FITRAT VE CİNSİYET EŞİTLİĞİ

Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve onu oluşturan yaratılış, değişim ve gelişim ilke ve kanunlarını ifade eder. Yüce Allah, varlıkların en değerlisi olan insanı, kadın ve erkek olarak yaratmıştır.1  Bu nedenle cinsiyet, insan tabiatının en köklü ve ayrılmaz bir özelliğidir. Cinsiyet farklılığı; hayatın devamı, sürekliliği ve düzeni için zorunludur.  Erkek ve kadın olarak ayrılan iki farklı cinsiyet, tek tek ele alındığında birbirinin aynısı olmayıp, aralarında yaratılış (biyolojik ve psikolojik) farkları vardır. Bu farklılıklar beden yapısında olduğu kadar duygu, düşünce, davranış ve tutumlarda da kendisini gösterir. Her cinsin kendine has ve diğerinde bulunmayan bazı özellikleri vardır. Bu farklılıklar birbiriyle çatışan değil, birbirini bütünleyen ve tamamlayan özelliklerdir. Dolayısıyla cinsler karşılıklı olarak birbirini tamamlar. Bu nedenle cinsiyetteki bu fıtrî farklılıkları korumak gerekir. En güzel şekilde yaratılan insan, yaratılış fıtratından kendi tercihi ile yabancılaşıp uzaklaşırsa, fıtratıyla var olan uyumunu bozar. Bu hâl ise eşyanın tabiatına aykırılıktır.

Üstün Olmak Kadın ya da Erkek Olmakta Değil Takvadadır

İslâm’a göre, insan olmaları bakımından kadın ve erkek arasında herhangi bir ayırım söz konusu değildir. Her ikisi de hak ve sorumluluk açısından eşittirler. İslam’a göre sadece kadın erkek arasında değil bütün insanlar arasında üstünlük veya aşağılık söz konusu değildir. Üstünlük veya aşağılık bir yerde mevcuttur. Kur’an’a göre takva (kulluk-sorumluluk bilinci) sahibi insan ancak üstündür.2  Yani kim daha çok kendine, topluma, kâinata (doğa-evren) ve Yüce Allah’a karşı görev ve sorumlulukları yerine getiriyorsa o kişi ister erkek olsun ister kadın olsun üstündür.

Aile toplumun en küçük birimidir. Toplumun korunması ve mutlu olması ailenin korunması ve mutlu olmasına bağlıdır. Toplumu ayakta tutan aile olduğundan dolayı aileyi oluşturan bireylerin de kendi cinsiyetlerine sahip çıkması gerekir. Aile hayatını sağlıklı devam ettirebilmek için kadın-erkek arasındaki fıtri (doğuştan gelen biyolojik ve psikolojik özellikler) farklılıkları bilmek ve ona göre davranmak gerekir.  Ailede huzur ve mutluluk erkek ve kadının mümkün olan en üst seviyede kendi cinsî rollerinin gerektirdiği sorumlulukları yerine getirmesi ile mümkündür.

İstanbul Sözleşmesi nedir?

Ülkemizde, ‘Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele’ etmek amacıyla İstanbul Sözleşmesi’ni 11 Mayıs 2011’de imzalandı, 14 Mayıs 2012’de onaylandı, 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girmiştir. İstanbul Sözleşmesi olarak adlandırılan sözleşme cinsiyet kimliği temelli tüm ayrımcılık biçimlerine karşı mücadele edilmesi, erkek şiddetinin önlenmesi, şiddete karşı tedbir alınması, şiddete maruz kalan kadınların zararlarının tazmin edilmesi ve şiddet uygulayan kişilerin şiddet eylemi ile orantılı cezalar ile cezalandırılması konusunda taraf devletlere pek çok yükümlülük getirmiştir.  

İstanbul Sözleşmesi başlangıçta, kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi amaçlarken “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”  (Kadın-Erkek eşitliği)   olan tanım genişleyerek, Erkek, Kadın, Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans (LGBT) eşitliğine dönüştürüldü. Yani insanın doğuştan getirdiği özellikler bir şekilde tercihe dayalı olarak fıtrata aykırı eğilimler  (LGBT)  hukuk hiyerarşisindeki metne yerleşmiş oldu.

Cinsiyetsizleştirilmiş Bir Toplum İnşa Edilmek İsteniyor

Son yıllardaki kadın-erkek eşitliği iddiası ile başlayan iki cinsi birbirine benzetme, fıtri farklılıkları yok etme hatta cinsiyetsizliğe doğru gidiş çabaları günümüzün en büyük tehlikelerinden biridir. Bu durum gelecek adına kurgulanan bir proje olup toplumları cinsiyetsizleştirme çabasıdır. Bu konu, 2018 yılında Davos Dünya Ekonomik Forumu’nda Profesör Hariri’nin sunumunda şöyle açıklanıyor: ‘Çok değil 15-20 sene sonra insanlar bambaşka bir cins haline gelme durumun söz konusu, yani bu şu anda yaşadığımız insan son normal insan jenerasyonudur.’4

Bu proje kapsamında insanların herhangi bir cinsiyet rolü dayatması olmaksızın hayatlarını sürdürmeleri; dilde, hukukta, kıyafetlerde, kültürde, insan ilişkilerinde, iş hayatında, eğitimde kısacası hayatın her alanında bireylerin toplumsal cinsiyeti ifade edici sıfatlardan arındırılması hedeflenmektedir.  ‘Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığına’ neden olduğu için sosyal medya, TV ve yazılı basında cinsiyeti hatırlatmayan kelimeler önerilmekte; bu çerçevede abi, abla, anne, baba, bey, hanım, kadın, erkek, hatun, adam, namus gibi cinsiyeti işaret eden kelimelerin kullanılması hoş karşılanmamaktadır.5 Dizilerde, sosyal medya da erkek erkeğe, kadın kadına ilişkiler özendirilmektedir.

Bu genel girişten sonra eşler arasında sorunlar özelde de şiddet konusuna gelelim. Eşler arasında elbette ki sorunlar var. İnsan olan yerde problem olur. Akıllı insan problemlerine çözüm üreten insandır. Bu sorunların ekonomik, sosyal, kültürel, kişilik yapılarının birbirine uymaması, kötü alışkanlıklar, kadın ve erkeğin biyolojik ve psikolojik olarak eşit kabul edilmesi gibi birçok nedeni vardır.

Kadın Kadın Olduğu İçin Erkek de Erkek Olduğu İçin Güzeldir

Her şeyden önce insanları biyolojik ve psikolojik olarak eşit kabul etmek yanlış ve fıtrata aykırıdır. Kadının ve erkeğin fıtri yapıları ve ihtiyaçları farklıdır.  Kadın fıtraten naif, zarif ve naziktir. Aynı şey erkek için de geçerlidir. O da bir kadının şefkatli yüreğine, sabrına ve sığınacağı bir limana ihtiyaç duyar. Kadın, kadın olduğu için, erkek de erkek olduğu için güzeldir. İkisi bir bütünün parçalarıdır ve biri olmadan diğeri olmaz, yarım kalır. Kadın ve erkek özellikle de eşler bir birlerinin rakibi veya alternatifi değildir.

Kadın, her şeyden önce annedir. Çocuk doğurur, baba ile beraber çocuğu yetiştirir, eğitir. Aile bu yönleriyle de toplumun temelidir.  Halide Edip Adıvar, “Beşiği sallayan el dünyaya hükmeder” diyerek anneliğin önemine vurgu yapmıştır. Bir çocuğu yetiştiren anne, o çocuğu topluma kazandıracak, mesleği ve kişiliği ile insanlığa faydalı birey olacaktır. Eğitimli anneler, eğitimli nesiller yetiştirir. Sevgili peygamberimizde “Cennet anaların ayakları altındadır.”6 buyurarak adeta cennet gibi mükemmel bir yeri annelerin ayağı altına sermiştir.

Toplumuzda kadın erkek eşitliğini, kadının bir kamu kuruluşunda veya özel sektörde çalışmasıyla eşdeğer tutan bir anlayış hâkimdir. Kadının fıtri özelliklerine zarar vermeyen ister kamu olsun iste özel sektör olsun her yerde çalışabilir, kazanabilir ve servet sahibi olabilir. Günümüzde kadınlar ister kamu olsun ister özel sektör toplumun her kademesinde etkin bir şekilde çalışarak değer üretmektedir. Ayrıca Anadolu kadını zaten hem evde hem de dışarda çalışıyor. Sabah güneşle birlikte uyanan kadın hava kararıncaya kadar tarlada, bağda bahçede kış yaz çalışıyor.  Ocak başında una bulanmış hamur yoğuran elleriyle pişirdikleri mis kokulu sıcacık ekmek yaparken çalışıyor. Güneş doğarken, uykulu gözlerle, hayvanlarını sürüye katarken çalışıyor. Yemek, bulaşık, çamaşır, soba, hayvan bakımı, tezek, süt, yoğurt vs. işlerini yorulmak bilmeden yaparken çalışıyor. Evde temizlik, ütü yaparken, çocukların eğitimi ile meşgul olurken çalışıyor. Kadın nerde çalışırsa çalışsın emeğinin gerçek karşılığı yoktur. Bütün bu çalışmalar karşıdan kadın çalışmıyor gibi mi görünüyor? Ben annemin yorgunluktan akşam yemek yerken sofrada uyuduğuna şahidim.

Şunu kabul etmek durumundayız ki maalesef eğitimsizlik, ekonomik sıkıntılar, ataerkil toplum özelliği gibi nedenlerle aile yapımızda erkek hâkimiyeti ve tahakkümü söz konusudur. Gelinen süreçte coğrafyamızda insanımız, özellikle de maalesef kadınlarımız horlanmış, hakir görülmüş, şiddet görmüştür. Burada kısaca şiddeti tanımlamak istiyorum.

Şiddet Nedir?

Şiddet, uygulayıcısı tarafından bilinçli olarak karşıdaki kişiye ya da kişilere, hatta canlı diğer varlıklara (bitki örtüsü, hayvanlar, yaşam kaynakları vb.) karşı üstünlük kurmak, ayrıcalık sağlamak, saygınlık ya da sevgi kazanmak, kısacası maddi ve manevi çıkar ve menfaatlerin elde edilmesini sağlamak amacı ile uygulanan her türlü tutum ve davranıştır. Şiddet, sözlü, psikolojik, fiziksel ve ekonomik olarak karşımıza çıkmaktadır.

Örnek vermek gerekirse, itip kakmak, tokatlamak, tartaklamak, tekmelemek, kesici ve vurucu aletlerle ya da yakıcı maddelerle bedene zarar vermek, vb. davranışlar fiziksel şiddet göstergeleridir.

Evli bir çiftin, birbirlerini aşağılaması, küfür etmesi, hakaret etmesi gibi davranışlar sözlü şiddete örnektir. Yine çiftler arasında dargınlık ve eşlerin birbirine surat asması, kişilik ve kültürel farklılıkları reddetmek gibi davranışlar psikolojik şiddete örnek gösterilebilir.

Kişinin parasına veya banka kartlarına el koymak, kişiyi borçlanmaya zorlamak, kişiye hiç para vermemek veya çok az miktarda para vermek, gibi ekonomik şiddete örnektir.

Şiddetin her türlüsü insanın(kadın-erkek) fiziksel görünüşünde bozulmalara sebep olur.  Şiddet, kadını ve erkeğin ruh sağlığını bozarak kalıcı izlere sebep olacak sağlık sorunlarına yol açar. Kısaca şiddet insan salını bozan bir davranış bozukluğudur.

Peki, İstanbul Sözleşmesi gelinen süreçte şiddeti önlem konusundaki beklenen hedefi gerçekleştirdi mi? Kocaman bir Hayır!

Türkiye İstatistik Kurumu, 2019 yılına ilişkin evlenme ve boşanma istatistiklerine göre;

Türkiye’de geçen 2019 yılı evlenen çift sayısı 541 bin 424,

Boşanan çift sayısı ise 155 bin 47 oldu.

Evlenen çiftlerin sayısı 2019 yılında bir önceki yıla göre yüzde 2,3 azalırken, boşanan çiftlerin sayısı yüzde 8 artış gösterdi.

İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanundan sonra kadına karşı şiddet ve cinayetler ülkemizde hiç olmadığı kadar arttı. Sözleşme öncesi senede 100 civarında olan kadın cinayetlerinin sayısı 2020 Ocak ve Şubat aylarında 49, 2018 yılında 440, 2019 yılında 474 oldu.7

Şiddeti önleme konusunda mevcut problemlerimizden biri de boşanma süreci. Ülkemizde boşanma süreci çok yıpratıcı ve kadın istemezse çiftler senelerce boşanamıyor. Evden uzaklaştırma kararlarında, şikâyet edilen erkeği polis eve gelerek çocuklarının gözü önünde evden uzaklaştırıyor. Sonra erkeğe uzaklaştırma cezasının şartları açıklanıyor. Her nerede olursa olsun belli bir mesafeye kadar kadına yaklaşmayacağı, oturduğu eve hatta mahalleye girmeyeceği, çocuklarının okullarına yaklaşamayacağı, eğer bunlardan birini yaparsa hemen hapse gireceği bildiriliyor. Bazen mahkeme kararına rağmen çocukları babasına gösterilmiyor. Bunların yanında kendisine düşmanlık eden kadına bir de nafaka ödemek zorunda kalan, psikolojisi bozulan, ödeyemediği nafaka için hapse atılan, cinnet geçiren erkekler ya alkol ya da uyuşturucu bağımlısı oluyorlar. Asgari ücretle çalışan bir erkek bütün bunları karşıladıktan sonra bir de kendine kalacak yer ayarlayacak ve kendi masraflarını karşılaması gerekiyor. Uzaklaştırma kararı kadını korumadığı gibi tam aksi erkeği onu evinden atan, çocuğunu göstermeyen eski karısına karşı maalesef intikam duyguları ile dolduruyor. 8

Uzaklaştırma kararı sadece kanuni bir bildirimdir. Uzaklaştırma kararı insan psikolojisi dikkate alınmadan hazırlandığı için sonuçlar kötü oluyor maalesef. Bu arada şiddet ihbarları yüzbinleri geçince devlet gerçekten şiddete uğrayan kadınları koruyamaz oldu.

Burada bir konuya daha dikkat çekmek istiyorum. Şiddet uygulamayan erkekler de psikolojik şiddet bahanesi ile kadın şiddetine maruz kalmıştır. Tarihsel süreçteki erkek hâkimiyeti yıkılma çabası sonucunda belki de bir intikam duygusuyla son yıllarda kadınlar da eşlerine psikolojik olarak şiddet uygulamaktadırlar.  Bunun yüzlerce belki de binlerce örnekleri vardır. Şiddet uygulamayan erkekler de psikolojik şiddet bahanesi ile kadın şiddeti karşısında çaresiz bırakılmamalıdır.

Şiddetin cinsiyeti yoktur sadece güce göre şekli değişir. İstanbul Sözleşmesi bütün erkekleri saldırgan, kadınları kurban ön kabulü ile hazırlanan bir sözleşmesidir. Ayrıca, ülkemizde 18 yaş altındaki kızlar, dini nikâhla (doğru değil) evlendiğinde kocaları tecavüzcü sayılıp hapse atılıyor. Fakat modern söylemle ifade edeyim partneriyle nikâhsız, -bu durum nitelikli beraberlik olarak adlandırılıyor (!)- birlikte olup zina yapsalar bir problem yok. Bu durum ülkemizde ciddi bir problemdir.

Şiddeti gerçekten bitirmek isteyenler kadın ve erkeği birbirine düşman etmez. Şiddeti genel bir sorun olarak görür ve önlemek için çalışma yapar.  Şiddet uygulayanlar, uzmanlar ve psikiyatrinin gözetiminde tedavi edilmeli,  evinden atılıp, sokaklarda ölüm makinasına çevrilmemelidir.

Allah insanı eşit değil eşit hak ve sorumluluklarla yaratmıştır. Nedir bu eşitlik yarışı her insanın yaratılışı aynı, eşit değildir. Elbette ki haklar ve sorumluluklar bakımından aynıyız, eşitiz. Bununla beraber “kadına şiddete hayır”, “kadına haklarını vereceğiz” diyerek başka bir yanlışın içine düşüyoruz ve yeni mağduriyet yaşatıyoruz. “İnsanlara, kadınlara haklarını veriyoruz” diyerek onların fıtratına, doğasına aykırı roller biçmek de neyin nesi.

Sonuç olarak, kadın erkek eşitliğinin gerektiği gibi yaşanabilmesinde, cinsel kimlik sınırlarının korunması önemlidir. Cinsel kimliği bozucu davranışlar hem kişilerin psikolojik doğası, hem de insanlığın geleceği açısından onaylanmamalıdır. Bu durum insanın mutlu olmasını engelleyecek, uzun vadede olumsuz toplumsal sonuçlar doğuracaktır. Sebep ne olursa olsun hiç kimsenin kimseyi öldürme hakkı yoktur. Bir ülkenin kanunları kadın erkek demeden bütün vatandaşlarını korumak zorundadır.  Ayrıca çözümü de neden kendi medeniyetimizde aramıyoruz.

1 Ra’d suresi, 3; Zâriyât suresi, 49; Fâtır suresi,11; Şûrâ suresi, 11; Hucurât suresi,13; Necm suresi, 45. ayetler.

2 Hucurat suresi, 13. ayet.

3 TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 18. s, 491-492

4 https://www.youtube.com/watch?v=4EDORSxv4CI

5 http://dergipark.gov.tr/download/article-file/324725

6 Ahmet b. Hanbel, Müsned, III, 429; İbn Mace, Sünen, II, 930

7 https://www.dw.com/tr/t%C3%BCrkiyede-kad%C4%B1n-olman%C4%B1n-bilan%C3%A7osu/a-52666056

8 http://www.cocukaile.net/istanbul-sozlesmesi

 

 

 

Yorum Yapın

Navigate