Son yılların en çok konuşulan konularından birisi kadınların darp ve saldırı olaylarıdır. Kadınlar sokak ortasında dövülüp ve öldürülüyor. Gün geçmiyor ki, bir saldırı veya öldürme olayı basına yansımış olmasın.
Yüzü-gözü morarmış kadınlar, yaralanmış ve sakatlanmış kadınlar, sokağa bırakılmış kadınlar ve sokak ortasında kurşunlanmış, çocuğunun gözleri önünde boğazı kesilerek öldürülen kadınları görmek artık vaka-i adiden sayılmaya başlandı. Bu nedenle de anasız- babasız çocuklar, yıkılmış aileler toplumun bir başka yarası haline geldi.
PARA KAZANMAYA ZORLANAN KADINLAR
Tüketimi artırmak için; insanların tüketme ve harcama arzularını artırarak, insanların “ayağını yorganına göre uzatma” alışkanlıkları ortadan kaldırılınca; evlerimizde kazanç elde eden babaların, beylerin kazancı, kazandığı para ailelerin ihtiyaçlarına yetersiz gelmeye başladı. İnsanlar alternatif olarak güya aile ekonomisine katkı sağlayarak ekonomik rahatlık adına eşlerinin de çalışması için çareler aramaya başladılar. Çok zaman ölçüsüz harcamaları karşılayabilmek için kadınlarda lüzumlu veya lüzumsuz yerlerde çalışmaya ve para kazanmaya başladılar.
Enteresan olan ise kadınların kazandıkları çok zaman elbise ve makyaj paralarına yetersiz hale geldi. Artı olarak kadınlar para kazandıkları için evde ekonomik bağımsızlığını kazanmış bireyler olarak eşlerine -ifade yerinde olursa- sert çıkmaya ve aşağılamaya başladılar. Önceleri;”Benim kazandığımda senin,”anlayışından”Sen kazanıyorsan bende kazanıyorum.” Anlayışı ile evlerimizdeki denge bozuldu ve kadınlar; evimizin hanımefendisi olmaktan evin iki hâkiminden biri haline geldiler, üstelik ev ve aile ile bağlar gevşemeye başladı.
KİM KİMİN HANI?!
Çocukların bakımı bile eşlerin ortak görevleri haline geldi. Evlerde iki reis, iki ortak ve iki eş oluştu. Hani Moğol Hakanı, hamını için tebaasına; “Ben sizin Hanınızım, -eşini göstererek- buda benim Hanım.” Biz üç kuruş uğruna, güya dünyada rahat etmek için-ne biçim bir rahatsa- Hanımlarımızı Hanlıktan tenzili rütbe ile eşliğe indirdik.
Tabi olarak Hükümetlerde bile iç işleri bakanı ve dış işleri bakanı gibi kurumlar olduğu halde evlerde bu kurum ortadan kalktı, iki iç işleri bakanı ve iki dış işleri bakanı haline geldi. Görevler yapılamaz, bitirilemez ve üstün körü yapılır hale gelince de sorunlar ortakların üzerine sökün etti.
AİLEDE ÖĞRETMEN KİM?
Eğer aileyi bir eğitim yuvası olarak düşünürsek ailenin okul müdürü babadır. Baba eğitime çok fazla katılmaz, tıpkı okul müdürü gibi, onun görevi okulun ihtiyaçlarını karşılamaktır, tıpkı babanın ailenin ibate, iaşe ve barınma ihtiyaçlarını karşıladığı gibi.Asıl eğitimi kim yapar? Öğretmen yani anne! Anne aileyi şekillendiren, eğitimi veren, toplumu meydana getiren asıl öğedir. Babayı yönlendiren yönetende aslında odur.Baba evde sadece çocukların disiplinini korumak için kullanılan araçtır. Hep annenin dediği olur.o düşünür ve yönlendirir. Siz öğretmeni alır müdür sandalyesine oturtursanız çocuklar, aile boşta kalır, öğrenciler yani aile dağılır.
EVLİLİK AKTİ Mİ?!
Medeni kanunda bile evliliğin adı ”evlilik akdi” oldu. Yani anlaşma! Elbette evlilik iki medeni insanın, iki ehil insanın anlaşarak hayatlarını birleştirme ve acılarını, sevinçlerini, varlıklarını ve yokluklarını, mahrumiyetlerini paylaşma anlaşmasınıdır.Boşanma sebeplerinden en çok kullanılanı nedir.”Ekonomik sıkıntılar ve Şiddetli geçimsizlik” Hani biz sıkıntılarımızı ve yokluklarımızı da paylaşacaktık; hem de “iyi günde ve kötü günde?!”
Eskiden evlilik iki yarının bir olmasıydı, şimdi birin ortaklık anlaşmasıyla iki olması yani iki ortağın bir işyerinde, birlikte ticaret yapması gibi iki ayrı cinsin bir evde bir araya gelmesi haline geldi. Çocuklar planlanır oldu. Tıpkı şirketin ileriye dönük planları gibi! Şirketin ortakları gibi ailenin bireyleri olmaktan çıktığınızda, ailenin parçaları olmaktan çıktığınız zaman karşılıklı saygı sevgi de böylece uçup gidiyor ne yazık ki!
MEDENİ KANUNDAKİ DEĞİŞİKLİKLER
2001’e kadar meri olan medeni kanunda; kadın erkeğin soyadını alırdı. Kadın eşinin ikamet ettiği yerde otururdu. Bey isterse hanımı çalışır istemezse çalışamazdı. Aile karı-koca ve çocuklardan meydana gelirdi. Şimdi aile eşlerden meydana geliyor. Yani aile toplumun bir birimi birim olduğu halde aile birim olmaktan çıktı tıpkı eş başkanlardan oluşmuş; başsız, koalisyon ortaklarının ortak alacakları kararlarla yönetilen bir insan topluluğu haline geldi. Bırakın bu gün eşler kendi başlarına mallarını tasarruf etme yetkisinden bile mahrum hale geldiler. Hâlbuki kadına yeni haklar verildiğini iddia ederken, kadın evinin hanımefendisi olma makamından alınıp, para kazanmak zorunda olan, ailesinin geçimine katkıda bulunmaya mahkûm! Fakat kazanılar paranın çoğunun; giyim, makyaj, okul ve kreşe gittiği için bitmeyen ekonomik sıkıntılar. Üstelik akşama kadar çalışıp gelen ve akşamları da ailesinin ihtiyaçlarını gidermeye çalışan ve gideremediği içinde eşi ile çatışan, stres topu anneler haline geldi.
ANNE ŞEFKATİNDEN MAHRUM ÇOCUKLAR
Ailede çocukların eğitimi annenin himayesinde iken; her iki eşte çalıştığı için eğitimsiz, anne şefkatinden ve eğitiminden mahrum kimliksiz, baba otoritesinden mahrum, kültürsüz, aile anlayışından ve hayattan kopuk çocuklar büyümeye başladı. Böylece bir nesli kaybettik. Milletin yapıtaşı aileyi kaybettik, bunla birlikte tabi olarak millet olma vasfımızı kaybettik.
Elbette ailenin ekonomik sorumluluğunun yarısını kadına yüklediğinizde; Allahın kadına vermediği sorumluluğu kadına yüklemiş oluyorsunuz. Hâlbuki bizim kültürümüzde ve dinimizce; ailenin maddi ihtiyaçlarının karşılanması erkeğin sorumluluğundadır. Allah bu sorumluluğu erkeğe yüklemiştir. Milletin ilk öğretmeni de annedir. Toplumun kültür değerlerini, inanç değerlerini ilk olarak milletin fertleri aile içinde anneden alır. Yani milleti yoğuran annedir. Anneyi bu büyük ve mübarek görevinden alıp, geçim derdini yüklediğinizde hem anneye hem çocuklara en büyük zulmü yapmış olursunuz.
AİLE OLMA HAKKIMIZ…
2001 yılında değiştirilen Medeni kanunun bazı badeleri ile biz, milletin en küçük biriminin aile olma vasfını elinden almakla; toplumdaki bu kargaşanın, kavgaların ve insanların ar damarlarını çatlatırcasına kavgaları sokaklara taşırdık. Evlerinde çözemedikleri sorunlarını sokaklara taşıdık. Ailenin karşılıklı saygısını ortadan kaldırdık ve evlerimizin hanımefendilerini, beyefendilerini stres topu haline getirdik ve patlayan bombalar haline geldiler.
Bu ülkede kadınları reklamlara malzeme yapmazdık. Okuyan kadınlarımız, kadınlara has mesleklerde çalışırlar ve hanımefendiliklerini korurlardı, sair çalışanlar ise köylerimizde erkekleri ile birlikte ve bütün bir aile tarla ve bahçelerimizde çalışırlardı. Bu durumda çocukların eğitimi anne-babanın yanında; geçmiş kültürümüzü geleceğe aktaran dede ve ninelerimiz devreye girerdi. Kış günlerinde çoğunlukla herkes evinde, hanesinde olduğu için sorun olmazdı.
KOLHOZLARDA ÇALIŞAN KADINLAR
Bu günlerde şehirlerin arterlerinde, çöp toplama işlerinde ve her türlü işte bizzat ev kadınlarının çalıştığı görüyoruz. Eskiden bu tür çalışmaları Sovyet ülkelerinde olduğunu sanırdık; daha doğrusu oralarda olurdu. Bu gün ne oldu da kadınlarımız kolhozlarda çalışan kadınlar gibi tek tip elbiseler ile ayak işlerinde ve ağır işlerde çalıştırılıyor(?!)
Şimdi kadına gerçek değerini vermiş, ekonomik hürriyetini kazandırmış mı oluyoruz?! Kadını hangi rütbe ile hangi makama terfi ettirmiş oluyoruz. Kadınlarımız şu anda Medeni Kanunun 185. ve davamı maddeleri ile hangi hakların sahibi olmuş oluyorlar? Devlet, Hükümet-iktidar; kadın ölümlerinin önüne geçmek istiyorsa, kadın kıyımının önüne geçmek istiyorsa yapılması gereken Alo 183 hatları kurmak yerine, aileyi korumanın ve kadını gerçek tahtına oturtmanın yoluna bakmalıdır. Bunun yolu da bellidir.
İLGİLİ HADİSLER VE AYETLER
Allah Resulü (SAV)’den aile ilgili bazı hadis-i şerifleri hatırlatalım.
Peygamberimiz (SAV) “ Çoluk çocuğunu, ailesini bırakıp kaçan kimse, efendisinden kaçan köle gibidir. Dönüp gelinceye kadar, kıldığı namaz, tuttuğu oruç kabul olunmaz. Ailesinin yanında iken onların hak ve hukukunu ihmal eden, gerekli maddi ve manevi alakayı göstermeyen kimsede; yine onları bırakıp, kaçar kişi gibidir.”
” Kişiye tekeffül ettiği kişiye bakmaması –haklarını ihmal etmesi- günah olarak yeter.”
“Yediğin zaman onu yedirirsin ve giydiğin zaman giydirirsin. Sakın yüzüne vurma. Ona ve yaptığı işlere çirkin deme, darılıp onu yalnız bırakma, ancak ev içinde muvakkat bir zaman için dargın durabilirsin.”
”Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onları dövmeyin, onlara çirkin demeyin, fena söz söylemeyin.”
” Dikkat edin; kadınlarınız üzeninde hakkınız vardır. Kadınlarınızın sizin üzerindeki hakkı, giyim ve yemek-içmelerini şereflerine münasip, bir süratte temin etmenizden ibarettir.” Kulun mizan-ı hasenatına en evvel konulan şey, eşine ve çocuklarına verdiği nafakadır.”
”İnsanların en fenası imkânı olduğu halde eşinin ve çocuklarının maişetini (geçimini) daraltan kimsedir.””Cenabı hak rızıkta genişlik ihsan ettikten sonra ehline nafakayı daraltan kimse, bizden değildir.”
Allah (CC); “ Eli geniş olan, elinin genişliğine göre nafaka versin. Eli dar olan kimse de, Allah’ın kendisine verdiği kadar nafaka versin. Allah ancak verdiği kadarı ile mükellef tutar. Allah güçlükten sonra kolaylık verir.”
Yine nisa suresinde;” İmkân ve varlıklarınıza uygun olarak oturduğunuz yerde kadınlarınızı oturtun Ve onlara örf âdetin gerektirdiği şekilde davranın.”Buyrulmuştur.
ÇOZÜM BELLİDİR.
Aile içinde kadını bu kadar koruyan ve kadına değer veren bir kültürün ve inancın mensuplarının temel alması gereken kurallar milli kültür ve inancının kuralları olması gerekirken; yapılan düzenlemelerle aile yapımız özünden uzaklaştırılmıştır; böylece Avrupa-i kültür yapısını aile hayatımıza adapte edivermişlerdir.
Bozulan aile yapımızı düzenlemek içinde; ailenin bir daha bir araya gelmesini önleyecek, aile birliğini kökünden bozacak sığınma evleri ile soruna çözüm aranmaktadır. Kazancına, gelirine, sığınma evlerine güvenen eşler bir süre sonra aile birliğini bozmaktan imtina etmezler. Nitekim etmiyorlar.
Çözüm ailenin fıtratına dönmektedir. Aile içersinde olan eyler arasındaki saygı ve sevgiyi, milli kültürümüzdeki aile yapımızı toplum hayatımıza adapte etmektir. Çözüm asıla yani aslına rücu etmektir.