DERDİ BİLMEYENİN DERMANI; ŞİFA DEĞİL, ZEHİRDİR!

 

Ülkenin, toplumumun veya birey olarak kendimizin, sorunlarımızı doğru anlayanlarımızın oranı, acaba nüfusumuzun yüzde kaçıdır? Bu soruyu sorduğumuzda, alabileceğimiz tam ve doğru cevap yoktur. Hayatımızı, yaşadığımız olayları tetkik ettiğimizde de insanlarımızı yetiştiren ve çalıştıran kurumların maalesef böyle bir meselesinin olmadığı anlaşılabilir.

 Hedefsiz Kalmak, Huzuru Bozar ve İç Çatışma Doğurur.

Bir de toplumun fertlerini aşarak, toplumu sevk ve idare eden, ilim kurumları mevkiinde bulunanların yoğunluğunu (varlığının çokluğunu) bilerek “teşhis ve tedaviyi bilmeye dair çabayı sorgularsak”, ülkenin asli sorularına-sorunlarına, çözümlerine vakıf insan sayısının çok az olduğu ortaya çıkar diye düşünüyorum. Farklı seviyelerde kamu görevi yapmış biri olarak, cevabı aramayan bir makamı işgal etme meşguliyetimizi hüzünle müşahede ettiğimi söyleyebilirim. Mefkûresiz, amaçsız, dinamizmden mahrum bir meşguliyetin yılgın ve kırgın mensupları halinde akıntıya kürek sallayan geçiştirmelerin faaliyet halkasına dâhilizdir. Çoğunluğun kendi keyfinde ve hazlarıyla uyuşmuş durumda olduğunu izleyebilirsiniz. Kimisi haksızlıklara maruz kalarak sinmiş, kimisi muhalif sayılarak itilmiş… Millet varlığına dâhil olmanın büyüklüğüne erişememiş durumun fotoğrafı net ve görülebilir durumdadır! Direk veya dolaylı olarak sorumlu olanların yaptıkları ve yaşattıkları, ayrıca bildiklerini zannedip icrada-idarede paye sahibi olanların, toplumsal hayatta oluşturduğu sonuçlardır bunlar.

Günü kurtarma cambazlığı, toplumda korku imparatorluğu kurmuş durumda. Lafla gemiyi yürütebileceğini ezberleyenlerin, beyin yıkayan propagandaları; ehliyet, liyakat ve ilimden gücünü almıyor. Program ile ilkelerin, sorumluluk semtine uğrayamadığı bir saltanatın doğmasına vesile olmuşluk hükmünü icra ediyor sadece. Marjinallik artarken, insan ve gurupları umutsuzlukla kinlendi, kirlendi ve çok sivrildi. Kimi göç etti yabancı diyarlara, kimi de ‘terki faaliyet’ etti. Ufuksuz, önünü görmez, çözümsüzlüğün kahrıyla debelenmekte, beklemede!

 

Büyük İdealler, Yol Bilmezlerin Önündeki Engellerdendir. Bundandır Sürüleştirmeleri…

Yönetenler, durumu böyle bildikleri için, toplumu, umutsuzluk ve çözülmeyle sürüleştirmiştir. Bu da kolay idarenin vazgeçilmez hâli olmuştur!

Peki, ümitsiz ve çaresiz olmanın diplerinde miyiz? Elbette hayır! Bilenlerin sistem dışına itilmesi veya gerekeni bildirmelerinin önlenmesi, bildirirlerse hayatlarına mal olacağı hususu, çözümsüz sükûtumuzun sebebidir.

Çözüm için ortaya çıkan sivil-resmi cemaat, topluluk, vakıf, dernek, parti vs. nin halini gözden geçirmekte de fayda var. Meşruiyetin sınırları içinde fikrini, programını topluma deklare eden, topluluklar kurarak faaliyet gösteren bütün yapıları gözden geçirme gereği vardır. Bunların dünya görüşleri, programları, projeleri, metotları, fikir kaynaklarının tetkiki de önemlidir. Faaliyetlerin asli sermayesi insan unsuru olduğuna göre, insanın şekillenişi, şahsiyet kazanması hususunda kabul ettikleri veya ürettikleri kaynaklara ulaşmamız, bilmemiz, ülkenin yarını için değerlendirmemiz lazım. Sonra, çürüklerini ayıklamak, sağlamını değerlendirmek gereklidir.

Canlı bir toplumun içinde, bu can alıcı seyir ve tetkikimiz, durumumuz ve ülkenin güvenli yarını için, potansiyelimizin kıymet ve derecesini abartısız bize gösterir.

 

Zenginleşmek, Gelişmek Değildir. Gelişmek; Bilimsel Altyapı Ve Üretim İster.

Gelişme, değişme, kalkınma isteklerimiz; köküne bağlı, dünyaya açık, bilimsel, ahlâki, hukukî, iktisadî şartları ve imkânları hazırlamadan, sükûnet ve istikrar içinde hedefleri icra etmeden olmaz. Maddi ve manevi anlamda elde edeceğiniz bir kalkınma hayal ürünü olamaz. Belki bir süreliğine emeksiz rant zengini olabiliriz, ama gelişemeyiz. Borcun körüklediği refah da gelişme değildir. Borç alınana teslimiyettir. İşte gizlenen ve pansumanla geçiştirilen kanamalar; çözümsüzlük ve umutsuzlukla didişmeyi artırmıştır. Dünden bugüne süregelen bir beka sorununa dönüşmüştür. Bu da insanımızın iç ve sosyal bütünlüğünü bozmuş ‘kaosa’ sürüklemiştir. İnsan, insanın; kurum, kurumun adeta kurdu olmuştur.

Milletlerin, medeniyetlerin, özellikle milletimizin tarihi; tedavi edilmemiş fetret şartlarının, toplumu can alıcı yok oluşa sürüklendiğini beyan eder. Bu fasılda ise milletin, iyi olması ve ahenkli beraberliği beklenemez. Problem yönetseldir. Yönetimin amir unsuru siyaset kurumudur. Devlet ve millet buhranına, çözümsüzlüğüne çözümü halk sağlayamaz. Halkın doğru tercihi, demokrasiyle teşekkül eder. Aldatılan halkın doğruyu seçme imkânı da yoktur! Milletin iradesini şu veya bu yönetim tarzıyla temsil edenlerin, milleti geleceğine inandırarak, eğiterek, doğru hedefler gösterip faydalı üretimler yaptırarak, derdin çözümüne milletçe kavuşması sağlanır. Arızalı lokomotif, mahsur kalmanın sebebidir. Milletler için lokomotif unsur, ilim ile yönetim erbabıdır.

Öyleyse milletin her ferdinin iyi veya kötü olmasıyla varılacak netice olmayan durum var ortada. Lokomotif unsur, yöneticiler–siyaset yapanlar ve ilim adamlarıdır dedik. Biri tespit ve teşhis eder, öbürü icraatlarla tedavi eder. İki kapı birbirine kapalıysa despot, ben bilirimci, güce teslim olmuş ulak hastalığı başlar. Çözümsüzlüğün kavgasından kurtulmak, ehil-yetkin ellerle kolaydır. Ama ihtiras ve ehliyetsizliğin gasp ettiği sistem ağalığı durumunda çare bulmak zordur.

 

Arıza, Binanın Makine Dairesindedir…

Bu ifadelerin ardından sonra şimdi soralım. Bizim solcularımız, sosyal demokratlarımız, Atatürkçü geçinenlerimiz (sağı-soluyla) milliyetçilerimiz, halkçılarımız, İslamcılarımız, islamsızlarımızın hepsine soralım… Varlığıyla ilgili oldukları toplumun müşterek değerlerini bilme ve temsil konusundaki liyakatleri nedir? Her biri tarihin bir dönemini kutsayıp kendince diğerlerini redde yönelmiş değil midir? Birileri ırktan ırkçılığa, birilerinin dinden dinciliğe gitmesi, birilerinin de kendi tarih ve kültürünü red etmesi, diğer birilerinin de sözde düşmanı oldukları emperyalizmin reçeteleriyle onun kültür-medeniyet kaynaklarıyla tedaviye yönelmesi gerçeğimiz değil midir? Bir de bunların içinde kisveli ama iyi devşirilmiş unsurların varlığının çokluğu korkumuz değil ama sarmal gerçeğimizdir. Bunlar, iş yaptırmamak üzere sorumlularımızın zihnine virüs, ayağında prangadırlar.

Yani her birinin ‘ben’ dediği arenada, bütün fikirleri, güçleri, vatan-millet için birleştirecek ‘biz’ aklı gerekli değil mi? Vatansız, bayraksız, hürriyet olmayacağına göre, hepimizin ellerimizi birleştirerek çözüme dâhil etme mecburiyeti vardır. Biz buna millet birliğiyle sağlanan ahenk diyoruz. Hedefte birlik; milli mutabakatla sağlanır. Milli mutabakat, güçlü millet-devlet olmanın birincil şartıdır.

 

Millî Siyasetin Gücü de, Dayanağı da Millîdir… Millet Siyaseti, Zillet Siyaseti Değildir!

Bütün bunlar da temennilerle, beklemelerle değil, ortak bir kadere razı olmanın sonucu olabilir. Bunu devlet-millet-medeniyetimizin tabip kurumları, ayırt edilmemiş vatandaş unsurları ile ve özellikle millî siyasetle başarabiliriz. Sorun çözme işi zaten siyasetin görevidir. Siyaset köklü bir hazırlığı, büyük bir ahlâkı, meşruiyet ve adaleti taç edinmiş bir kadroyu, öncesiyle güvenilir olmayı gerektirir. Ehliyeti ve kendinden daha iyi ehliyetlere katkı sağlayıp, yol vermeyi gerektirir.

İşte Millet Partisi; tarihin, insanlık tarihinin bütün birikimlerini etüt ederek, insanın ve insanlığın asli meselelerine kafa yorarak, millet hayatının tamamını (bir anda değil, süreç dâhilinde) ıslah edecek fikirlerini projelere dönüştürdü. Bunun programını hazırlamıştır. Yerli-yabancı hiçbir gücün beslemesi olmaksızın, yarım asırdır kendisi kaldı, milli kaldı! Milletinin teveccüh ve desteği olması halinde millet meselelerini öfke ve ihtirastan arî, sükûnet içinde çözmeyi vaat ediyor.

Millet Partisi; adabı, edebi, ehliyetleri buluşturmayı, hukuku, kaynaklarımızı asli mecrasına taşımayı vaat ediyor. Dayanakları bozulmuş günümüz siyasetinin çözüme odaklanması için, milli insani hamlemiz için, iradenizi mahkûm eden, gücümüzü heba eden sefil durumdan kudrete, gelişmeye, “Muhteşem Türkiye” iklimine çağırıyor. Muhteşem Türkiye projesini desteklemeye çağırıyor.

İnsanlığın faydalanacağı, insanın doğasına uygun büyük insan olma çabasının ‘Barış Medeniyetine’ iştirakimizi bekliyor.

Kararlılığımız, milli mücadelemiz; sabrımız, zaferimiz olsun inşallah

Yorum Yapın

Navigate