AYASOFYA’YI AŞMAK, AYASOFYA’YI AÇMAK – 3     

    “Zincirler Kırılsın, Ayasofya Açılsın!”

      Ayasofya’nın müze yapılması, her şeyini siyasi iktidara borçlu Yunus Nadi tarafından bile Cumhuriyet gazetesinde sert bir şekilde eleştirildi. Eli kalem tutan hemen bütün şair, yazar, edebiyatçı ve ilim adamları Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesi için yazdılar. Bunların toplanması büyük bir antoloji oluşturur. Bu önemli hizmet, himmet sahiplerini bekliyor…

Nazım Hikmet, 19 yaşında iken1921’de 14’lü hece vezni ile yazdığı hicri takvime göre İstanbul’un fethedildiği yıl olan “Sekiz Yüz Elli Yedi” isimli şiirinde fethi çok güzel anlatır. Bestelenmiş de olan bu şiire internetten kolayca ulaşabilirsiniz. İçinde Ayasofya geçmese de, Yahya Kemal’den aldığı edebiyat derslerinin izlerini taşımasıyla zikredilmeyi hak ediyor.

Bu mücadele adamlarının önde gelen bir kaçını yad edelim. Osman Yüksel Serdengeçti, Necip Fazıl Kısakürek, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, İbrahim Hakkı Konyalı, Arif Nihat Asya, Peyami Safa, Nurettin Topçu, Ref’i Cevat Ulunay, Cevat Rifat Atilhan, Sezai Karakoç vd. Listeye devam edecek olursak, kolay kolay sonunu getiremeyiz!

Söz konusu yazılardan tadımlık bir ikisi ile yetinelim. T. C. vatandaşı olmamasına rağmen, ABD’nin baskıları ile Patrik olan, Türk düşmanı I. Athenagoras, 1952 yılında Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı ziyaret etti. Ayasofya’nın kiliseye dönüştürülmek üzere, kendilerine verilmesini talep etme küstahlığında bulundu.

Bunun üzerine Osman Yüksel Serdengeçti, Serdengeçti Dergisi’nin Ağustos. 1952 tarihli 17. sayısında yayımlanan bir şiir yazdı.

“Ey İslam’ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya!” diye başlayan ve yeni bir fetih gibi Ayasofya’nın açılacağına olan inancı ile biten (9) muhteşem bir şiir…

Ancak 17. 01. 1953 günü TCK’nun 161. maddesine göre idamla yargılandı! “Milli menfaatlere zarar vermekten (!), Türk – Yunan dostluğunu bozucu yayın (!) yapmaktan” idamı isteniyordu.

Serdengeçti, unutulmaz savunmasına: “Savcılık bu davayı yanlış yere getirmiş. Dosyayı Yunanistan’a gönderseydi daha iyi etmiş olurdu.” diye başlar ve: “… Sanki karşımda iddia makamında Müslüman bir Türk’ü değil, Athenagoras’ın mümessilini görüyorum. Ürperiyorum!.. Böyle bir yazıyı yazmaktan dolayı kendimi müdafaa etmekten utanç duyuyorum! ” diye bitirir.

Bu yazıyı iktibas ederek yayınlayan 13 gazete ve derginin sorumluları da yargılandı.

Neyse ki Serdengeçti bu davadan beraat etti. Yargıtay 1. Ceza Dairesi de bu hükmü onayladı. Bu mutlu sonda bilirkişi olarak Prof. İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun mütalaası ile avukatı Süleyman Arif Emre’nin gayretleri de etkili oldu. Osman Yüksel’in Serdengeçti dergisinde yayınlanan yazıları daha sonra “Ayasofya Davası” adıyla kitapçık olarak yayınladı.

İstanbul’un fethinin 500. yıl dönümü olan 1953’te Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesi için hummalı bir faaliyet ve beklenti vardı. Ama Türk – Yunan dostluğu ve yeni girilen NATO yetkilileri ne der korkusu yüzünden gerçekleşmedi. Üstelik Demokrat Parti iktidarı, bindiği dalı kesercesine bu konuda en aktif olan “Türk Milliyetçiler Derneği”ni kapattı!

Necip Fazıl da yazdığı yazılar ve verdiği konferanslarla Ayasofya konusunun sürekli gündemde kalmasında etkili oldu. 1965 yılında Milli Türk Talebe Birliği’nde verdiği bir konferansta: ” Ayasofya açılmalıdır, Türk’ün kapanan bahtıyla beraber açılmalıdır” dedikten sonra: “… Ayasofya açılacak!.. Türk’ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya’nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler.” demişti.

O da yetmiş yıl önce Ayasofya yazıları yüzünden hapis yattı. Üstelik derginin sahibi olan hanımı da hapse atıldı!

Kuvvetli bir inancı olmadığı bilinen Nihal Atsız’a, bir röportajda: ” Dünyaya bir daha gelseniz ne olmak isterdiniz? ” diye sorulduğunda: “Ayasofya’ya imam olmak isterdim.” cevabını vermişti.

Halil İnalcık hoca: “Batı, İstanbul’un fethini ve Ayasofya’yı hiç unutmadı.” tespiti ile pek çok şeyi izah etmiyor mu?

Emekli Tuğamiral Cem Gürdeniz, bir videoda Yunan denizcilerinin gördüklerinde Ayasofya’yı selamlamalarından bahsetmişti. Tıpkı denizcilerimizin Çanakkale Boğazı’ndan geçerken yaptıkları gibi. Düşman gerçekten unutmuyor!..

 

   Büyük Fetih Yürüyüşü ve Mitingi 

 

Ayasofya’nın camiye çevrilmesi için yürüyüş ve mitingler de yapıldı. Bunların en görkemlisi ve etkili olanı 50 yıl önce 29 Mayıs 1970’te yapılan “Büyük Fetih Yürüyüşü ve Mitingidir”. Aslında 24. Mayıs’ta Edirne’de başlayıp, 29 Mayısta Sultanahmet Meydanı’nda müthiş bir finalle biten “Fetih Haftası” kutlamasıdır. Ülkemizde daha önce yapılmayan bir haftalık kutlamalar, bundan örnek alınarak yaygınlaştı. “Kütüphaneler Haftası” vb.

Haftayı Mücadele Birliği ile İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu (Çapa) Talebe Cemiyeti birlikte gerçekleştirdi. Her ikisinin de mensubu olarak bütün safhalarında genç bir üniversiteli olarak yaşadığım o günleri özetlemeye çalışacağım.

Hafta öncesinde bütün İstanbul’u afişlerle donatmış, Dünyanın en büyük kale burçlarına sahip olan Rumeli Hisarı’na 10 m. boyunda dev bir Fatih posteri asmıştık!

Edirne’de fetih ordusunun şehit ve gazileri için okunan Mevlit ve yapılan dualarla Fetih Haftası başladı. Her gün değişik bir yerde bir etkinlik yapıldı.

Fatih’in türbesini ziyaret ve yapılan dua, Fener Patrikhanesi önünde yapılan gösteri, Rumeli Hisarı’nda yapılan basın toplantısı… Fener Patrikhanesi önünde “Orta Kapı Açılsın!”, “Patrikhane Yurtdışına!” sloganlarıyla yapılan protesto, Yunan ve ABD medyalarında geniş yer almıştı.

Nihayet 29 Mayıs 1970 cuma günü Anadolu’nun muhtelif şehirlerinden gelen on binler saat 10.00’da Fatih’in İstanbul’a girdiği yerde, Topkapı Surları önünde toplandı! Askerleri kıskandıracak bir düzen ve disiplinle yürüyüş başladı. Millet Caddesi, Aksaray güzergahı ile ulaşılan Fatih Camii’nde cuma namazı eda edildi.

Miting Sultanahmet Meydanı’nda yapılacaktı. Bütün güzergah için izin alınmış olmasına rağmen, dönemin ABD güdümündeki emniyet teşkilatı, Saraçhane Meydanı’nı apar topar MTTB’ ne tahsis etmişti. Fatih Camii’nden hareket eden yürüyüş kolu sloganlarla yeri göğü inleterek Saraçhane’ye vardığında, inanılmaz bir şey oldu! Toplayabildikleri halkın büyük bir kısmı, bize katıldı. Bu kalabalığın Ayasofya’yı açacağına inanmış olmalıydılar. Necip Fazıl dahil, konuşmacıların meydanda kalan az sayıda insana hitap ettiğini ertesi gün basında takip ettik.

Takviyeli yürüyüş kolu Beyazıt’tan geçerek, Sultanahmet Meydanı’na vardığında, Ayasofya’nın etrafı çok sayıda polis tarafından korumaya(!) alınmıştı!

Unutulmaz bir olay, burada yaşandı! “Milli Dava Ayasofya!”, “Ayasofya Açılsın!”, “Ayasofya Milli Matem İşaretidir!” sloganlarıyla coşan on binler Ayasofya’ya yöneldi! Sahip olunamazsa korkunç şeyler olabilirdi.

O anda mikrofondan “Herkes Otursun!” nidası yükseldi! Muazzam kalabalık otururken, anarşi çıkarmak ve mitingi sabote etmekle görevli birileri ayakta halkı tahrike çalışıyordu. Milli Mücadele kadroları, her birini eteğinden çekip, “Otur Ajan!” diye dizginledi!.. Hep düşünmüşümdür, Milli Mücadele Kadroları dışında hiç bir ekip, böylesi bir kalabalığa hakim olamazdı!

Bir hafta önce ilan edilen programda olmamasına rağmen, lider Aykut Edibali irticalen halka hitap etti: “Siz isterseniz Ayasofya’yı hemen açarsınız.” diye başlayıp, halkı sakinleştirdikten sonra; “Ayasofya’yı açma”yı anlattı:” Ayasofya’yı açmak demek bir kubbesi olan, dört duvarlı bir binayı açmak değildir. Fatih’in emanetine sahip çıkmaktır… ”

Bu konuşmanın genişletilmiş şekli, hemen her Fetih yıldönümünde başyazı olarak yayınladı.

Miting coşkuyla, planlandığı gibi tamamlandı. Halka da onaylatılan:” Ayasofya’nın ibadete açılması, Patrikhane’nin yurt dışına çıkarılması, bütün yabancı okulların millileştirilmesi” isteği bir telgrafla yetkililere iletildi.

Kalabalık sükunetle dağıldı. Yabancı ülkelerdeki yankılarından bahsetmiştik. İçte de büyük ses getirdi. O güne kadar solculara miting yaptıran “Mahkum Aileleri ile Dayanışma Derneği” bize geldi. Geleneksel “Genel Af” mitinglerini bir süre sonra Mücadele Birliği yaptı.

MTTB ile içli dışlı olan Necip Fazıl ile temas kuruldu. Aramızdaki ihtilafta hakem oldu. Ve Mücadele Birliği’nin haklı olduğunu anlatan nefis yazısını yazdı. Anlaşma gereği yazıyı biz YMM’de yayınladık. Ama MTTB’liler sözlerinde durmayıp, yayınlamadılar… (10)

             Ayasofya’nın Altı

 

Kadim yapıların altında genellikle “yer altı sistemi” vardır. Atık suların ve nemin temizlenmesi, havalandırma ve güvenlik gerekçesi ile alt yapı tünelleri yapılır. Mimar Sinan da Süleymaniye’de bu sistemi uygulamıştır. Geçtiğimiz günlerde gazetelerde: “Topkapı Sarayı’ndaki bir sarnıçtan giren İTÜ mensubu gençlerin Ayasofya’dan çıktığı” haberi yayınlanmıştı. Unutulmamalı ki, Topkapı Sarayı’nın yerinde eskiden de bir saray vardı.

Ayasofya ile İstanbul İmam Hatip Okulu’nun da bulunduğu Fatih Draman arasında bir tünelin bulunduğu da tespit edilmişti. Bu tünellerin, başta İmparator olmak üzere ileri gelen yöneticilerin bir tehlike anında güvenliği için kullanıldığı da düşünülebilir. Çok su götürecek “Ayasofya’nın Altı” konusunu merak edenler, Doç. Dr. Hasan Fırat Diker’in bir ekiple Ayasofya’nın altında 936 m. menfezi tarayarak ulaştığı gizemli bilgilere aşağıdaki linkten ulaşabilirler. (11)

 

         Dolmabahçe Sarayı Havaya Uçuyordu! 

 

Turgut Özal, iktidarı döneminde Dolmabahçe Sarayı’nın karşısındaki arsaya şaibeli bir şekilde imar izni vermişti. Muhteris müteahhit ve yer altı sisteminden habersiz mühendisler, arsa üzerindeki havalandırma deliklerini betonla doldurunca, faciaya ramak kalmıştı! Biriken gazın Saray’ı havaya uçurmasına, eski şekle dönülerek mani olundu!

 

 Ayasofya’yı Açmak 

Ayasofya’yı açmaktan söz ederken, minarelerinden ezan okutan, Hünkar mahfilinde namaz kılınmasını sağlayan siyasilerden bahsetmemek olmaz. Siyasi görüşlerine katılmasanız da Süleyman Demirel’in 08. 08. 1980 günü Hünkar mahfilini ibadete açmasını göz ardı edemezsiniz. Ne yazık ki bu durum çok kısa sürdü. 12. Eylül. 1980 ihtilalinde askerler, tekrar kapattı!

Askeri vesayet bittikten sonra, 10. 02. 1991 günü Turgut Özal, aynı mahalli tekrar ibadete açtı. İmam atandı. Bunlardan birisi dostumdu, arkasında pek çok vakitte namaz kılmak nasip oldu.

Bunca yazılan yazılar, söylenen sözler, çekilen çileler semeresini verdi. Ve 11. Temmuz. 2020 günü Danıştay 10. Dairesi’nin kararıyla Ayasofya ibadete açıldı. Bu neticenin alınmasında emeği geçen istisnasız herkese teşekkür borçluyuz. Vefat edenlere Allah’tan rahmet, hayatta olanlara hayırlı ve uzun ömürler diliyoruz.

Ayasofya’nın açılışının Dünya’da da geniş yankıları oldu. En güzel değerlendirmelerden birini Dünya Müslüman Alimler Birliği Gnl. Sekreteri Prof. Dr. Ali Muhiddin el – Karadaği: “Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, Doğu ve Batı’daki hastalıklı kalplerde bulunan kin ve öfkeyi ortaya çıkardı.” sözleriyle yaptı.

Fethin, İstanbul’un ve İstanbul’a sahip olmanın en belirgin sembolü olan Ayasofya’yı ibadete açmak elbette çok önemlidir. Ancak yapılacak iki önemli iş daha vardır. Öncelikle Ayasofya’nın sebilinden su dağıtılıp, aş evi aktif hale getirilmeli, kütüphanesi canlandırılmalı, imar edilen Medresesi kültürel hizmet vermeli… Kısaca bütün külliyesi hayata geçirilip, selatin cami olarak hizmet vermeli. Kubbesine bakanlar Nur suresine odaklanmalı.

İkinci ve en önemlisi ise, Fethin ruhuna uygun olarak, gerçek adaletin sağlandığı, bilim toplumu, fetih toplumu idellerine ulaşılmasıdır. Bu da insani, adil, ilerici bir büyük toplum sistemini kurmakla gerçekleşebilir. Fetih toplumu olmak ancak ehil kadroların mücadelesi ile hayata geçirilebilir.

Çanakkale Savaşı sırasında görevli bir Batılı gazetecinin gözlemini okumuştum. Perişan, yıkık dökük evler arasında oynanan torunlarına bir ninenin: “Zafer, Muzaffer, Gazanfer haydin sofraya!..” diye seslenişine şahit olmuştu. Sahi, Gazanfer ismini neden evlatlarımıza vermez olduk?..

Mücadelemiz, gayretimiz, temenni ve duamız, Ayasofya kıyamete kadar ayakta kalır. Bizim olarak, “Ayasofya-i Kebir Camii” olarak…

——————-

9 – https://youtu.be/1xHfMX9B3oQ

10 – Daha geniş bilgi için YMM, yıl: 1, sayı: 18 (02. 06. 1970) ve takip eden sayılar.

11 – www.fsm.edu.tr>haber>Ayasofya

 

Yorum Yapın

Navigate