalıdır.

3- Esed Adalete Hesap Vermelidir

“Esed” ve tüm kabinesi nerede olursa olsun yakalanmalı ve Türk adaleti önünde hesap vermelidir!

4- Rusya Ve Suriye’den
Tazminat Talep Edilmelidir

Son 10 yıl içerisinde Rusya ve Suriye’nin birlikte ya da ayrı ayrı Türk vatandaşlarına, askerlerine doğrudan ya da dolaylı olarak verdikleri tüm maddi ve manevi zarar için tazminat ve resmi özür talep edilmedlir.

5- Suriye İşgalindeki Bölge Özgürleştirilmelidir

Kukla Suriye devletinin işgali altındaki İdlib, Halep ve Şam dahil tüm Türk illerinin özgürlüğüne kavuşması sağlanmalı, bölgede “Türkmeneli Cumhuriyeti” kurularak şerefli al bayrağımız dikilmeli, Türkmeneli Cumhuriyeti ile bölge halkının Türkiye hasreti dindirilmelidir.

Bölgede asırlar boyunca Türkiye’nin yönetiminde yaşamış kardeşlerimizin can güvenliğinin TSK güvencesinde olduğu ilan edilmelidir. Bu İslâm beldesinin, Türk illerinin, Türkmeneli’nin ve bölge halkının 100 yıldır süren emperyalist esaretten kurtarılma vakti gelmiştir.

6- Dış Politikamız Yeniden Düzenlenmelidir

Mehmetçiğe saldırmak için Suriye yönetimini kışkırtan ABD yönetimi, Suriye askerini silahlandıran, eğiten Rusya yönetimi ile ilişkiler derhal tekrar gözden geçirilmelidir. Hamasi, gerçek dışı, hayali ve sözde dostluk söylemleri terk edilmelidir.

Hiçbir ülke ile koşulsuz dost olunmadığı, yapılan uluslararası anlaşmaların gerekleri yerine getirilene kadar stratejik ortaklık statülerinin askıya alındığı ilân edilmelidir!

Yabancı ülke temsilcilerini “dost”, “kardeş” ilan etme adetinden derhal vazgeçilmeli. Diplomatik ilişkiler; millî çıkarlar gözetilerek uluslararası hukukun diplomatik esaslarına ve diline uygun şekilde sürdürülmelidir.

Yorum Yapın

Navigate