Çuvaldız

Evveet değerli okurlar, yazarınız Çuvaldız bir ay sonra yeniden ellerinizde. Evet ellerinizde! Durun, hemen dergileri fırlatıp atmayın. Korkmayın virüs bulaşacak diye. Ben yine negatifim, böyle giderse de hep negatif kalacağım. Koskoca ülkede pozitif takılacağım bir gündem de mi olmaz Allah aşkına…

Artık Maskeleri Çıkarsak mı?

Hop, hoopp, sayın Çuvaldız, maskeleri çıkartmak da nereden çıktı. Daha virüs tehlikesi geçmedi. Sen kalkmış, maskeleri çıkarsak mı diyorsun. Hem de taa evlerimize kadar girmişken. Sakın haa…

Durun, vurmayın, biraz acıyın yahu, yumrukları indirip de yakmayın şu tatlı canımı. Görüyorum ki beni anladınız, Tabii her zaman olduğu gibi. Beni anlamanızı anlıyorum da niye yanlış anlıyorsunuz onu bir türlü anlamıyorum.

Evet, yanlış duymadınız, maskeleri çıkarsak mı dedim. Peki ama hangi maskeleri dedim? Şu dört aydır taktığımız, virüsten koruyor mu, korumuyor mu Bilim Kurulu üyelerinin bile birbirinin tersi şeyler söylediği o maskeleri kastetmedim ki…

Siz, ya hangi maskeleri kastettin sayın Çuvaldız demeden ben hemen açıklayayım ki tekrar yanlış anlaşılmasın: Yüzümüzdeki maskeleri. Evet, evet, şu yüzümüzdeki maskeleri artık çıkarsak mı?

Çuvaldız, virüsün etkisiyle mi, yoksa sıcaklardan mı kafayı yemiş olmalı dediğinizi duyuyorum. Hiç sevinmenize gerek yok, çünkü ne kafayı yedim ne de üşüttüm. Sıcaklar beni biraz bunalttı o kadar.

O maskeleri virüs tehlikesi geçtikten sonra zaten çıkaracağız, bilim kurulunun tavsiyesi ve Reis ben hiç takmadım siz de takmayabilirsiniz dediğinde. Artık bunu üç vakte kadar mı der, yoksa beş vakte kadar mı, orasını bilemem.

Değerli okurlar, bu milletin bireyleri olarak her ne kadar cismani olarak kendimiz olsak da insani ve ahlaki olarak asla kendimiz değiliz. Neredeyse bütün ikili ilişkilerimizde yapmacığız.

Birbirimizi sevdiğimizi söyleriz, ancak iş eyleme gelince sevdiğimiz kişilerle ne aynı yola gider ne de birlikte hareket ederiz. Allah bizleri birbirimize kardeş kılmıştır, ama biz kardeş olamamışızdır bir türlü. Milletçe karşılaştığımız sorunları halletmek için şu şekilde birlikte hareket etmek gerekir deriz muhataplarımıza. Lakin her şey lafta kalır, eyleme geçemeyiz. Zira birey, dernek, vakıf, cemaat veya parti, artık ne isek, ne olduğumuz gibi görünür, ne de göründüğümüz gibi oluruz…

Gerek bireysel gerekse bütün bir cemiyet olarak çıkarmadığımız için maskelerimizi yüzlerimizden bugün bu durumdayız. Korkarım ki yarınlar daha da kötü olacak belli ki bu gidişle…

Daha tehlikeli maskeler de var, siyasilerimizce takılıp bizleri hep aldatmakta kullanılan…

Demokrasi, hürriyet, insan hakları, eşitlik, refah, adalet ve daha niceleri. Sağcı veya solcu, liberal ya da muhafazakâr, kim olurlarsa olsun, bu maskeler ile çıkıyorlar karşımıza. Oyumuzu alıp, başlıyorlar kendi oyunlarını oynamaya. Yeter artık, çıkarın şu maskelerinizi de görelim gerçek yüzlerinizi…

Bizi Kimler Aldatıyor?

Lakin kimse çıkarmak istemiyor maskesini. Zira o maskeler artık gerçek yüzleri olmuş. Yüzlerinde maske, ellerinde basın ve yayın organları, hemen her gün beynimizi yıkayıp duruyorlar yalanlarıyla.

Evet, yalanlarla aldatılıyoruz. Hem de yıllardır. Siyasiler hep aldatıyor bizi. Peki, aldatan aldanmaz mı? Ooo, hem de nasıl! Ancak onların aldatmasının da aldanmasının da faturası ne yazık ki hep bize. Öyle bir fatura ki yıllardır öde öde bitmiyor.

Evet, Reis bizi, birileri de Reis’i aldatıyor sürekli. Gören gözler hem aldatanı hem aldananı görüyor. Görmeyenlere de Reis açıklıyor, tabii iş işten geçip, aldatan istediğini aldıktan ya da Reis aldatanlara her istediklerini verdikten sonra: Yine aldatıldım!

Birilerini aldatmak, artık yeni yaşam biçimimiz. Hayatın ser safhasında, iş hayatında, ticarette ve hatta evlilikte bile. Bize yarar sağlayacak her işte aldatma üzerine inşa ediyoruz planlarımızı.

Aldatarak kazandıklarımızı kâr sayıyoruz. Ve hiç birimizin “ne aldanan olun ne de aldatan” diyen o sevgilinin bu güzel düsturu gelmiyor aklına. Ya da “bizi aldatan bizden değildir” düsturu.

Biz yüzlerimizdeki maskeleri çıkarır, gerçek biz olursak, inanın siyasileri de kendimize benzetiriz. Tıpkı şimdi bize benzedikleri gibi. Zira bir toplum ne ise yönetenleri de odur. Dürüst olmayan bir toplumdan namuslu yöneticiler çıkmaz.

Bu nedenle bizi siyasiler değil, biz aldatıyoruz. Biz ne isek siyasilerimiz de o çünkü. O halde gelin önce biz kendimiz olalım, sonra siyasilerimizden bize layık olmalarını bekleyelim.

Zira “bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah da onlara verdiğini değiştirmez” diyor Rabbimiz. Gelin hak üzere değişelim. Önce bizler kendimizi düzeltelim. Bakın o zaman siyasiler de yönetim de düzelir, her şey değişir ve güzelleşir. Fatih’ler fetih toplumlarından, Hz. Ömerler de adil toplumlardan çıkar. Kimse bugün bizlerden Fatih’ler çıkmasını, ülkeyi yönetenlerin de Hz. Ömer gibi adil olmasını beklemesin. Zira bu ancak hayatı maddeyle değil, manayla manalandırmanın bir sonucudur…

Doğu Türkistanlının Hakkını Aramak!

Doğu Türkistan, Çin’in zulmü altında inleyen ana yurt. Yıllar var ki zalim Çin’in işgali altında. Doğu Türkistan’da her türlü işkence var, zulüm var, kan ve gözyaşı var. Zalime hayat hakkı var, ancak Doğu Türkistanlıya, Uygur Türklerine hayat hakkı yok.

Önceleri oradaki kardeşlerimizi hatırlıyor, çok cılız da olsa zulme karşı sesimiz çıkıyordu. Sesimiz giderek kısıldı ve en sonunda ise hiç çıkmaz oldu. Artık ne devam eden zulümler görülüyor ne de “ne oluyor orada?” diyen bir ses duyuluyor.

Türkistan’ı, Arakan’ı, Türkmeneli’ni ve Filistin’i, velhasıl umutlarını bize bağlayan tüm mazlumları unuttuk, Irak, Suriye, Doğu Akdeniz, Libya vb. ile uğraşır olduk. Bütün bu sorunlar arasında Doğu Türkistan kimin aklına gelecek?

Evet, kimin aklına gelecek? İslam ülkelerinin mi? Emirleri hiç istemez! Türk Cumhuriyetlerinin mi? Akıllarına dahi gelmez. BM’nin mi? BM’nin başka işi yok da Uygur Türklerinin derdi ile dertlenecek!

Hiçbir ülke ilgilenmeyecek gibi görülürken Doğu Türkistan’la umulmadık bir şey oldu ve kimsenin aklına gelmeyecek bir devlet birden devreye girdi. Ne gariptik ki bu devlet, başımıza bin bir dert açan Amerika. Evet, yanlış okumadınız Amerika Çin’e dur diyecek bir adım attı!

ABD Senatosu, 2 milyona yakın Uygur’u toplama kamplarında hapseden ve zorla çalıştıran Çin’e yönelik yaptırımlar içeren “Uygur İnsan Hakları Politikası” yasa tasarısını oy birliği ile onadı.

Eee, dost ve müttefik ABD’den hep kazık yiyecek değiliz ya, şu fani dünyada bir kerecik de olsa, en sonunda dostluğunu gördük ya artık ne gam…

Diyeceksiniz ki sayın Çuvaldız bundan iyisi Şam da kayısı. Ee, başladı mı ambargolara ABD, eninde sonunda Çin diz çöker, Uygur’lar da kurtulur. Peki, acaba kazın ayağı öyle mi?

Kazın ayağı diyor ki bana ne Uygurlardan, ben bu bahaneyle Çin’i yola getirmeye bakar sokabilirsem Çin’i yola sokarım diyor. Yani ABD, Çin’i Uygur sopasıyla terbiye etme peşinde: Bana bak, Dünya zaten bana yetmiyor, bir de sen çıkma ortaya…

Sizin anlayacağınız ABD hegemonyasını devam ettirmek için şimdi de Uygur kartını kullanıyor. Biz akletmeyip sorgulamadıkça, sadece görünene bakıp karar verdikçe aldatılmaya devam edeceğiz.

Zaten istenen de bu değil mi? Görünenle yetin ve gördüklerine de sevin. O halde yaşa be Amerika, iyi ki varsın diyelim. Amerika Çin’i hallederken biz de diğer işlere bakalım. Bu gidişle dünya devleti, hatta evren devleti bile oluruz. Aklına geleni veya istenileni yap. Ne soran var ne de sorgulayan. Peki siz “buna ne gerek, sayın Çuvaldız, biz bir Dünya devleti olduktan sonra” der misiniz?

Ayasofya Tekrar İbadete Açılırken

Yıllarca haykırıp durduk, Fatih emaneti Ayasofya ibadete açılmalı diye. Gündemde tutmaya çalıştık. Lakin bir türlü olmadı. Maalesef Ayasofya yıllarca mahzun kaldı bir köşede. Derken bir dernek dava açtı ve Danıştay Ayasofya ibadete açılmalı dedi.

Yıllarca beklenen o gün geldi. Ve Ayasofya yıllar sonra tekrar cami olacak. Allah hayırlı eylesin. Bu hayra vesile olanlardan da razı olsun. Milletçe çok sevindik, birbirimizle sarmaş dolaş olup sokakları ve sosyal medyayı doldurduk.

Peki, Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması ne anlama geliyor? Danıştay’ın kararı, vurgulanmaya ön plana çıkarılmaya çalışıldığı gibi bu topraklar üzerindeki egemenliğin bize ait olduğunun tescili anlamına mı geliyor?

Şimdi, böyle soru mu olur sayın Çuvaldız, tabii ki bu topraklar üzerinde egemenliğin sadece bizim olduğunu gösteriyor, ya başka neyi gösterecek ki dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Ne diyorsunuz? Gaipten sesler duyduğumu mu? Öyle düşünmüyor musunuz? Nasıl, şimdi bu karar egemenliğimizin tescili değil mi? Peki ne o zaman? Sabırlı ol sayın Çuvaldız, anlatacağız, tabi anlarsan mı diyorsunuz. Buyurun anlatın o zaman. Ben de millet de anlasın bakalım bu kararın anlamını…

Sayın Çuvaldız, bu toprakların tapusu 1071’den beri zaten bizim. Bu bir. Bir mülkün kullanım şekli o mülkün sahibinin egemenliğini değiştirmez. Bu da iki.

Ancak, şunu da unutmamak gerekir, bir mülkün kullanım şeklini birileri sana dayatmışsa ve sen o dayatmayı parçalıyorsan o zaman başka…

Yani, Danıştay’ın bu kararı ile zamanında yapılan hata giderildi, o zamanki hükümeti böyle bir karar almaya zorlayanların iradesine gem vuruldu ve iş aslına rücu ettirildi mi diyorsunuz…

İyi o zaman ben de sizlere bazı sorular sorayım, verebiliyorsanız siz de cevaplarını verin. Sorulara makul ve mantıklı cevap verirseniz ben de evet, bu toprakların tapusu bizdeymiş diyeyim. Hazırsanız geliyor sorular.

Suriye’deki vatan toprağı Süleyman Şah Türbesi, terör bahanesiyle yerinden kaldırılıp sınırımızın dibine taşıdık mı? Yetmedi askerlerimizin başına ABD’li çapulcular tarafından çuval geçirildi mi?

Yunanistan, Lozan’la kendisine emanet edilen on iki ada yetmemiş olacak ki Ege’deki adalarımızı işgal edip, bayrak çekiyor, asker yığıyor mu? Peki, hükümetimiz ne yapıyor? Sadece bakıyor. AB, ABD emrediyor, bu sefer bakmayıp, Meclisten kararlar çıkartıyor mu? Bütün bunlar egemenliğimize helal getirmiyor, amma Ayasofya camiye çevrilince tüm egemenlik bizde oluyor. Ne oldu, niye sustunuz?

Yorum Yapın

Navigate