KORKAK OLMAK CESARET İSTER

Üniversite eğitimim sırasında akademik danışmanım “anne ve babanın sana bağırdı tonda çocuğuna bağırırsın” demişti. Bilgi ve deneyimine itibar ettiğim hocama içten içe hak vermiş olsam da aynı hafta erkek kardeşimle yaşadığım bir tartışma sırasında kardeşimde babamın kızgınlığı ve bende annemin çığlığını duyunca bu durumu tecrübe de etmiş oldum.

Bu bilginin bugün ile ilgisine gelince, son bir iki yıldır danışanlarım ile çalıştıkça bu bilginin farklı renk ve tonlarda sürekli doğrulandığını görüyorum. Bağırmak tipik bir öfke belirtisidir ve öfke biri sana ya da sevdiğin birine zarar verici bir davranış içerisinde bulunuyorsa kızarız. Bu kızgınlığı nasıl yaşayacağımız ise yemek yeme biçimimiz, dişlerimizi fırçalama alışkanlığımız, kitaplarla ilişkimiz gibi ebeveynimizden öğreniyoruz. Nasıl böyle olmasın ki, doğduğumuzdan beri bize sunduğu bakım ve olanaklara ölümüne muhtaç olduğumuz iki insandan dünyayı öğrenmemiz kadar doğal bir şey olabilir mi? Kaldı ki, onları kıyaslama ve daha iyi modelleri seçme olanağımızın olmadığı bir dönemde iken.

O nedenle, “bu çocuk çok küfrediyor” diyen bir ebeveyne “evde başka bu şekilde konuşan var mı?” diye sorar pedagoglar. “Bana çok bağırıyor” diyen bir ergen annesine “siz ya da babası kızgınken kızgınlığınızı nasıl gösterirsiniz?”

Kısaca duyguları yaşama şeklimiz ebeveynlerimiz ile çok ilişkilidir. Bazen doğrudan model alırız, bazen karşıt model. Burada karşıt model kavramından bir örnekle kısaca söz edelim. Abla ya da abiniz çok öfkelendi. Kendisine izin verilmeyen bir konuya tepki vererek odasına girdi, eşyaları dağıttı, hoş olmayan kelimeler kullandı. Çocuk kalbiniz ile bunu gözlemlediniz ve aile içerisinde yaşanan bu sahneden çok korktunuz ve rahatsız oldunuz. Hatta konu ile ilgili annenizin ağladığına, babanızın hiç olmadığı kadar üzgün olduğunu gördünüz. Bu da size bir şey öğretti ve bir karara sevk etti. ‘Kızmak kötü bir şeydir ve anne babamı ben böyle hiç üzmeyeceğim’. Yani büyük kardeşinizin yaptığını değil yaptığı davranışın zıddını model alarak kendinize bir davranış oluşturdunuz.

Söz konusu duygular olunca hiçbirini yaşamama lüksümüz olmadığından bir önceki yazılarda da uzun uzun söz etmiştim. Şimdi yukarıdaki küçük kalp ne yapacak peki? Muhtemelen yaşamı boyunca kızgınlığı hissettiği her an suçluluk ve çaresizlik de hissedecek. Bizi kötülüklerden korumak için enerji veren kızgınlık ve kızılan şey, yerini kızdığı için kendinden nefret eden ve suçlu hisseden birine bırakacak. Başımıza gelen şeyler karşısında hissettiklerimiz bizi yaşamda güçlü kılması gerekirken nasıl da dikkatimiz dağıldı, nasıl da olaydan uzaklaştık değil mi?

Aslında ilk paragraftan itibaren derdim bunları anlatmak değildi. Şimdi anlatmak istediklerimin gücünü göstermek içindi yukarıda okuduklarınız. Son zamanlarda bu bilginin farklı bir pratiği danışanlarımda dikkatimi çekiyor, sarsıyor ve bir psikolog olarak insan zihninin bu tutarlığı beni büyülüyor. Söz konusu duygular olunca ebeveyn öğretilerinden söz etmek ve gözlemlemek kolay fakat kişilerin kendini sansürsüz açtığı görüşmelerde şahit oluyorum ki İnsan kendisine anne ve babasının kendisine davrandığı gibi davranıyor. İnsan kendisine çoğu zaman kendine böyle davranıyor.

Evlilik gibi hayatı radikal bir şekilde değiştirecek bir kararı danışanımla konuşurken “bu kararın doğruluğu konusunda emin değilim, şuan rahatım bu kadar iyiyken, evlenince bir sürü sorumluluğum olacak. Düşününce size de aptalca gelmiyor mu?”

“Böyle düşününce ne hissediyorsun?”

“Hep ne hissettiğimi soruyorsunuz, bilmiyorum! Ben duygulara kendimi kaptırmama hususunda kendimi eğitmek için yıllarca uğraştım. Siz de sürekli bunu soruyorsunuz!”

“Duygulara kapılırsan ne olur?”

“Dağılırım. Saçma sapan hareket ederim. Zayıf biri olur çıkarım. İnsanlarda zayıf biri olduğumu düşünür. Bu yüzden duygulara kendimi çok kaptırmalıyım.”

“Ne zaman duygulardan söz etsek sanki iki yol var gibi anlatıyorsun bana. Ya duyguları yok sayıp güçlü, çelik gibi bir irade ile devam eden biri ya da duyguları yaşayarak dağılan, zayıf ve güçsüz biri. Üçüncü bir yol olamaz mı?”

“Bilmiyorum, bu zor benim için. Hiç aklıma gelmiyor”

“Geçen hafta sınıf düzenini bozan haylaz öğrencinden söz etmiştin. Çok sevmene rağmen öğrencinin yaptıklarına çok öfkelendiğini, hatta hırpalamak istediğini söyledin. Bu hissettiklerine ve düşündüklerine rağmen öfkeli davranmamış, sakince duruma müdahale etmiştin. Duygunu fark etmiş, öfkelenmeye hakkın olduğunu düşünmüştün. Bu durumun seni rahatlattığından söz etmiştin. Buna rağmen öfkeli hareket etmemiş, pişman olacağın bir şey yapmamıştın. Yani dağılmadın”

“Doğru, hatta öfkenin de ne kadar işe yarayabileceğinden söz etmiştik.”

“O zaman evlilik kararınla ilgili de işe yarar, sana bilgi verecek bir duygun olmalı?”

Düşünüyor. “Korkuyorum, korkuyorum ve korkmak istemiyorum. Korkmak yanlış karar almamı sağlar. Kötü bir şey korkmak, zavallıca.”

“Anılarını yoklar mısın? İlk korkuyu yaşadığın ana dair hatırladıkların var mı?”

Daha da uzun düşünüyor. “Ablam ve arkadaşları cinli bir hikaye anlatmıştı. Çok korktuğumu hatırlıyorum. Anneme bunu anlattığımda, korkulacak bir şey olmadığını söyledi. Ben korkmaya devam ettim. Geceleri onların yanına gittiğim ilk gece annem çok kızdı. Korkmamamı söyledi. Beni odama tekrar gönderdi. Daha 5 yaşında idim ve hiç uyuyamadım. Ertesi gece tekrar çok korktum, yine odalarına gittim ama onları uyandırmadan ve onlara dokunmadan sadece bekledim. Ayakta çok uzun durduğumu hatırlıyorum. Hatta babam bir daha korkup yanlarına gelmemem için benden söz aldı. Odalarında olduğumu fark ettiğinde ise sözünde durmadığımdan tüm gün söz etti”

Yeni kararlar ve değişen koşullar karşısında içimizde hissettiğimiz korku oldukça doğaldır. Aslında tüm korku ve kaygılar bize olası riskleri hatırlatır ve zihni tedbir almaya zorlar. Rahatlamak için tedbirlere ihtiyaç vardır. Peki, korku duymaktan kaçarsak ne olur? Risklerin ve tehlikelerin hâlâ orada olduğunu bilen zihin için stres artarak devam eder. Rahatsızlık artar fakat tanımlayamadığımız için huzursuzluk ya da danışanda olduğu gibi yeni durumdan kaçmak olarak görülebilir. Evlilik karmaşık ve tam olarak söz edildiği gibi sorumlulukların artacağı bir karar. Böyle durumlarda korkmak olabildiğince doğal ve kabul edilebilir bir duygu iken neden bu kadar acı veriyor?

Çünkü kendimizle kurduğumuz ilişki ve kendimize sunduğumuz telkinler ebeveynlerimizin bize olan tutumları ile çok benzer. Korkmak kabul edilmemiş, bu nedenle suçlanmış ve cezalandırılmış birinin korku kadar doğal bir duygudan çok korkması ve kaçması da buna örnek.

Kendimizle yaşadığımız iletişim sorunlarından söz ederken “ne kadar da kötü ana babalarımız varmış” lakırdısı değil derdim. Anne babalarımızın da anne babaları olduğunu unutmayalım. Tabiri caizse her birimiz bir parça mağduruz. Benim çabamın sebebi; iyi bir gözlem ve farkındalığın bizi bu mağduriyetten ve nefislerimize zulümden kurtaracağına inanmamdır.

Yorum Yapın

Navigate