Dünya kurulduğundan bu yana sürekli bir hâkimiyet, sahiplenme mücadelesine sahne olmuştur. Hiç kimse veya hiçbir topluluk bu konuda tam başarı elde edememiştir. Fakat bu hâkimiyet kavgasının bedeli de hep birileri tarafından ödenmiştir.
Fiziki hâkimiyet düşüncesi yerini artık başka kavramlara ve yaklaşımlara terk etmiştir. Topluluklar için yeni temel kavramlar ihdas edilmiş, bu temel kavramlara dayalı yapılanmalar gerçekleştirilmiştir. Sinsice dayatılan bu yeni yapılanma ile birlikte kavramlar, kullanılan teknolojinin ve hedeflerin de değişmesine neden olmuştur. Mahremiyet kavramı bazıları için silinmiş, şeffaflık, açıklık ve beyaz sayfalar gibi ifadeler lügatlerde yerini almıştır.
İçimize Kadar İşleyen Bir Ecnebi Rüzgâr Mıdır Esen?
Her hareket dünyadaki hâkim bu yeni yapılanmadan nasiplenmiş, çağın rüzgârından etkilenmiştir. Şeffaflık kavramı zihinlerde yer ederken bazı tahribatları da beraberinde getirmiştir. Geçmişte kabullendiğimiz temel kavramların yerleri veya içi boşaltılmaya başlamıştır. Tartışılmaz olarak bildiğimiz kavramlar acımasızca, intikam alırcasına ayaklar altına alınmıştır. Şahısların egosu mu dersiniz, beceriksizliği mi dersiniz, her ne ise, bu temel kavramlara yüklenilmiş, bütün kusur kavramlarda aranır olmuştur. Kavramlara saldırmak, yerden yere vurmak, neredeyse demokrasinin, çağdaşlığın ve yeni medeniyetin sembolü haline getirilmiştir. Bu perva bilmez saldırılar, geçmişin muhakeme ve muhasebesinin boyutlarını anlamsız kılmıştır.
Millî fikir hareketlerinin merkez aldığı kavramların akıl almaz tahribatı sürerken, şer odaklarının geçmişte benimsenen kavramlara tavizsiz biçimde sahip çıktığı da ne hikmetse görülmektedir. Onların liderlerine, teşkilatlarına ve hedefleri de dâhil olmak üzere, mensuplarına hiçbir olumsuz bir yakıştırma yapılmamaktadır. Hem de bütün tarih boyunca meydana gelen olumsuzluklardan daha bariz tahribat yapmalarına ve şüpheye yer bırakmayacak derecede saparak bozgunla kirletmeleri aşikâr olmasına rağmen!
Şuur Felcine Uğramadan…
Bizler ise, geceli-gündüzlü bir ömür içinde bulunduğumuz hareketleri her şeyiyle tenkit etmekle geçiyoruz. “Neyi irdeliyoruz, Nelere hakaret ediyoruz, Hangi değerlerimizi yerden yere vuruyoruz?” farkında bile değiliz! Yerdiğimiz insanların özünde biz varız. Çünkü onlarla biriz, biz bir milletiz. Dün işgalci düşmanlara karşı cansiperane nasıl omuz omuza mücadele vermiş isek, yarın da millî müdafaanın unsuru olarak beraber yine dikileceğiz düşmanın karşısına. (Allah muhafaza şiddetli mücadele ihtimali yarın daha da yüksek görünmektedir.) Vatan toprakları türlü hile ve desise ile ayaklarımızın altından kayar iken meşguliyetimiz tam da oyun kuranların istediği biçimde devam etmektedir. Karartmanın sihirli cazibesine kapılmış durumdayız. Asıl yapılması gerekenden koparak uzaklaşıyoruz. Mücadeleyi sorunla ve sorunun iç-dış tahribatına karşı vermiyoruz. Böylece milleti kendisiyle kavga ettiren tezgâhlara ilaveler yapıyoruz. Şuurumuzu felç olmaya götüren ayrışma, millet kalmamızın önündeki tehlikedir. Bu tehlike gözle değil, akılla görülebilir!
Asıl hedefe yöneltilmesi gereken insanlar ve fitne unsuru iç didişmelerle olayların üstünü adeta örtmekte harcıyor enerjisini. Polemiğe ve kısır çekişmeye harcayacağımız zamanla, imkân ve enerjimizi heba ediyoruz. Günümüzün ayyuka çıkan tezgâh, hile, oyun ve yalanlarını birbirimize, çevremize, insanlarımıza sadece anlatmaya çalışacağımıza, gereğini yapan faaliyet adamı olmamız daha çok gerekiyor. “Yangın var!” demek; bir şeydir, yangına müdahale ise; her şeydir. Haberden sonra, harab eden yanlışa demokratik tepki ve çare gerekir. Her insan hata yapabilir, bazıları anlamakta gecikir. Bazıları öğrendiğini unutur. Hangi ne şart altında olursa olsun (kabuk değiştirenler hariç) kimliğinin şuurunda olan insanımız; ülkesini, milli ve manevi değerlerini, devletini gözden çıkaracak kadar alçalamaz. Bir gün elindeki, yüreğindeki kovayla o da yangını söndürmeye koşacaktır. Umulur ve dua edilir ki; o gün geç olmasın!
Dünya Düzeni, Düzenbazlığın Süslü Halkası…
Acımasızca, bazı planların parçası olarak sahneye konulanın, ortaya atılan sözlerin veya yemlerin arkasına takılıp koşturuluyoruz. “Kaynağı nedir, Niyeti nedir, Bu sözler durup dururken ortaya niye çıkmıştır, Sonuç kimlerin lehine veya aleyhine olabilir?” diye, ciddi bir süzgeçten geçirmeyiz. Bunlar, toplum yapımızdaki sözlü kültürün ağırlıklı olmasından kaynaklansa gerektir. Birilerinin söylediği, çığ gibi büyüyüp yuvarlanarak sonunda bizi altına alıyor. Şer odakları toplum mühendisliğini çok iyi kullanıyor. Bir noktadan başlayan hile ve tezvirat ifadeleri kısa zamanda en ücra köşeye kadar ulaşabiliyor.
İşte bunun için sokma ve kiralık bir aklın hafifliğinden, aklını kullanabilen, millî şahsiyet olmaya doğru, tez elden yol bulmalıyız. Yoksa millet kalmanın imkânı çok azalmıştır
Ya kendimiz kalacağız, ya da sürüleşip, hürriyetsiz köleliklere razı olacağız!
İşte bu “Yeni Dünya Düzeni”, düzenbazlığın sevimli esaret halkasıdır.
Muhtaç ve Mahkûm Olmayanlar, Gerçek Bağımsızlardır!
Asıl konuşulması gerekenler geri itildiği için de yanlış insanların ve yapılan yanlışların toplum nezdinde açıklanması mümkün olmuyor. Bir milletin inanmış ve yetişmiş kadrolarının sesi toplu çıkmıyorsa; orada emniyet verici birlikten, huzurdan, mutlu bir gelecekten söz etmek mümkün değildir. Çıkarılan cılız bir kaç feryat; gürültünün karanlıklarında boğulup gidecektir. Feryat edenler sonunda vicdanen rahat olurlar, diğerleri ise sorumluluk hesabından kurtulamazlar.
Ülke tablosuna baktığımızda tam bir karmaşa ve kargaşa ortamına doğru hızla çekiliyoruz. Karartma olsa bile, terör, ekonomi, siyaset, hak ve adalet kavramlarının domura uğradığını sayısız örnekleriyle görüyoruz. Hukuk; rafta, Hak; haksızda, adalet; yandaşta, kadrolar; ehliyetsizlerde, en kötüsü de vicdan; cüzdanda hapistir! Tarih boyunca elde ettiğimiz kazanımlar itibarsız bir iktidarın devamı için peşkeş çekilmiştir. Mülteci sorunu en ağır yük olarak yerini almaktadır. Vatan toprakları sahipsizdir ve kaderine terk edilmiştir. Kanlarıyla vatan kuran millet evlatlarının haklarının nerelerde heba edildiğinden söz eden bile yok. Ülke kaynakları, küresel sermayenin çerezi haline getirilmiştir.
Konuşulması gereken çok ağır konular dururken içten içe kendimizi kemiriyoruz. Ekonomik sömürü ve kayıplarla desteklenen psikolojik harekât ile yıkım planları ise, gündemimize hiç gelmiyor. Zinanın suç olmaktan çıkarılma kanunundan, Habur rezaletine, Çadır Mahkemeleri kurularak devlet ciddiyetinin ayaklar altına alınmasının ardından, “güzel şeyler olacak”(!) yaklaşımını, yaşanan terörü konuşmuyoruz. Güzel ülkemiz o kadar muhteşem yönetiliyor ki (!) enflasyondan, değerler erozyonundan ve her geçen gün azalan alım gücümüzden bihaber yaşıyoruz. Sürünmeye güç yettirmez bir sefaletin, hürriyetsizliğin mahkûmu durumundayız.
Sosyolojik olarak yapılan tahribatın bilânçosunun çıkarılamayacak kadar korkunç boyutlarda olduğunu hepimiz görüyoruz. Ama konuşmaktan imtina ediyoruz. Yaşadığımız olaylar hukuku olan normal bir ülkede cereyan etseydi, her halde yer yerinden oynardı. Tezgâhın içindekiler de ne yapacağını, nereye kaçacağını şaşırırdı.
Bütün bunların yanı sıra tenkit ettiğimiz insanların kusur olarak gördüğümüz davranışları ile kıyaslanamayacak derece vahim davrananlara ise gık demiyoruz. “van minut” un sonrasında yaşanan Mavi Marmara olayı ve İsrail ile yapılan ticaretin ulaştığı boyutlar konuşulmaya bile değer görülmüyor.
Dost ve komşularımız olan İslam ülkelerinde oynanan oyunlarda yaptığımız figüranlık ise akla ziyandır, vicdanları sızlatır durumdur. Bu ülkelerde gerçekleştirilen operasyonlarda başrole soyunuyor, dolaylı-direk Müslüman kıyımına zemin hazırlıyoruz. Her geçen gün kaybettiğimiz millî itibar ile içine düşürüldüğümüz tutarsız, ciddiyetsiz devlet görüntüsü ise, geleceğimizin daha zor şartlara kaydığının habercisi olsa gerektir.
Bugün Hesap, Yarın Hasat Günüdür!
Son söz; büyük Türk milletinin evlatları! Millî ve manevî kaynaktan su içmiş, bu vatana, bu devlete, bu millete borcu olanlar! Biliyoruz ki; her şey bitmiş değildir, yapma iradesini ortaya koyanlar için hiçbir müdahale asla geç değildir. Sadece boş geçen günler kayıptır, ziyandır o kadar! Bize dost olmayanların menfaat karşılığı sağladığı kiralık kuvvetleriyle birlik ve beraberlik sağlamamız mümkün değildir. Buna karşılık millet olarak bizlerin, gelecek için birlik ve beraberlik sağlamamız zorunludur! İnsanî, vicdanî, millî ve dinî bir görevdir. Bu sorumluluğu geciktirenler ve ortak olmayanlar bedelini milletinin istiklaliyle ödeyecektir.
Kendiniz, çocuklarınız, yakınlarınız ve geleceğiniz için birlik olma zamanı.
Birlik olalım ki; dirlik bulalım, ıslah edici kuvvete erelim!
Aklımızı kullanıp fikrî gelişmeye ve iktisadî kalkınmaya yol bulalım.
Bugün hesap, yarın hasat günüdür!