SORUN! SORUMLU KİM?

 

Sorun varsa, sorumlusu vardır ve bu sorumlu da görevini yapmamış demektir.

Toplumda hastalık varsa, çareden uzaklaştıran umutsuzluk ile belirsizlik de sürüyorsa; yetkiyi kullananlar, sorumluluğu üstlenmeme hukukunu da icat etmişler demektir. Yapan belli, yaptıran belli ama sorun hep ‘fail’ siz nedense!? Bu işe ‘Vay anam, vay!’ denir. Bu cingözlüğe helâl olsun denmez, ama bu kazığı atanların piyonu olduğumuzu anlamamış bize “yazıklar olsun” denebilir!  

Ülkemizde siyaset adına yapılanın doğru veya yanlışlığı, değerlendirmelerle belirlenir. Ama hayır! Bizde gidenin geleni arattığı bir cambazlık sergilenir. Değerler kayıplara karışır, ölçüler; ‘hak getire’ olur. Çünkü doğru ve yanlışın terazisi bozulmuştur!

Meşru ihtiyaçlar, karşılığını bulmamış ve doğrular sükût etmiştir. Günümüzdeki hal tam da böyle!

Peki, bu ne demektir? Devletimiz iyi yönetilmiyor demektir! Siyasetin ahlâkı, hukuku, kalitesi zayi olmuş demektir! Aldatılıyoruz demektir!

Ülkemizle ilgili eksik ve yanlışları anlaşılır kılmak hiç de zor değildir. En başta Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi (GBOP) ve vahşi kapitalizme feda edilmiş kalelerimizde icra edilen cambazlıkla gelir!

İsterseniz söyleyeceklerimizin doğruluğu için bilinenleri yineleyelim ve bazı sorular soralım:

SORUDAN SORUNU VE SORUMLUYU BULMAYA YOL VAR MI?

İnsanlarımız mağdurdur, ülkede güvenlik bir numaralı sorundur. Her gün onlarca insanın kanı akmaktadır. Anarşi, terör had safhadadır! Can-mal emniyeti kalmamıştır, umutsuzluk zirve yapmıştır. Yargılamalar keyfidir ve yargısız linçlere dönüşmüştür. Yerini bulmamış adalet, keyfi zorbalıkları doğurmuştur. Nüfusun %84 ü, adalet dağıtan kurumlardan memnun değildir. Adeta Aliye başka, Veliye başka bir hukuk vardır. Demokratik haklar kullanılamaz durumdadır. İfade ve basın özgürlüğü yok mesabesindedir! Vatandaşın ekseriyeti perişandır, umutsuzdur, çaresizdir. 15 milyon ianeyle, 25 milyon kişi de açlık sınırının altıdaki gelirlerle geçiniyor durumdadır. Alım gücü düşmüş, gelir dengesi bozulmuş, “orta direk” tarih olmuştur.

Üretici, esnaf, müteşebbis; iyi korunduğu, çok kazandığı için mi iflas etmektedir? Eğitim ve öğretim gerçekten, milletin istikbali için güven veren insanı mı yetiştiriyor, yoksa neslimizin tahribatını mı hızlandırıyor? Ordumuzun, güvenlik güçlerimizin tahribi; iyi yönetimin eseri midir? Gelir dağılımındaki uçurum, doğru yönetim olduğu için mi vardır? Şehirlerimiz ve arsalarının devlet imkânlarıyla beraber talanı, doğru yönetimin eseri olabilir mi? Bütün kan-gözyaşı-fakirliği bitirecek sihirli değneğininBaşkanlık Sistemiolacağı yalanı kabulünüz müdür?

Ayıptır yahu, ayıp! Çalışmayan, çalıştırılmayan, rafa kaldırılmış Parlamenter Sistemi mahpus kılan anlayış, Başkanlık Sistemiyle bölünmekten başka acaba hangi hukukî güvenceyi vaat edebilir?

Yaşadıklarımız, yaşayacaklarımızın teminatıdır beyim! Zorlamayın, millet patlamasın!

Ey milletim, gelin sormaktan vazgeçmeyin. Sorularınız ola ki sizi, sevecen (!) sorumluları tanımaya götürür. Emanet ettiğiniz iradeyle rehin alınmış evlatlarınızın derdini anlayın ve yardımına koşun! Ayrıca renginize boyanmış bütün kuklaları görün, eleyin, kendinizden olanları bulun ve kendi yolunuza girin!

EHLİYETLERİN DEĞİL AMA PARANIN İKTİDAR OLDUĞU REJİM, DEMOKRASİ OLAMAZ!

Dürüstlük ve ehliyetle değil ama paranın gücüyle aday olup seçilmek, siyasetimizin açmazıdır. Gerçeğin bu olduğu artık anlaşılmalıdır. Seçim sonrasındaki edilen lafın ve yapılan reklamın çöpe gönderilmesi, hâlin muhasebesini yapmayı unutturuyor. Takibi olmayan bir reyle kurtuluşa davet; kurtuluşu haram kılanların yalanıdır. Gelin anlayın, gelin hâlin gerçeğine tövbe için ağlayın! Bu ‘abara-dubaralarla’ ülkedeki insanların temel meselesi, ihtiyaçlar hep yok sayıldı. Toplumsan beklentiler unutturuldu, vaat edilenlere hiç hatırlama sırası bile verilmedi! Keyfilik,  hukuksuzlukla beraber arkasızı ezdi. Seçimde söylenenler hepten unutuldu, unutturuldu. İstedikleri seçimdi, kendilerinin seçilmeleriydi, dertlere çare aramak değildi. Hep yapılan ve anlamadığımız oyun da budur!

Ülkede hukuk yoksa keyfi yönetim despotizme dönüşür. Siyaset; hukuk, ahlâk ve ihtiyaçlara cevap ekseninden ayrılır. Zorbalık, can acıtan kabalık alkışlanır. Hâlbuki devlet; millet içindi, milletin mülküydü. İdare edenlerin bineği, haz aleti değildi! İdare edenler, sadece millet emanetlerinin sorumluluğunu üstlenir. İdareciler, milletin üstünde değildir. İrade fukarasının, dolu ceplinin, evet efendimcinin, cin fikirlinin, millet hizmetinde ve siyasetinde yeri olmaz! Doğrular beslenip desteklenmezse, yalan iktidar olur. Yalanın reklamı, topluma ve kurum olarak devlete kötülüktür. Vekillikten efendiliğe uzanan bir yapı içinde milletin asaleti lafı sadece sözdedir, asılsızdır! Gerçek hayatımızda karşılığı yoktur.

MALIN ÇOĞU HARAMSIZ, SÖZÜN ÇOĞU YALANSIZ OLMAZMIŞ…

Devlet; millet için işleyen beyin ve yapan eldir. Devlet; çok konuşmaz, yalan konuşmaz, boş konuşmaz! Devlet iş yapar. Devlet, içeride sağladığı huzur ve dışarıda oluşturduğu imaj kadar kuvvetlidir, devlettir. Millet ve dünya; sizin işinize, sözünüze, ülkenize, paranıza, hukukunuza ne kadar güveniyorsa, o kadar devletsiniz! Sözle karnı doyan şaşkınlarımız anlamak istemese de devlet bağıran-çağıran değil, şikâyet eden hiç değildir! Şimdinin ve geleceğin sorununu çözer, çözümünü hissettirir. Her gün bir vitrine çıkmaz. Devlet; çok iş, az söz demektir. Gelişmiş ülkelere bakınız; kamuoyunu bilgilendirmek için sadece sözcüler konuşur. Devlet büyükleri ise senede bir veya birkaç defa konuşur. Ama konuşur!

Ciddi bir devlette, devlet adamının yerinde yaptığı konuşmalar; öz güveni, huzuru, imkânı, çözümleri artırır. Uykudayken bizi göze kestiren yılanı takip devlet ve görevlilerinin işidir. Onların haykırması, narası; acizliktir, zırvadır. Ama doğru işin ardındaki sözleri ise; kuvvettir, barıştır, huzurdur!

Devlet; sözün değil, işin konuşulduğu bir akıl düzeninin adıdır. Devlet kapısı, halk içindir, hâk ve çözüm kapısıdır. Korku kapısı değildir! Devletin problemleri çözmesi, aklına esenle değil, hukuk dâhilinde olur. Devlet, reklamsız bir kurumdur. Çünkü abartarak veya aldatarak kâr sağlama derdinde olan bir işletme değildir. Millet hayatının yöneticisidir ve sadece eylemleriyle konuşur. İhmal edilmemiş görevleriyle, kendisini güçlü, mensuplarını mutlu kılar. Devletin konuşma dili; İcraattır. Sabah akşam televizyonda poz vermek, her şeye maydanoz olmak acziyettir, hastalıklı bir hâldir, komedidir.

Devletin iktidar unsuru, gerekeni ve gereğini aksatmadan, vaktinde yapmanın görevlisidir! Sorun sebebiyle oluşan kanamaları görmeyip, mağdur edilmişin defninde, görkemli törenlerle mezarda hüzünlü poz vermek, siyasetin avlayan tesirin karesidir. Bu, niyet bozukluğunun eseridir!

Diriyi ağlatıp ölüye ağlama edepsizliğidir!

 

‘BENDEN DEĞİLSİN’ MUAMELESİ, ADALET DEĞİLDİR

Güçlere, güçlülere endekslenmiş hukuk, kişilere bağlı demokrasi, zorbalıktır, sapkınlıktır. Söyledikleriyle yaptıkları biri birini tutmayan, her gün söylediğinden vazgeçip ertesi gün yalanlayan, hesap vermenin yollarını kapatan, “dediğim dedik” diyerek davranan, medyayı tekeline alıp bütün toplumun demokratik haklarını gasp eden yönetim, demokratik olamaz! Sayıştay’ı kamu harcamalarının denetiminde saf dışı eden, iktidarı saltanata dönüştürüp önüne çıkanı, kendinden olmayanı tokatlamak; kendi gölgesinden korkmuş olmanın yalnızlığından değil midir? Sözde demokrasiyle seçileceksiniz ve ‘anayasayı takmam’ cı olacaksınız! Bu pervasızlık, devlet adamı için, suç olmalıdır!

Bu garip bir durum! Devletin amir unsurları işleri yasa ve anayasaya uymadan yapacak ha, garip!

Demokratik hukuk devletinde, vatandaşın önünde korku ve keyfilik engeli konamaz! Yetkililerin hışmından korku ise hiç olmaz! Siyasetin geleceği için sindirme, korkutma, mahpus kılma, milletin yarını için hayırlı şey değildir. Seçme, seçilme, fikir beyan etme, inandıklarını söyleme, yasal olan ticari etkinliklerde bulunma hürriyeti, ‘benden değilsin’ sopasıyla cezalandırılamaz! Haklar gasp edilemez!!!

İnsanın; akıl-bilgi, can-mal emniyeti, devletin üzerindeki haklarındandır. İnanç ve tercih hürriyeti de devlet teminatını gerektirir. Bunun için ‘Lâik Sistem’; inançların, inançlıların sigortası olarak kıymet kazanır. Gerçek lâiklikte, din düşmanlığı da dinin istismarı da olmaz. Hakları doğru tarif, adaletle işleyen sağlıklı çarklara işarettir. Hukuk devleti; hakikatle görür, bilimle anlar, iradesiyle istismarcıyı engeller.

 

DİYETİNİ DEVLETE ÖDETENİN HİÇ BİR ŞEYİ AK OLAMAZ!

Fatih’in yaptırdığı cami vesilesiyle haksız olarak, çalışan bir gayrimüslimin kolunu kestirmesi hadisesi vardır, bilirsiniz. Mağdurun şikâyetiyle Fatih yargılanır. Fatih’in kolunun kesilmesine karar verilir. Ancak mağdur cezayı ağır bulur, diyeti kabul eder. Hâkim bu diyetin de devlet kesesinden değil, Fatih’in şahsi kazancından/malından tazminine karar verir! Bu olay geçmişin adalet adına unutulmaz örneğidir. Devletin en tepesindeki kişi, vatandaş şikâyetiyle yargılanabiliyor!

Sadece gurur ve slogan için bakılan tarihin dersleri unutulur. Ders unutulunca kalıcı dertler artar.

Anlamak, doğru yaşamak içindir. Bilmişleri, şarlatanları, şov hastalarını devreden çıkarın, sorunlar gerçek büyüklükleriyle görünür. Sıra, bilenlerle çözüme el atmaya gelir. Çözümler, ayrıştıran kavgaları bitirir! Ehliyetlilerle de ülke sorunları kolayca tedavi edilir. Bugünkü hastalığımızın büyük kısmı icat edilmiştir, sanaldır. Büyük soruna ulaşmaya engel olmak için ihdas edilmiştir. Hasta olmayanların tedavi yalanıyla korsan virüslerin tuzağına kurban edilmesidir. Nezleyi kansere tevdi eden bu yapı; işgale uğratılmış bir ülkenin gizlenen derdidir! Yani tedavisi bile hastalık yapan bir sistem vardır!

Meşruiyete, hukuka, ilme ve hikmete tabi bir irade olamamanın acısıdır bunlar. Bilinmelidir ki; bir anda palazlanmış her unsur, hızla geliştirilmiş her siyasi ve sosyal topluluğa endişeyle, şüpheyle bakılmalıdır. Hormonlu olma ihtimali yüksektir ve genleri arızalıdır. Bunlar millete hizmet etmez, edemez, ettirmezler! Sadece diyet borçlu olduklarına hizmet eder, Bunun için günümüzde aleyhimize işleyen ihanetin işaret edilecek bir tek adı veya bir tek adresi yoktur! Milletine düşman saflarda ve başka hedefler için, boyalı zeminlere kaymışlar ibretlik vakalardır. İhanetin, kölelikle sürdürme kopukluğuna tek engel, ciddi bir millî duruştur. Kalaylı kaplardaki zehirli balı anlamamak gafleti varlığımızın önündeki risklerdendir. Yıkanların değil, maşaların değil, gerçek din-devlet-bayrak ve vatanseverlerin yanında kalmak; sıhhatli bir düşünceyi ve bunun politik derinliğini gerektirir. Yoksa kullanılırsınız, ayağınız kayar ve savrulursunuz. Varlığınıza kast eden hasım yapıları yani dünyadaki mücadelenin millet (insanlık) aleyhinde olanını gerçeğiyle bilmezseniz düşmanın ideolojik ağlarına düşersiniz. Tartan bir akıl, millî birikimle şekillenmiş şahsiyet olmak elzemdir. Demek ki; millet davası idealiyle öğrenmek, tahkik etmek, olgunluğa ermek ve en son: ‘ben de varım’ demek, gerekli!…

Düşmanının hedef ve plânlarını, kendi gelişmenizin bilimsel temellerini bilmeden yapılan her şey boştur, kendinizi tahriptir, umutsuzluktur, hezeyanıdır, yorgunluktur! Faaliyetinizin kime yaradığını veya kime zarar verdiğini tartacak akıl, bilgi ve millî organizasyonun rehberliği gerekli. Yoksa pusulasız yolculuğunuz, vicdanınızı sıkıştırıp örseler. Sürüklediğiniz hamasi haller, macera olur, kahır ve bozgun doğurur! Bu nedenle, sevenini bilmeyen toplum, aklı-vicdanı kirletilen toplum olur. Talimli-tayinli siyasetin işportacılarının tuzağına düşer! Kırılır, dökülür, umutlar kaybolur ve doğrular zayi olur.

 

SİYASETİN AKARI KİRLİYSE, NETİCESİ DE ZULÜMDÜR!

İmkânları denetim dışı tutulan siyasetin, devlet gücünü de denetimsiz (hukuksuz) kullanmak istemesi, acıları artıran şaşkınlığa sürükler. Eziyet veren yaşanmışlıklar, korsan ve hukuksuz bir tabiplik iddiasından arta kalanlardır, sizi posa haline getiren! Siyaset ekonomisi ve kaynakları, siyaseti finanse edenlerin zapt edilmez denetimsiz iradesi; siyasetin millet iradesine dayanır olmasını engelliyor.

İlkeleri; ‘talansız ve yalansız’ siyaset olanlar, bu kirli gıdayla beslenen ve göz kamaştıran semtin uzağında kalır, görünmezler. Hükmeden yapı, bilinip gerçek milli olan hareketin oluşmasına ve desteklenmesine izin vermez. Yollar ve yolları kesiktir. Haram paraya, aldatıcı yalan söze itibar etmeyenler; sadece Allah’ın yardımına ve Türk Milleti’nin bir gün uyanacak aklıselimine güveniyor, onu bekliyor. Ve aşılmaması gereken harabe haldeki millet mevzilerinde sabırla bekliyor, direniyor. Milletin uyanışını bekliyor!

Kitabı doğru okuyan M. Akif, Sakarya’daki askerin imanına güvenerek ‘Ankara’yı boşaltmayın, kazanan biz olacağız’ diyordu! Nereden mi biliyordu? Kitaptan, kitabın gereğini yaşayanlardan! Doğruyu doğru okuyanlar, ferasetle kazanacaklarını bildiler, cihadın yanında-önünde yer aldılar.

Vatanımıza tecavüz eden dünkü bu adi kuşatma kalkmadı, devam ediyor. Biz unuttuk onların kötü niyetini, biz Sevr’i yırttığımızı zannettik. Ve biz uyuştuk, idare ettiğini sanan birileri de bizi uyuttu! Gelinen durum yine ihanetlerin birleşmiş kuşatmasıdır! Cephedeki ‘Allah’ nidaları, M. Kemal’in; ‘Ya istiklal, Ya ölüm!’ için gösterdiği irade ve karar, kurtuluşa ferman oldu, millete derman oldu! Akif’in sesi de ilavesiyle hâlâ kulağımızda: ‘Dağılmayın, kazanacağız!’ ve kazandılar!

Ben derim ki; evet, adi kuşatmalara rağmen milletimiz kazanacak! Davasını zayi etmediği sürece en son kazanan Türk Milleti ve insanlık olacak! Siz, en son kazanacak olanın milletimiz olacağına inanıyor, yanında olmaya hazırlanıyor musunuz? Evetse cevabınız, şimdiden gerçek davanızı ortaya çıkaracak siyasi mücadele için kendinizi temsile hazırlanın! ‘Bildim, söylenenler doğru’ diyorsan, zalime hep ‘DUR’ demiş milletimizin yanında olma vaktin gelmiştir! Tayin edilenlerden, efendi kılınanlardan kurtulmanın reddedilme dönemin başlamış demektir.

“Bir milleti sadece kendi azmi, kendi kararı, kendi mücadelesi kurtarır!” Unutulmaz sözdür. Bu hakikate inananlar, işgal edilmiş vatanın bir kısmını kurtardılar. Ama bir gün bizim gaflete düşeceğimizi, ihanetlere alet olacağımızı hiç hesaba katamadılar, ülke ve millet davası için kanlarını sebil kıldılar…

 

İRADENİN KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETE TAHSİSİ EN TEMEL MESELEMİZDİR

İşte o kirli çarklar hızla işliyor, bizi tekrar o elim günlere döndürmek istiyorlar. Bundan dolayıdır ki bugün, uyanma ve millî dâvâ etrafında tekrar toparlanma gerekiyor! Bugün: aldatanların, ağlatanların ve şikâyet ederek ağlayan aciz, şaşkın, gafil ama kardeş bildiğimiz partilerimizin yanında olma günü değildir! Bugün, kendi yanını ve yönünü bulmanın günündür! Millet iradesini iktidar yapmak için, milleti iktidar yapacak partiyi bulup orada buluşmak gerekir. Ancak bu parti, değer ve imkânlarıyla milletin kendi partisi olabilir. Sadece millî olan, kirli güçlere diyeti olmayan, halkına dayanan, milletin bünyesine uygun programı olan partiyle millet iktidarına yol açılabilir. Yapılacak ilk iş: Millet Egemenliğini şerik’siz kılmak, egemenlik iradesini, kayıtsız-şartsız millete tahsistir. Bu güce teslimiyeti değil, milleti güçlü kılma gelişmesini sağlar!

Mesele budur! O millî hareket veya parti, milleti davasıyla kucaklar. O parti partizan olamaz, partilileri ilim ve hukukla destekler ve siyasetteki kardeş güçleri ortak amaçta birleştirir. Siyaseti, kardeşlerin ortak projeleriyle süsler. Kurtarıcı insan yalanından, kurtarıcı hakikatlerle, değerlerle gelişmenin kapılarını açar.

Rehberliği ve hukuku, bilime hikmete dayanmayan siyaset, muhteris cahillerin zulüm aracı olur.

İdare; siyaset işidir ve doğru siyaset, adamın hasıyla yapılabilir. Sıradan adamla, bilmişlerle olmaz.

Millî Siyaset; büyük birikimle olur ve bu birikimin programıyla yapılır. Büyük akıllarla beslenir, onlara açık olmayı sistemleştirirse, bir Rönesans Hareketi haline gelir. Artık o öncü partiye, mevcut ve bilindik partilerin kalıbı dar gelir. Medeniyetinin imar işçiliğini yapar. Her parti, bu toparlanma sürecinden sonra, medeniyetinin geliştirici unsuru olur, kardeşlerini incitmez. Yorulanın, dinlenmesi gerekir. Siyaset ve hukuk, benimle olacak işin herkesle olabilmesini sağlayacak düzeni kurmak içindir. Önce aleti kem olmaktan çıkarmak gerekir. Sonra da benim yaptığım, senin de yapabileceğindir deyip, bayrak yarışına dönüştürmek gerekir. Tıpkı niza ve katl konusu olan Hacer-ül Esvet’in yerine konmasında, Hz. Peygamberin yöntemi: ‘Tutun Ucundan’ ve kavga bitsin! Yorulmak, eskimek gibi tabiatımız vardır. Yerimizi daha dinamik ve yeni proje sahibi alternatiflerimize terk, fazilettir. Ülke de milleti için var kılınan ve iktidarı hak eden partilerle yoluna devam eder. İktidar olmuşlar bir süre dinlenir, yeni şeyler öğrenir. Muhalefetiyle iktidara katkı sağlar. Ama muhalefet anlayışı, başka ülke ve ideolojilerin şubesi olmaktan çıkmadığı sürece partiler, bölücülüğün karargâhı olur.

Sadece doğruları izleyenler, kalıcı iz bırakır, sorunlardan kurtuluş yolu bulur.

 

EHLİYETİ İKTİDAR YAP Kİ, YARININ AYDINLIK OLSUN

İnanıyoruz, Büyük Türk Medeniyetinin engin zenginliğinde buluşmamız yakındır! Böylece kendimize gelişimiz yeniden sağlanacaktır! Buna siz de inanın, hedefi ‘tam bağımsızlık’ olan kardeşlerinizi tanıyın!

Bu kahırları çözmenin sorumluluğunu teşekkül ettirmeyenler, yetkilerini milleti için kullanmayanlara bugün deriz ki; ya adam gibi siyaset yapın veya milletin yolundan çekilin! Değilse, ya ihanettesiniz veya ihanete destek vermiş olarak bilineceksiniz! Güçlerden, şahsi çıkarından dolayı korkup ülkeyi bu hâle getiren, dünün sorumluları da görmezden gelinemez, onlar da vebale dâhildir! Sizi yıllardır yoklukla, evlat acısıyla ağlatan beceriksiz iktidar(lar)ı ve muhalefet(ler)e ders vererek, tövbesizler kutusuna atmayacak mısınız?!

Öfkeyi, ayrıştıran boş lafı artık dinleme! Görüşünü sormadan, yapacaklarını sorarak; aklı, ahlâkı, hukuku, ehliyeti iktidar yap! Yarının aydınlık, yârenin bol olsun!

*********

Yazımı bir fıkrayla noktalamak istiyorum. Neyzen Tevfik veya IV. Murat zamanında yaşayan Bekri Mustafa için anlatılır… Adam içmiş, bir yola girmiş ve sarhoş olarak gidiyormuş. Ama bir türlü de evinin yolunu bulamıyormuş. Sokakta karşılaştığı adamlara sormuş: “Siz, Neyzen’in evini biliyor musunuz?”

Adamlar da Neyzen’i tanıyorlarmış. Demişler ki; “Üstat, Neyzen siz değil misiniz?”

Neyzen de; “Ben size onun kendisini sormuyorum, onun evini soruyorum demiş!

*********

Şimdikiler, öncekiler… Hedefi şaşırmış herkes için ne güzel örnek! Belli ki makam ve iktidar sarhoşu olanlar, hem kendi hanelerinin yerini, hem de ülke çıkarlarının yolunu seçimle kaybediyorlar. Sonunda gidecek, duracak yeri bilmez hâle geliyorlar. Emperyalist rüzgârların sürüklediği yolları öfkeyle gider oluyorlar. Ve o rakımda, milletin kovulduğu sokaklarda, işgal niyetindeki güçlere yol ve adres sorar durumda kalıyorlar!

Ne diyelim? Bıçak kemiğe dayanmışken Allah bu milleti, cehaletin ve kaba cesaretin felaketinden akleden evlatlarının uyanışıyla, nifakları bitirecek marifetiyle, millî mücadelesiyle kurtarsın!

 

Yorum Yapın

Navigate