Yeryüzü İslâmî Yeniden Doğuşa Sahne Olacaktır

Millet Davası Teşkilatı; Türkiye’nin yüz akı, Türk dünyasının, İslam dünyasının belkemiğidir. Bu sözde en ufak bir riya yoktur. Hakikatin dosdoğru ifadesidir. Öyle inanıyorum ki, İnşallah Cennet’te buluştuğumuz zaman, ben iftiharla söyleyeceğim ve Hazreti peygamber de her birinizi bağrına basacak. Sizler o insanlarsınız…

Allahualem, bütün vicdanımla, irfanımla inanıyorum ki bu topluluk; Hazreti Peygamber’in Bedir’de “Ey Allah’ım, bu topluluğu muzaffer kıl, bunlar muzaffer olmazsa korkarım Senin adını anacak kimse kalmayacak” dediği insanlar gibidir. Biz, yola çıkarken bu topluluğa dünyevi hiçbir şey vaat etmedik, ne mansıp, ne dünya metaı… Sadece “Bu yaptığımız iş Allah rızasıdır, vatan, bayrak sevgisidir!” dedik. Karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek dava için, vatan ve bayrak için çalışmak ancak sizler gibi meziyetli insanların yapacağı bir iştir.

İnsanlığın değişik mertebeleri var. Bir “Hazreti insan” var, bir de aşağılardan aşağı mahluklar var. Onlara ‘Belhüm Adal’ denir. Sizler sırf “İnsan-ı kamil” olmak için gayret eden, Rasulullah’ın özlediği ve “İnşallah onlarla biz bir elin parmakları gibi beraber olacağız” dediği insanlardansınız. Rasulallah buyuruyor ki; “Kur’an’a hizmet eden kişilerle ben kardeş gibiyim. Cennet’te onlarla beraber olacağım”. İnşallah bizler onlardanız. Allah gayretinize zeval vermesin. İstikametinizi bozmasın, çabanızı azaltmasın, bizi şaşırtmasın. Hepinize bu kalbi, derin, samimi teşekkürlerimi arz etmek istiyorum.

28 Nisan’da Gerçekleştirilen Kurultay Bir Ergenekon’dur

Kur’an-ı Kerim’de esatirden bahsediliyor. Mesela namazlarda zammı sureler okuyoruz. Fil Suresi’nde bahsedilen ibret alınacak, yaşanmış gerçek bir olay var. Bu olaylar zamanla efsaneleşir ve efsane olarak yaşamaya devam eder. Milletlere de topluluklara da bu hikayeler yol gösterir.

Orhun yazıtlarına müsteşriklerin tarihi tahrip ettiği anlamda değil, gerçek anlamıyla bakacak olursak gördüğümüz gerçek şu olacaktır. Kültigin Kağan, Bilge Kağan ile birlikte, Vezir Tonyukuk’un da yardımı ile bu anıtlarda yaptıklarını anlatır. Çin esareti altında 70 sene yaşamış olan Türkleri nasıl kurtardıklarının anlatıldığı yazıtlar, Türk-İslam tarihinin bir özetidir. Bu özette, büyük direnişleri, ıstırapları sıkıntıları, yok oluşları ve yeniden doğuşları görürüz.

Ergenekon destanını şöyle bir hatırlayalım. Göktürkler, kendilerinin yeryüzüne ilahi bir amaç ile gönderildiğine inanırlar. Yükseliş döneminin ardından Çinliler Göktürkleri bire kadar kırar. Kurtulan az sayıdaki Türk, dağların ardındaki kapalı bir bölgeye sığınır. Dağların arasına sıkışmış kalmış olan bu topluluk daha sonra büyür, gelişir. Vakti geldiğinde demirden dağları iradeleri ile eritir, yeniden dünyanın hâkimi haline gelirler. Ergenekon; Allah’ın hikmeti ile yeniden uyanan, toplanan güçlenen, birliğini ve  varlığını koruyan bir topluluğun destanıdır.

Büyük zaferler kazanmış insan toplulukları bir süre sonra kendi yaptıkları çalışmalar dolayısıyla mağrur olurlar. Göktürklerin, Çinliler tarafından bire kadar kırılmalarına ve kaçıp dağların arasına hapsolmalarına sebep olan hata budur. Allah bizi bu yanlıştan korusun. Daima çalışacağız, çok çalışacağız ve elde ettiğimiz zaferlerle asla yetinmeyeceğiz.

Davamız Allah’ın Davası, Yolumuz Resulü’nün Yoludur

Allah öylesine yüce, öylesine büyüktür ki; ölüden diriyi halk eder. Ne kadar sıkıntı çekilirse çekilsin, ne kadar acı çekilirse çekilsin, biz zafere talibiz.  Yolumuzu kesmek için önümüze çıkanları da, hile kuranları da unutmamamız lazım geliyor ve unutmayacağız. Bu destan, sizi de anlatır. Bu nedenle Millet Partisi 10. Olağan Kurultayı Ergenekon’dur.  Bu bir diriliştir. Allah’ın davası, Resulü’nün yolu, bizim yolumuz olacaktır.

Bakınız, bu söylediklerimiz daha önce söylenemezdi. Bundan 30 sene evvel bunlar söylenemezdi. Bugün rahatlıkla söylüyoruz. Çünkü toplumu değiştirdik. Bizden sloganları alarak, lafları kaçırarak kullanan insanlara Cenab-ı Allah bir hizmet yaptırdı. Ama şuna dikkat edeceğiz; iyi, daha iyinin düşmanı olurmuş.

Hazreti Muhammed’in peygamber olduğu zaman diliminde, o günkü Arap toplumunda bir peygamberin gelişi herkes tarafından beklenmekteydi. Peygamber geleceği biliniyor ama her kabile kendi mensuplarından birisinin seçileceğini umuyordu. Hiç beklenmedik bir şey oluyor. Cenabı Allah, Muhammedül-emin diye anılan bir yetimi peygamber olarak seçiyor ve onu insanlığa gönderiyor. Peygamberin kendi kabilesinden geleceğine inananlar, Peygamber kendi kabilelerinden gelmediği için  kıskançlık yapıyorlar.

Hazreti Yusuf’un hikayesini hatırlayın. Hazreti Yusuf en yakınları tarafından kıskanıldı, engellendi. Hatta kuyuya atıldı. Ama Allah’ın takdirinin önüne geçmek mümkün mü? Allah bir insana, bir topluluğa bir şeref halesi giydirmeyi murat etmişse, onu hiç kimse engelleyemez. Kıskançlıklar olabilir. Demek ki bu kıskançlıklar da kıyamete kadar sürüp gidecektir.

Bu topluluk, şimdiye kadar hiçbir karşılık beklemeden yaptığı siyasi ve kültürel çalışmalarla liderliğe layık bir topluluktur. “Allah, vatan, millet, devlet!” diyen insanlar tarafından; “Evet doğrudur, liderliğe layık olan onlardır. O topluluğa tabii olmak lazım” demek lazım geliyor.  Ama bunu demek onlara ağır geliyor. Sıkıntı burada. Ama olsun, sabreden derviş çalışırsa eğer muradına erermiş. Yılmadan, sabırla, Allah rızası için çalışmalarımıza devam edeceğiz.

Kültür Çalışmalarını İhmal Etmeyiniz

Sizden ricam çalışmaları ihmal etmemeniz. Haftada bir mutlaka kültür çalışmalarını yapacaksınız. Haftada bir toplanacaksınız, asgarisi budur, daha azı olmaz. Müslümanlar haftada bir niye toplanıyor. Cuma vakti, en azından haftada bir defa bir araya gelmek anlamına gelir. Eğer Cuma namazları; sadece namaz ile sınırlı kalmak yerine, İslâm dünyasının, Türk dünyasının meselelerinin müzakere ortamı olsaydı her hafta bir halk konseyi toplantısı tertip edilmiş olurdu. Meseleleri müzakere etmek, çözüm yolları üretmek, teşkilatlarımızı daha canlı tutmak için haftada en az bir defa kültür çalışmaları için toplanmalıyız. Her toplantıda sayımız bir öncekine göre artarak devam etmelidir.

Teşkilatlanma Organik Olmalıdır

Allah insanları Hacc’a çağırır. Ancak onun şartlarını da bildirir. Dünyanın her tarafından Müslümanların Kâbe’ye gelmesi kolay değil. Namazın beş vakit olmasının, Cuma Namazının haftada bir kez olmasının kurallarla sabit olması, Haccın şartlarının olması gibi her çalışmanın da olmazsa olmaz şartları vardır. Çalışmalarımızın olmazsa olmaz şartlarını yerine getirerek görevimizi, eylemimizi sürdüreceğiz. Eylemden kesilmek, küsmek, “olmadı” demeyi düşünmek mümkün değildir.

Bütün arkadaşlardan ricamız, isteğimiz şu olmalı; toplantılarımızın birinci maddesi “Bu çalışmaya kaç yeni kişiyle geldin?” sorusunun cevaplanmasıdır. Bir kişi getir, bir kişi çalışmanın istikrarlı oluşuyla iki kişi olur, üç olur, beş olur… Teşkilat mensuplarımızın çoğalması böylesine organik olmalıdır, zorla değil. Bu yöntem ile üye ve sempatizan sayımızı çoğaltalım. Bu organik teşkilatlanma çalışmasını daha evvel yaptınız. Yine yapacaksınız…

Teşkilatımız hakkında ne diyorlar? Hatırlayalım; “Onların isimleri kaybolur ama daha sonra birdenbire ortaya çıkarlar.” Biz ateşe girmiş semenderleriz… Ateş bizi yakamaz, ateş bizi güçlendirir. Mağlubiyetler, sıkıntılar, kayıplar bizi daha çok güçlendirir. Çünkü zaferi veren Allah’tır. Vesilelere değil sebeplere bakmak gerek. Sebep Allah-ü Teala’nın lütfudur. O’ndan lütfunu istemek gerek…

Teşkilat Yeni Kişilerin Katılmasıyla Güçlenir

Hazreti Peygamber’in İslâm’ı tebliğ esası da teker teker kişilerin katılması üzerinedir. Hazreti Peygamber; Müslümanların sayısının son derece az, güçlerinin sınırlı olduğu, Mekke’deki ilk tebliğ yıllarında oluşturduğu İslâm teşkilatının güçlenmesi için iki güçlü kişiden birisinin İslâm ile şereflenmesi için dua eder. Güçlü bir kişinin çalışmalara destek olmasını diler. Maddi gücü az, devrin toplumundaki sosyal statüsü düşük kişileri koruması için Hazreti peygamber; “Ey Allah’ım, şu iki Ömer’den biri ile bu dini güçlendir.” diye dua eder. Bunlardan biri Hazreti Ömer. O, Müslüman olmadan önce Hazreti Peygamberi öldürmeye geliyor. Öteki de can düşmanı Ebu Cehil. İkisi de aynı adı taşıyor. Hazreti Ömer ağlarmış. “Ey Allah’ın resulü ya benim ismimi sonra söylemiş olsaydın, Ebu Cehil’in ismini önce söylemiş olsaydın?” diye üzülürmüş.

Sizi çalışmaya, çok çalışmaya çağırıyorum… Demek ki;

1- Asgari en az haftada bir kez toplanacağız.

2- Toplantılarımızın ilk gündem maddesi çalışmalarımıza yeni kaç kişinin katıldığı, daha çok kişinin katılması için ne yapılması gerektiğidir.

Hanımlardan da özel ricam; hanımların kendi aralarında tertip ettikleri günleri, altın günlerini “Bayrak Günü” haline getirmeleridir. Günlerinizi yapın, çağırın komşularınızı, akrabalarınızı ve davayı anlatın…

Kalemle Yapılan Cihat Kılıçla Yapılandan Daha Üstündür

Yapılmaya çalışılan iş; zor bir görevin ifasıdır… Kolay değil cihat etmek. Cihat, gayret demektir, çaba demektir. Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde yeryüzünde küfürden ve nifaktan eser kalmayıncaya kadar cihad edilmesi emredilir. Savaş değil mücahede emredilir. Her cihat kelimesini “savaş” diye anlamak yanlıştır. “Savaş” ayrı bir şeydir, “Cihat” ayrı bir kavram.

Cihadın dereceleri vardır. Kalemle yapılan cihat kılıçla yapılandan daha üstündür. Harp teorisyenlerinin görüşlerine baktığımızda savaşın belli bir hazırlık döneminden geçtiğini görürüz. Her fatih, fethettiği şehre alkışlarla girmek ister, kanla değil. Bir fatihin gerçek başarısı, kendi ordusunun alkışlarıyla değil kuşattığı şehrin halkının daveti ve alkışlarıyla şehre girmesidir. Başarı, şehir halkının, kurtarıcılarının şehre teşrifine şükretmesini sağlamaktır.

Yeryüzü İslâm’ın Yeniden Doğuşuna Sahne Olacaktır

Endülüs’ün Fethi böyle olmuştur. 50 milyon nüfusu olan bir ülke 5.000 kişilik bir insan kadrosu tarafından fethediliyor. Tarık Bin Ziyad, Berberi uçbeyi idi. İspanya’ya sadece keşfe gidildiğinde bölge insanın İslâm’ın gelişini beklediğini görüyorlar. Kale kapıları, halk tarafından açılıyor. Endülüs böyle kansız fethedilmiştir. Aynı şekilde balkanları böyle fethettik. Fatih İstanbul’a girdiğinde Bizans rahibeleri bayram ediyordu. Demek ki önce gönüller fethedilecek. Bu da samimiyetle, dostlukla, iyilikle olur.

Yaşadığımız iletişim çağında bu iş son derece kolay. İnsanlığın, İslam dünyasının, gerçek bir “Barış”a, barış yolunda gelişmeye ihtiyacı var. Sizin bu çalışmalarınız bir “rahmet rüzgarı” gibi esmeli, insanların gönüllerine rahmet olup düşmeli. Hedefimiz gönülleri yeniden fethetmektir.

İletişim gücünün çok yayıldığı, televizyonların, internetin yaygınlaştığı bugünkü çağda, yeryüzü İslam’ın yeniden doğuşuna –İnşallah- sahne olacaktır. İslâm’ın yeniden doğuşunda, Türk Milleti’nin, Türkiye’nin büyük katkısı olması gerekiyor. Türk Milleti’nin de altın nesli olan, bu değerli insanların bu şeref payesinde en büyük yeri alacaklarından eminim.

Allah gayretinizi arttırsın, muvaffak etsin.

Allah’a emanet olun.

1 Comment

  1. Salih ÇAKIR Reply

    Aykut bey yazılarınızı ve yorumlarınızı hayranlıkla okudum. Rabbim dimağınızı arttırsın. Selam ve saygılarımla… Salih ÇAKIR Nevşehir

Yorum Yapın

Navigate