SORUN!      SORUMLU KİM?                    

 

Sorun varsa, sorumlusu vardır ve bu sorumlu da görevini yapmamış demektir.

Toplumda hastalık varsa, çareden uzaklaştıran umutsuzluk ile belirsizlik de sürüyorsa; yetkiyi kullananlar, sorumluluğu üstlenmeme hukukunu da icat etmişler demektir. Yapan belli, yaptıran belli ama sorun hep ‘fail’ siz nedense!? Bu cingözlüğe helâl olsun denmez, ama bu kazığı atanların piyonu olduğunu anlamamışa “yazıklar olsun” denebilir! ‘Daha beter ol’ demeye de dil varmaz!      

Ülkemizde siyaset adına yapılanın doğru veya yanlışlığı, değerlendirmelerle belirlenir. Ama hayır! Bizde gidenin geleni arattığı bir cambazlık sergilenir. Değerler kayıplara karışır, ölçüler; ‘hak getire’ olur. Çünkü doğru ve yanlışın terazisi bozulmuştur!

İsterseniz söyleyeceklerimizin doğruluğu için bilinenleri yineleyelim ve bazı sorular soralım:

SORUDAN SORUNU VE SORUMLUYU BULMAYA YOL VAR MI?

İnsanlarımız mağdurdur, ülkede güvenlik bir numaralı sorundur. Her gün onlarca insanın kanı akmaktadır. Anarşi, terör had safhadadır! Can-mal emniyeti kalmamıştır, umutsuzluk zirve yapmıştır.

Yargılamalar keyfidir ve yargısız linçlere dönüşmüştür. Yerini bulmamış adalet, keyfi zorbalıkları doğurmuştur. Nüfusun %84 ü, adalet dağıtan kurumlardan memnun değildir. Adeta Aliye başka, Veliye başka bir hukuk vardır.

Demokratik haklar kullanılamaz durumdadır. İfade ve basın özgürlüğü yok mesabesindedir! Vatandaşın ekseriyeti perişandır, umutsuzdur, çaresizdir. 15 milyon kişi ianeyle, 25 milyon insanımız da açlık sınırının altıdaki gelirlerle geçiniyor durumdadır. Alım gücümüzün düşmüş, “orta direk” tarih olmuştur.

Üretici, esnaf, müteşebbis; iyi korunduğu, çok kazandığı için mi iflas etmektedir? Eğitim ve öğretim gerçekten, milletin istikbali için güven veren insanı mı yetiştiriyor, yoksa neslimizin tahribatını mı hızlandırıyor? Ordumuzun, güvenlik güçlerimizin tahribi; iyi yönetimin eseri midir? Gelir dağılımındaki uçurum, doğru yönetim olduğu için mi vardır? Şehirlerimiz ve arsalarının devlet imkânlarıyla beraber talanı, doğru yönetimin eseri olabilir mi? Bütün kan-gözyaşı-fakirliği bitirecek sihirli değneğininBaşkanlık Sistemiolacağı yalanı kabulünüz müdür?

Çalışmayan, çalıştırılmayan, rafa kaldırılmış Parlamenter Sistemi mahpus kılan anlayış, Başkanlık Sistemiyle bölünmekten başka acaba hangi hukukî güvenceyi vaat edebilir?

Ey milletim, gelin sormaktan vazgeçmeyin. Sorularınız ola ki sizi sevecen (!) sorumluları tanımaya götürür.

EHLİYETLERİN DEĞİL AMA PARANIN İKTİDAR OLDUĞU REJİM, DEMOKRASİ OLAMAZ!

Dürüstlük ve ehliyetle değil ama paranın gücüyle aday olup seçilmek, siyasetimizin açmazıdır. Gerçeğin bu olduğu artık anlaşılmalıdır. Seçim sırasındaki edilen lafın ve yapılan reklamın çöpe gönderilmesi, hâlin muhasebesini yapmayı unutturuyor. Takibi olmayan bir reyle kurtuluşa davet; kurtuluşu haram kılanların yalanıdır.

Gelin anlayın, gelin hâlin gerçeğine tövbe için ağlayın! Bu ‘abara-dubaralarla’ ülkedeki insanların temel meselesi, ihtiyaçlar hep yok sayıldı. Toplumsal beklentiler unutturuldu, vaat edilenlere hiç hatırlama sırası bile verilmedi! Keyfilik,  hukuksuzlukla beraber arkasızı ezdi. Seçimde söylenenler hepten unutuldu, unutturuldu. İstedikleri seçimdi, kendilerinin seçilmeleriydi, dertlere çare aramak değildi. Hep yapılan ve anlamadığımız oyun da budur!

Ülkede hukuk yoksa keyfi yönetim despotizme dönüşür. Siyaset; hukuk, ahlâk ve ihtiyaçlara cevap ekseninden ayrılır. Zorbalık, can acıtan kabalık alkışlanır. Hâlbuki devlet; millet içindi, milletin mülküydü. İdare edenlerin bineği, haz aleti değildi! İdare edenler, sadece millet emanetlerinin sorumluluğunu üstlenir. İdareciler, milletin üstünde değildir. İrade fukarasının, dolu ceplinin, evet efendimcinin, cin fikirlinin, millet hizmetinde ve siyasetinde yeri olmaz! Doğrular beslenip desteklenmezse, yalan iktidar olur. Yalanın reklamı, topluma ve kurum olarak devlete kötülüktür. Vekillikten efendiliğe uzanan bir yapı içinde milletin asaleti lafı sadece sözdedir, asılsızdır! Gerçek hayatımızda karşılığı yoktur.

Devlet; millet için işleyen beyin ve yapan eldir. Devlet; çok konuşmaz, yalan konuşmaz, boş konuşmaz! Devlet iş yapar. Devlet, içeride sağladığı huzur ve dışarıda oluşturduğu imaj kadar kuvvetlidir, devlettir. Millet ve dünya; sizin işinize, sözünüze, ülkenize, paranıza, hukukunuza ne kadar güveniyorsa, o kadar devletsiniz! Sözle karnı doyan şaşkınlarımız anlamak istemese de devlet bağıran-çağıran değil, şikâyet eden hiç değildir! Şimdinin ve geleceğin sorununu çözer, çözümünü hissettirir. Her gün bir vitrine çıkmaz. Çok iş, az sözdür devlet. Gelişmiş ülkelere bakınız; kamuoyunu bilgilendirmek için sadece sözcüler konuşur. Devlet büyükleri ise senede bir-birkaç defa konuşur. Ama konuşur!

Ciddi bir devlette, devlet adamının yerinde yaptığı konuşmalar; öz güveni, huzuru, imkânı ve çözümleri artırır. Uykudayken bizi göze kestiren yılanı takip bile devlet ve görevlilerinin işidir. Onların haykırması, narası; acizliktir, zırvadır. Ama doğru icraatların ardındaki sözleri ise; kuvvettir, barıştır, huzurdur!

Devlet; sözün değil, işin konuşulduğu bir akıl düzeninin adıdır. Devlet kapısı, halk içindir, hâk ve çözüm kapısıdır. Korku kapısı değildir! Devletin problemleri çözmesi, aklına esenle değil, hukuk dâhilinde olur. Devlet, reklamsız bir kurumdur. Çünkü abartarak veya aldatarak kâr sağlama derdinde olan bir işletme değildir. Millet hayatının yöneticisidir ve sadece eylemleriyle konuşur. İhmal edilmemiş görevleriyle, kendisini güçlü, mensuplarını mutlu kılar. Konuşma dili; İcraattır. Sabah akşam televizyon karşısında poz vermek, “her şeye maydanoz olmak”, acziyettir, hastalıklı bir hâldir, komedidir.

Devletin iktidar unsuru, gerekeni ve gereğini aksatmadan, vaktinde yapmanın görevlisidir! Sorun sebebiyle oluşan kanamaları görmeyip, mağdur edilmişin defninde, görkemli törenlerle mezarda hüzünlü poz vermek, siyasetin avlayan tesir karesidir. Bu, niyet bozukluğunun eseridir! Diriyi ağlatıp ölüye ağlama edepsizliğidir!

 

Yorum Yapın

Navigate