Son on yıllarda büyük depremler, patlamalar, terör olayları ve büyük maddi felaketlerle karşı karşıya kaldık. Ama asıl göremediğimiz yaşanan büyük sosyal ve manevi zelzeledir.
Toplum adeta şirazesi bozulmuş bir kitap gibi her geçen gün daha çok dağılmakta, daha çok sosyal ve manevi yapısı tarumar olmaktadır.
Gençlerimizin otuzlu kırklı yaşlara gelmelerine rağmen evlenmemeleri, evlenen gençlerimizin büyük bir kısmının çocuk yapmayışı veya çok az çocuk yapması ve evlenen gençlerimizin neredeyse üçte birinin boşanması.
Parçalı aileler, boşanmış aileler… Yaşadığımız sosyal ve manevi buhranın en önemli ve görünen kısmını teşkil etmektedir.
Günübirlik politikacılarımız kendilerine bir oy vermekle ve sandıktan çıkacak kâğıt yığınları ile iktidar olmaları halinde her şeyin güllük gülistanlık olacağını ifade etmektedirler.
Ama sanıldığı gibi olay bu kadar basit ve kolay değildir.
Bir toplum kendi halini değiştirmedikçe onun değişmesi; iyiye güzele gitmesi asla mümkün değildir.
Bir insanı bir toplumu değiştirmek ise öyle kâğıt parçalarının sandığa atılmasıyla kurtuluşun; yükselişin ve yücelişin geleceğini sanmak gibi kolay bir olay değildir.
Rahmetli Necip Fazılın dediği gibi:
“Bir şey koptu benden şey;
Her şeyi yapan bir şey”
Biz, bizi biz kılan medeniyetimizi kaybettik.
Yaşayış tarzımızı, hayat felsefemizi kaybettik.
Adeta rüzgârda savrulan küllere döndük.
Biz kendi kültürümüzü, kendi medeniyetimizi hayatın her alanında çağın idrakine sunup yeniden ve daha büyük bir azimle yaşama ve yaşatma iradesini ortaya koyamadıktan sonra hiçbir problemimizin çözülmesinin mümkün olmayacağı inancındayım.
Kendi şehrimizi, kendi mahallemizi, kendi sokağımızı, kendi evimizi; büyük medeniyetimizi kaybettik.
İnancımızın, tarihimizin, ideallerimizin, medeniyetimizin ışığında çağı yeniden yorumlamayıp yaşamadıktan sonra hangi derdimize çare bulabiliriz ki.
Biz buna İslam Rönesans’ı diyoruz.
Yani kendi kültür ve medeniyet temellerimiz üzerinde çağı yeniden okumak; yeniden yorumlamak.
Çağa kendi kültür ve medeniyetimizin damgasını vurmak.
Yeniden uyanışı; yeniden dirilişi gerçekleştirebilmek.
Rönesans’ın anlamı bu.
Yani çağın getirdiği bir yığın seviyesizliklere, başı bozukluklara tabi olmak yerine; çağa inancımızın, tarihimizin, medeniyetimizin damgasını vurmak.
Bunu bilge lider Sayın Aykut Edibali: “Müslüman “Ebül Vakt” olmalıdır.” diye ifade eder.
Yani Müslüman çağın günübirlik anlayışlarına yönelen ve kendini kaybeden değil; çağın babası, çağın hakimi; çağa kendisi damga vuran, inancının damgasını vuran olmalıdır.
Vaktin, zamanın, çağın; babası, hakimi olabilmek
”Ebül Vakt” kavramını biraz daha irdelemeye çalışalım.
“Ebül Vakt” ya da “İbnü’l Vakt” terkibini günümüzdeki anlamı ile düşündüğümüzde, eskilerin anladığı anlamdan farklı bir kullanım ortaya çıkar.
Dilimizdeki “günün adamı” deyiminin kast ettiği anlam; daha çok çıkarları doğrultusunda hareket eden, çıkarlarının gerektiği gibi yaşayan, çıkar elde etmek için davrananlardır.
Bu deyim günümüzde çıkarlarının gerektirdiği şekilde davranan, devrin şartlarına göre ona buna yaranmaya çalışarak istediklerini elde eden, belli bir duruşu, kıstasları, ölçüleri, ilkeleri olmayan, her şekle girip çıkan kimseleri anlatır.
Eski dilde ise tam zıddı olan bir manaya gelmektedir.
Tasavvufta sufi, “Ebül Vakt” ya da “İbnu’l Vakt” olarak tanımlanan kişidir. Eskiler, İbnü’l-vakt (vaktin çocuğu deyimi ile bir vakitte yapılması en uygun olan işi gerçekleştiren ve belli bir zamanda kendisinden isteneni yapmakla meşgul olan kişiyi kastetmişlerdir.
Bilge Lider Aykut Edibali’ye göre Müslüman “Ebul Vakt” yâni zamanın babası olmalıdır.
Yani yaşadığı an içerisinde kendisi için en iyi, en faydalı olan ne ise onu bilmeli ve bununla meşgul olmalı ve zamana hükmetmelidir.
Yani Dava Adamı, her anı şuurlu ve özde yaşayan, içinde bulunduğu zamanda neyi yapması gerekiyorsa onu yapan, her ân Allah’ın davası ile iştigal eden, Allah’ın emirlerine harfiyen uymaya çalışan bir kişidir.
Eski dildeki ibnü’l-vakt (zamanın çocuğu) kelimesi zamanın sahibi olan Allah’ın kullarından istediği şekilde; her anını şuurlu ve özde yaşamak, vaktin getirdiği yükümlülükleri vakte uygun olarak icra etmek, “kendi zalimlerimizi, tağutlarımızı, tespit ederek onlarla hesaplaşmak, zamanımızın Nemrutları, Firavunları, Ebu Lehepleri karşısında İbrahim, Musa, Muhammed (SAV) (hepsine selam olsun) gibi bir duruş sahibi olmak” anlamındadır.
Kur’an’da değişik zaman dilimlerine yemin edilerek zamanın önemine dikkat çekilmiştir. “ve’l-asr” “ve’l-leyl” “ve’s-subh” “ve’d-duha” (Asra, geceye, sabaha, kuşluğa yemin olsun) gibi.
Bu yeminler “zamanın izzetinin ilahi dille tescilidir. Zaman azizdir” ne kadar çok olursa olsun değerinden bir şey kaybetmez.
Aynen su misali. Zaman hayattır.
Zamanı israf hayatı israftır.
Hayatını zamanın gereklerini yapmayarak, kendini ziyan edenlere Allah’tan umut kesmemelerini tavsiye eden âyet “esrafu ala enfusihim (nefislerini israf edenler)” tasvirini yapar.
Kur’an’ın önemine vurgu yaptığı; Hz. Peygamberin muhafazasına dikkat çektiği zaman olgusuna Sayın Edibali ayrı bir önem vermektedir.
Dünle avunmak, yarının kaygısına gömülmek yerine kişinin içinde bulunduğu ânı, çağı, zamanı anlayarak; Türkiye ve dünya şartlarını iyi anlayarak, kuvvet muvazenesini dikkate alarak ve günübirlik çirkin politikalara aldanmayarak hareket etmesini ister.
Bu nedenle “Müslüman’ın Ebul Vakt” vaktin hakimi, vaktin babası olmasını ister.
Bu doğrultuda “Müslüman dünyayı avucunun içi gibi bilecek.” hatırlatmasını yapar.
Kâmil insan dilerse ölüm bile tatlılaşır; diken ile neşter onun elinde nergis ve beyaz gül olur.
Hâle bağlı kalan insan ise hâl gelince yücelir yükselir; hâl gelmeyince eksilir aşağılara düşer.
Gönlü tertemiz olan kişi “vaktin oğludur” ama babası imiş gibi vakti avucu içine almıştır. Onu sımsıkı tutmuştur.
Eğer diri isen git de böyle bir vakti ara! Yoksa sen “çeşitli (değişip duran) vakitlerin kulusun, kölesisin.”
Vakte, zamana hakim olabilecek miyiz?
Zamana yön vermeye ve zamanın eskitemediği bir değer olmaya özen gösterebilecek miyiz?
Vaktin babası “Ebül Vakt” olabilecek miyiz?
Bilge Lider Sayın Aykut Edibali’nin adeta sadece bu sözü arkadaşlarına, talebelerine hatırlatmak için bizleri topladığı son büyük toplantıda hatırlattığı;
“Müslüman “Ebül Vakt” olmalıdır.” sözünü iyi anlamak ve hayata geçirmek vaktidir.