AYASOFYA’YI AŞMAK, AYASOFYA’YI AÇMAK – 1

Ayasofya Müzesi eski müdürlerinden kültür tarihçisi, rahmetli Prof. Dr. Haluk Dursun: “Ayasofya bitmez tükenmez bir hazinedir. Ayasofya’da altıncı senem doldu. Hala keşfediyorum….. Her seferinde Ayasofya bana bir sırrını açıyor.” demişti bir röportajında.

Gerçekten Ayasofya, paganizmden (çok tanrı inanışı) İslamiyete uzanan bir değişim geçirmiştir. O’nun tarihinde, bizim tarihimizin çok uzun ve önemli bir kesitini de okuyabilirsiniz.

Ayasofya (Hagia Sophia)” ilahi hikmet” anlamına gelmektedir. Bir manada “vahiy” ile de bağlantılıdır. Halkımız eski devirlerde kalıp, camiye çevrilen büyük kiliselere Ayasofya adını verdiğinden, ülkemizde dokuz adet “Ayasofya” vardır.

İstanbul’da Küçük Ayasofya, Trabzon ve İznik Ayasofya’ları bunların en bilinenleridir. En güzeli, bugün bunların tamamı cami olarak hizmete açık bulunmaktadır. Ayrıca Sofya, Selanik ve Kiev’de Ayasofya isimli kiliseler bulunmaktadır. Bu arada hiçbir Hıristiyan milletin Müslümanlardan alıp da başka amaçlarla kullandıkları camilerin hiç birisinin orijinal ismini kullanmadıkları halde, ecdadımızın Ayasofya adını değiştirmemesi üzerinde de düşünmeye değer…

               Kısa Tarihi

Eski İstanbul’un yedi tepesinden, 40 m. rakımlı birinci tepesi üzerinde pagan dönemlerde de mabet bulunduğu bilinmektedir. Hali hazırdaki yapı, bilinen üçüncü Ayasofya’dır. Geriye doğru izini sürelim.

Roma İmparatorluğu’nun tek parça olduğu yıllarda (MS 395’te ikiye bölündü) 325 yılında İmparator I. Konstantinus başkenti Roma’dan İstanbul’a taşıdı. Kendisi henüz Hıristiyan olmamıştı. Bunun için 22. 11. 330 tarihinde pagan bir mabet olarak birinci Ayasofya’yı inşaya başladı. O’nun ölümünden sonra yerine geçen oğlu Konstantius, Hıristiyan olmuştu ve15.02. 360 günü ahşap tavanlı, yarı pagan bir Bazilika olarak açılışını yaptı. Ancak bu bina 404 yılında çıkan bir ayaklanmada yakıldı. Bugüne yanmış bir tuğlasının kaldığı belirlenmiştir.

Ayasofya’yı ikinci defa imparator II. Teodosius 415 yılında yine ahşap tavanlı bir Bazilika olarak inşa ettirdi. Bu imparator aynı zamanda İstanbul surlarını da yaptırdı. Bu bina da 532 yılında çıkan bir isyanda yakıldı. Bu binanın temelleri, 1936 yılında kısmen ortaya çıkartıldı.

Üçüncü Ayasofya, Doğu Roma İmparatoru Justinianos tarafından 100 ustabaşı, 10 000 işçi çalıştırılarak, beş yıl sonra 27. 12. 537 tarihinde açıldı. Tarihçiler, İmparatorun Süleyman Mabedi’ni kastederek: “Süleyman! Seni geçtim.” diye bağırdığını kaydederler.

Gerçekten Ayasofya, 55,60 m. kubbe yüksekliği, 31 – 33 m.’yi bulan elips kubbe çapı, bir kısmı antik şehirlerden getirilen 104 sütunu ile dönemin en görkemli kilisesi idi. Gerek iç mekan büyüklüğü gerekse kubbe çapı açısından 1000 yıl aşılamadı. Ancak statik yönden problemli olan yapının kubbesi, Mimar Sinan tarafından onarılasıya kadar dört defa çöktü.

         “Tarihte Örneği Olmayan Yağma”

Bizans döneminde yaşanan en ibret verici olay, 1204 yılında IV. Haçlı Seferi sırasında Papa’nın tahrik ettiği azgın Katolik sürüsünün İstanbul’u işgali ile başlayan zulümdür.

Tarihçi Steven Runciman: “Tarihte İstanbul’daki bu yağmanın örneği yoktur” derken, o gün için haklı olabilir. Aynı Batılılar, gün geçtikçe zulüm ve vahşette de tecrübe kazanarak zirveye çıktılar…

Yağmaya şahit olan tarihçilerden Villehardouinli Geoffrey: “Evler ateşe verildi, saraylar ile resmi binalar tamamen soyuldu. Erkekler öldürüldü, kadınlar tecavüze uğradı, en kıymetsiz eşyalar, köylülerin gömlekleri bile yağmalandı” diye yazar.

Yağmadan en çok nasibini alan yerlerden birisi de Ayasofya’dır. Bizanslı yazar Niketas: ” Kiliselerden kutsal şarap ve ekmek konulan kapların üzerindeki değerli taşları söktüler. Ayasofya’nın değerli taşlardan yapılmış mihrabını kırdılar ve paylaştılar. Mukaddes vazoları, söktükleri gümüş oymaları ve altınları katırlara yüklediler….. Vahşi bir azgınlıkla bütün kadınlara ve bilhassa rahibelere tecavüz ediyorlardı. “(1) ve daha fazlasını tarihe not düşer.

Haçlıların İstanbul’da kurduğu ” Latin İmparatorluğu” soygun ve zulmünü 57 yıl devam ettirir. Bu dönemde Ayasofya, “Roma Katolik Katedrali” olarak kullanılır.

İki Asır sonra Fatih İstanbul’u kuşattığında halk: “İstanbul’da Kardinal külahı görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ederim” sözünü o günlere atıfla söylemiştir. Katolik dünyası adına Papa, geçtiğimiz yıllarda Ortodokslardan özür diledi. Bugün Papa Francis: “Ayasofya’yı düşünüyorum ve acı duyuyorum” deme riyakarlığını gösterebilmektedir.

Ayasofya, İstanbul’un fethine kadar doğru dürüst tamir edilemedi. Buna Bizans’ın ne teknolojisi ne de maddi gücü yetmedi. Dijital ortama da aktarılan Evliya Çelebi’nin ünlü Seyahatnamesi’nin birinci cildinde yer alan bilgiler, – bu bilgiler başka kaynaklarda yoktur- dikkat çekicidir. Kendisi de Ayasofya Medresesi mezunu olan Evliya Çelebi, Ayasofya’yı alabildiğine uzun anlatır. Biz bu bölümü özetleyelim:

Fetihten birkaç yıl evvel Bizans İmparatoru, II. Murat’a elçi göndererek Ayasofya’yı tamir için mimar ister. Padişah da mimarbaşı Ali Neccar’ı gönderir. Ali Neccar, Bursa Ulu Cami dahil birçok eseri yapan, tecrübeli bir mimarıdır.

  1. Çelebi, Ali Neccar’ın dört payanda ile kubbeyi kurtardığını, minarelerin alt yapısını oluşturduğunu, payandaların birine 200 basamaklı bir merdiven yaptığını da anlatır. Sultan Murat’a: “Şehrin fethe hazır olduğu” bilgisini verdiğini de ilave eder.

             Müslüman Ayasofya

Fatih, İstanbul’a girince, doğru Ayasofya’ya gitti. Kiliseye sığınan halka hitabı, bizim için övünç kaynağıdır.

“Ben ki Emir-i Azam Sultan Murad’ın oğlu, Padişah-ı muazzam ve Emir-i Azam Sultan Mehmed Han’ım! Yeri ve göğü yaratan namına…” diye başlayıp; Hıristiyanlara can, mal, inanç bütün özgürlükleri verdikten sonra: “Burada kiliselere kimse engel olmayacaktır. Buna ben de dahilim.” diye hitabını bitirir.

Harap haldeki Ayasofya’nın kubbesine çıkan Fatih, manzara karşısında Şeyh Sadi Şirazi’nin rubaisinden iki mısra okur:

Efrasyab’ın sarayında baykuş nöbet tutuyor / Kayser’in kasrında örümcek perdedarlık yapıyor.

Fetihten üç gün sonra Ayasofya’da ilk cuma namazını kılan Fatih, bir yandan onarım başlatırken diğer taraftan mihrap, mimber, müezzin mahfili, vaiz kürsüsü gibi cami aksamını yaptırır. Bir ahşap minare ile dışına 150 talebenin okuyacağı bir medrese inşa ettirir. İstanbul’un ilk medresesi budur. Sırf cami için 50 kişilik bir kadro tayin eder. Ünlü vakfını kurar ki Ayasofya hala o vakfın mülküdür!

Fatih’in oğlu II. Bayezit, bir minare daha ilave ettirir. II. Selim ile III. Murat, Mimar Sinan’a birer minare daha yaptırdılar. Böylece Ayasofya, dört minareli bir cami halini alır!.. Etrafındaki binalar yıkılarak, bina açığa çıkarılır.

Mimar Sinan, duvarlara iki payanda daha yapar. İnşaasından itibaren yapılan payanda sayısı, bunlarla toplam 24 olur. Ve binanın kubbesi günümüze kadar hiç çökmez. Bu şeref Sinan’a aittir.

Fetihten itibaren pek çok Padişah’ın yaptıkları ilavelerle Ayasofya bir külliye haline geldi. Çini ve kuşak yazılarla caminin içi süslendi. Kanuni döneminde Hurrem Sultan Vakfı, Ayasofya’nın dışına Mimar Sinan’a Ayasofya Hamamı’nı yaptırdı. Fatih, mozaiklerin sadece yüzlerini ince bir sıva ile kapattırdı. İkona’ lar, I. Mahmut dönemine kadar kapatılmamıştı. Tamamen kapatılması, 19. yüzyılın ortalarında gerçekleşti.

  1. Mahmut zamanında kütüphane, avluya şaheser bir şadırvan, imarethane ile İstanbul’daki en yüksek ve kubbesi yekpare sıbyan mektebi yapıldı.

Abdülmecid Han, İtalyan mimar Gaspare ve Giuseppe Fossati kardeşleri çağırarak kapsamlı bir tamirat yaptırdı. Fossati kardeşler, bir muvakkithane, kasr-ı hümayun, III. Murat’ın yaptırdığı hünkar mahfili yerine yenisini ve yıkılan Fatih Medresesi yerine iki katlı yeni bir medrese yaptı. (1849) İki yıl süren bu tamiratın masrafları, büyük ölçüde Şeyhülislam Mekkizade Mustafa Asım Efendi’nin vakfettiği mirasından karşılandı.

Sultan Abdülmecid zamanında, hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi her biri 7,5 m. çapında sekiz yuvarlak hat levhası yazdı. Bunlar, İslam aleminin en büyük hat levhaları arasındadır.

Ayrıca padişahlardan II. Mustafa, III. Ahmet ve II. Mahmut’un bizzat yazdıkları hatlar ile ünlü hattatlardan Yesari ve Veliyüddin Efendi’nin nefis hatları Ayasofya’yı süslemeye devam ediyor.

Ayasofya’yı tamir için, Fetih öncesinde Bizanslılar bizden mimar isterken; dört asır sonra bizim Batı’dan mimar istemek durumunda kalmamız üzerinde ibretle düşünülmesi  gereken konular arasında…

  1. Selim, III. Murat, III. Mehmet, I. Mustafa ve Sultan İbrahim için Ayasofya avlusu ve civarına türbeler yapıldı. Pek çok hanedan mensubu da bu türbelerde yatmaktadır.
  2. ve 18. asırlarda etrafında inşa edilen sebillerle Ayasofya, adeta selatin bir camiye dönüştü ve “Ayasofya-ı Kebir Camii” adını aldı. Ayasofya imamları, İstanbul imamlarının başı sayılırdı. Cihat ilanları Ayasofya avlusunda yapılır, zafernameler burada okunur, devlet adamları burada bayramlaşır, padişahlar Kadir Gecesi mutlaka Ayasofya Camii’ne giderdi.

Ayasofya, kelimenin gerçek anlamında Müslüman bir mabet haline gelmişti. Henüz İslam dini tebliğ edilmeden önce yapıldığı için, Fetihten itibaren tevhid inancının mabedi olarak kabul edildi.Camiye çevrilmesi, aslına rücu anlamına geliyordu.

Sezai Karakoç, Ayasofya’nın Fetih öncesinde “gizli Müslüman, Hanif” olduğunu ifade eder. (2) Hac suresi 40. ayet meali dikkate alındığında haksız olmadığı görülür.

Kubbe çapı ve iç mekan büyüklüğü açılarından Ayasofya’yı “aşmak”, bizde dert edinilmedi. Mimar Sinan, ölçülere çok yakın eserlere imza attı. Dileseydi aşabileceğini söylemek, kehanet olmaz düşüncesindeyim.

Ama Batılılar böyle bir derde düştüler. Nihayet 1528 yılında açılışını yaptıkları Sevilla Katedrali (İspanya) ile yarışı kazandılar. Bu yapı, hala kubbesi en büyük Katedral özelliğini koruyor.

Dilerseniz yazının ilk bölümünü burada noktalayalım. Gelecek yazıda işgal günlerinde Ayasofya, müze yapılışı, tekrar camiye çevrilmesi için verilen mücadeleler ve “Ayasofya’yı açmak” konularını değerlendirelim.

—————————–

(1) Hayri Fehmi Yılmaz, Tarih Dergi, ağustos 2020, s. 35 – 36

(2) Sezai Karakoç, Dirilişin Çevresinde, 1975, s. 178 – 180

 

 

Yorum Yapın

Navigate