“Kökü mazide olan atiyiz”
Şanlı tarihimizde büyük zaferlerimizin, mağlubiyetlerimizin, kabahatlerimizin, kusurlarımızın ve hatasız yaptığımız işlerimizin olduğu bir gerçek. Başarılı, ehliyetli, liyakatli devlet adamlarımız olduğu gibi, yeterli başarıyı gösteremeyen devlet adamlarımızın olduğu da bir gerçek.
Malazgirt, Niğbolu, Mohaç, Çanakkale gibi askerî zaferlerimiz varsa, mağlup olduğumuz savaşlarımız da var. Oğuz Han gibi, Alpaslan gibi, Attila, Ertuğrul Gazi, Osman Bey, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, II. Abdülhamit ve Atatürk gibi başarılı devlet adamlarının yanında, onlar gibi olamayan devlet adamlarımız da var. Tarihte büyük devletler kurduğumuz gibi, tarih sahnesinden çekilen devletlerimiz de var. Buna rağmen, kendini yenileyebilen bir milletiz. Tarih; günahıyla, sevabıyla bizim tarihimizdir. Sadece geçmişin hatalarına, kabahatlerine bakarak geçmişi yargılamanın bilim insanına yakışmayacağı düşüncesindeyim. Böyle bir yargılamayı yapanların büyük ölçüde gaflet ve dalalet içerisinde olduğu inancındayım. Başarıları, zaferleri görmezlikten gelmek de akıl sahibi insanların kârı değil. Böyle insanlar, mensubu oldukları milleti yanlış bilgilendirdikleri için vebal altında kalmıyorlar mı? Milleti birbirine düşürdüklerinin farkındalar mı?
Görünen köy kılavuz istemez derler ya; 20. ve 21. yüzyılın nesilleri yeterli ve doğru tarih bilgisine sahip olmadıkları için kavram kargaşası içerisinde boğuldu kaldı. Maalesef günümüzün en büyük hastalığı -istisnalar dışında- milletimizin kendi tarihine sahip çıkmaması. Tarihine hakaretamiz sözler söylemesi, tarihinden utanması ve tarihiyle kavga etmesi… Bu kavga, beraberinde kendi örf, adet, gelenek, görenek, kavram, kültür ve sanat gibi değerlerimizin bozulmasına sebep oluyor. Bizim dışımızda hiçbir millet kendi tarihine söz söyletmezken bize ne oluyor?
İman, cazibe, aşk medeniyeti
Tarihin; bir kılavuz olduğu, ibret alınması gerektiği, geçmişin hata ve sevaplarını bilerek geleceğe yön verme sanatı olduğu unutuluyor. Hâlbuki bir millet dününe güvenerek geleceğe adım atmalı. Cemil Meriç’in ifadesiyle “Osmanlı medeniyeti bir hamle medeniyetidir. İman, cazibe, aşk medeniyetidir.” Yahya Kemal’in deyişiyle “Kökü mazide olan atiyiz.” Yani “gelecek” olduğumuz unutulmamalı. “Dün; bütün bir geçmiş, bütün bir tarih değil midir aslında? Dün, bugünün aynasına yansıyıp yarını aydınlatır. Dün bilinmezse, bugün de yarın da karanlıkta kalır.” Türk milleti kadar tarihine kayıtsız kalan başka bir millet herhalde yoktur. Şu an dün ile bugün arasında bir kavga yaşanıyor ülkemizde. Tarihe yön veren bir millet olarak, yarınımızı kaybedelim mi?
Tarihimizdeki toplum hayatımıza baktığımızda; fazilet sahibi, dürüst, itibarlı, temiz, çevreci, harama el sürmeyen, medeni, dosdoğru, hırsızlık nedir bilmeyen, nazik, hayata karşı saygılı, hayırsever, şefkatli, hoşgörülü ve cihana örnek bir millet olduğumuzu görüyoruz. Kıble yürekliydik, vakıf insan, vakıf devlet ve vakıf kültürüne sahip, “Gönül ne kahve ister ne kahvehane / Gönül sohbet ister, kahve bahane.” diyerek muhabbet geleneğini ihya eden bir millettik. Nerede, nasıl davranacağını bilen, adabıyla hareket eden, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” diyen bir millettik. Mazlumların hamisiydik. Zalimlerin zulmüne “dur” dedik. Din, millet, vatan, namus ve devlet gibi yüce değerlere şiddetli muhabbet ve sevgi besleyen bir toplumduk. Kadim bir medeniyetin mensuplarıydık. Peki, ne oldu bize, nedir bu boş vermişlik? Nedir bu tarih düşmanlığı, gelenin keyfi için geçmişe sövmek mi? Yoksa bir milletin geçmişini toptan inkâr mı?
Orta Asya Türk tarihinde kurduğumuz devletler, Türk İslam tarihinde kurduğumuz devletler mazimiz ve değerimiz olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bizim devletimiz ve değerimiz. Büyük Selçuklu Devleti’nden beri sadece devletimizin adı değişti. Önceki kurulan bütün kurum ve kuruluşlar yeni devletimizde devam etti. Geçmişte yaşadığımız kültür ve medeniyetimiz bugün de yaşanmakta. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne nasıl saygı duyuyor ve seviyorsak, önceki devletlerimize ve devletlilerimize de o kadar saygı ve sevgi göstermeliyiz. Nasıl ki Fatih Sultan Mehmet bizim değerimizse, Atatürk de bizim bir değerimizdir. “Geçmiş büyüklerimizi hürmetle yâd edelim. Millete asalet veren gökler onlardır. Milleti Tasvir eden, şekillendiren namlar onlardır. Onları çürütmeye çalışanlar, milleti şerefli bir maziden men edemezler.”
Yıkmaktan harabe, yapmaktan mamure hâsıl olur.
Madem geçmişimizi beğenmiyoruz, beğenmeyen daha iyisini yapar. İtiraz hasettir. Kıskanmadır. “Kedi ulaşamadığı ete pis dermiş.” Tenkit ile itiraz yıkmaktır. Yıkma! Daha iyi yapmaya çalış. Yıkmaktan harabe, yapmaktan mamure hâsıl olur. Bir evden, bir mamureden taş düşürmek, onu harabeye meyil ettirmektir. Bunu yapanlar muzır ve yıkıcıdırlar. Mazinin kabahatlerini affetmek, şereflerini ganimet bilmek, onlara sahip çıkmak bir millete hakiki varlık verir. Geçmiş büyüklerimizi hürmetle yâd edelim. Millete asalet veren gökler onlardır. Milleti tasvir eden, şekillendiren namlar onlardır. Onları çürütmeye çalışanlar, milleti şerefli bir maziden mahrum edemezler.
Bugün özellikle ülke yönetiminde iktidara sahip olanlar ve muhalefette olanlar, asla böyle bir kavgada yer almamalı. Kavgaya sebep olacak söylemlerde bulunmamalı. Milletin bütün bireylerini birleştirici, kaynaştırıcı, kucaklaştırıcı bir siyaset izlemeli. Bunu başarabilmelerinin şartı, toplumumuzu bilge toplum haline getirmektir. Bunun için de her türlü yatırımları yapmaları gerekir. Ülke yönetiminde tek sorunları aziz milletimizin varlık ve beka sorunu olmalı. Geçmişteki bütün başarısızlıklardan başarı kuralları çıkartmalılar. Bu konuda aydınlarımıza da büyük görevler düşmektedir. Aydınlarımız samimi olmalıdırlar. Mensubu oldukları milletin tarafı olmalıdırlar. Öncekilerin hatalarına düşmemeleri gerekir. İhanet içinde olanlar varsa, onları da esefle kınıyor ve tarihe havale ediyorum.
Bilge toplum
Bilge toplum; birbirini anlayan, ön yargılı olmayan, ideolojik saplantıdan kendini kurtaran, bilime, bilgiye değer veren, araştıran, inceleyen ve olgularla hareket eden bir toplumdur. Bilge toplumda; herkes birbirinin sahip olduğu değerlere saygı gösterir. Birbirlerine empati (duygudaşlık) duyar ve hoşgörüyle yaklaşır. Birbirine hoşgörüyle bakan ve yaklaşan bir toplumda samimiyet oluşur. “Samimiyet; dostlukta ciddiyet, irtibatta emniyet demektir.” Samimiyet; bir milleti doğru yola, yardımlaşmaya sevk eder. Bireyler; birbirlerini tanıdıkça sever, beğenir. Fikirlerini birbirlerine anlatmaktan çekinmez. Birbirleriyle kaynaşır. Toplum dinamikleşir, hayatı can bulur. Bireyler birbirlerini bir aile gibi hisseder. Kendi menfaattarını düşündüğü gibi, genel menfaattarı da düşünür, onun gelişmesinde ve meydana gelmesinde de o kadar çalışır. Bireyler kendi hayatlarını intizama soktukları gibi toplum hayatlarına da intizam verirler. “En büyük millet, genel işlerini birlik ve beraberlik içinde düşünüp yapan millettir.” Bireyleri ve kitleleri arasında samimiyet ve dostluk bulunmayan millet yavaş yavaş yok olur.
Türk-İslam kültür ve medeniyeti inanç ve ahlak medeniyetidir.
Her şeyden önce milletimizi birbirine bağlayan değerler, varlığını korumakta. Önemli olan, onları hayat haline dönüştürmektir. Türk-İslam kültür ve medeniyeti inanç ve ahlak medeniyetidir. Yabancıların hayran olduğu aile hayatımız eski yaşanılan günlerine kavuşturulmalı. Anne-baba ve kardeşler arası iletişim ve diyaloglar; inanç, ahlak, örf-adet, gelenek-görenek gibi değer yargılarımız üzerine oturtulmalı. Aile yapısını yıkıcı her türlü yayına ve propagandaya yer verilmemeli. Güya kadın ve erkek arasındaki eşitliği sağlamak adına yasallaştırılan İstanbul Sözleşmesi mutlaka iptal edilmeli. Bu sözleşme; erkeği erkek olmaktan, kadını kadın olmaktan çıkarmaktadır. Bu sözleşme Ankara’da yasallaşmasına rağmen adına neden İstanbul Sözleşmesi dendi. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Fetihten sonra İstanbul bütün imparatorluğun ve Müslüman dünyasının gururu idi. Onunla övünüyorlar, güzelliklerini övüyorlar, her gün yeni bir âbide ile süslüyorlardı. O güzelleştikçe, kendilerini sihirli bir aynadan seyreder gibi güzel ve asil buluyorlardı.” diye tanımladığı, Fatih Sultan Mehmet’in bize emanet ettiği “İslambol” şehrimize bir leke sürülmüş olmadı mı? Medyada yazılanları ve açık oturumlarda söylenenleri dikkate aldığımızda bu sözleşme doğrultusunda hareket eden resmî kurumlar ve sivil toplum kuruluşları Avrupa’dan yüklü miktarda maddi destek alıyormuş. Para için bütün değerlerimiz yıkılmış olmuyor mu? Aile hayatımız bugün yozlaşıyorsa, gençlerimiz arasında ahlaksızlık yaygınlaşıyor ülkü sahibi idealist olmaktan uzaklaştırılıyorsa ve gelecek kaygısı yaşatılıyorsa sebebini önce kendimizde aramamız gerekir.
Bunları görmezlikten gelmek düşmanın ekmeğine yağ sürmektir. Millet olarak ilerlemek istiyorsak özellikle yarınlarımızı emanet edeceğimiz gençlerimizi hayat ve kültür yapımıza göre eğitmeliyiz. Gençlerimizi şu ana kadar yabancı muhitlerde yaşatarak onların değer yargılarıyla yetişmesine neden olduk. Kendi çevremizden, kültürümüzden uzaklaştırdık. Yabancı gibi yaşamaya ve düşünmeye yönlendirdik. Helali, haramı bilmeyen, kolay kazanç yollarını tercih eden, çözüm üretemeyen, marka ve uyuşturucu düşkünü, milli fikir ve milli histen yoksun nesiller yetiştirdik. Bunda Batı kültür ve medeniyeti hayranı aydınlarımızın ve iktidar sahibi yöneticilerimizin de büyük kabahati var. Geçmişin aydın yöneticileri Batı kültür ve medeniyetini tahlil etmeden ülkemizde uygulama yoluna gittiler. Geri kalmışlığın sebebi olarak tarihimizi ve değerlerimizi gösterdiler. Bilmediler ki Batı kültürünün mensupları, kendilerine ait olmayan toprakları ele geçirmek için ilgili ülkelere önce kültürlerini ve medeniyetlerini götürürler. Kendi hayat anlayışlarını modern yaşam biçimi olarak sunarlar. Bir medeniyetler çatışmasına dönüştürerek değerlerinden koparırlar. Bu eğilimi tarihin her döneminde ve günümüzde gözlemlemek mümkündür. İstanbul Sözleşmesi’ni, Avrupa Birliği’nin isteği üzerine Kopenhag Kriterleri’ne uyum çerçevesi doğrultusunda çıkardığımız yasaları, bu meyanda değerlendirelim. Unutmayalım: “Genç; zamanına, muhitine ve evine göre yetişir.”
İslam Rönesans’ı ve Muhteşem Türkiye
Dünya insanının koronavirüs tehlikesiyle karşılaştığı şu dönemde kendini büyük, güçlü ve üstün gören devletler dahi acze düştü. Binlerce kayıp verdi. Bu virüs herkese aciz bir varlık olduğunu hatırlattı. Herkes böyle bir tehlikeden ders çıkartmalı. Yaradılışının gayesini bilerek hareket etmeli. Şunu kesinlikle bilelim ki millet olarak bizi ayakta tutacak yegâne yol inanç gibi, ahlak gibi değerlerimizdir. Bu değerlerimiz bizi; dürüst, ahlaklı, hayırsever, şefkatli, hoşgörülü, fazilet sahibi ve adaletli, kanaatkâr olmaya, birlikte hareket etmeye ve yardımlaşmaya davet ediyor. Değerler ve kurallar bizi ayakta tutar. Ancak böyle olursak bela ve musibetlerin hakkından geliriz. Bu konuda da devlet, yöneticiler ve millet olarak üzerimize düşen görevleri layıkıyla yapmalıyız.
Eğer zamanımızı, muhitimizi ve evimizi bir cennete dönüştürmek ve Muhteşem Türkiye’yi oluşturmak istiyorsak yeni bir Rönesans’a ihtiyaç var. Bunun adı İslam Rönesans’ıdır. Bu Rönesans ki, kusurlarımızın, hatalarımızın nerede olduğunu bilimle, hikmetle, hak ve adalet ölçülerini uygulatarak buldurur. Milletimizi özüne döndürerek aydınlığa çıkartır. Düne güvenerek geleceğe adım attırır.
Ümidini diri tutan Muhteşem Türkiye sevdalılarına selam olsun.