BIRAK HOCAM BU TÜR İŞLERİ!

Bugünlerde bir sivil toplum örgütünün çalışmalarına aktif olarak destek veren, yaşına rağmen oldukça hareketli, çevresinde heyecan ve yaşama sevinci uyandıran Ayhan öğretmen, bir şairle öğrencilerini parkta buluşturmak zorunda kaldığını söylerken, yüzünden bir şeylerin sıkıntısını çektiği anlaşılıyordu. Öğrencilerinin, bir yazar veya şairle okulda buluşmasından daha doğal ne olabilirdi ki?.. Ama garipliğe bakın ki öğrenciler, bir sanatçı ile okulda buluşamıyor ancak parkta buluşabiliyordu. 

Olayın detayını merak eden Erçetin merakını gidermek için Ayhan Bey’den öğrencilerle neden parkta buluştuklarını ayrıntılarıyla anlatmasını rica etti. Bir öğretmen olarak, eğitim yöneticileri ile yaşadıkları olumsuzlukların ve özellikle öğrencilerini bir şairle okul yerine parkta buluşturmak zorunda kaldığı o günlerin sıkıntısı yüzüne yansıyan Ayhan öğretmen başladı anlatmaya. 

-90’lı yıllardı. Öğretmenliğimin en verimli yıllarıydı. Okulum, Ankara’nın başarılı okulları arasında sayılıyordu. Türkiye’nin tanıdığı, değer verdiği, sevdiği ve özellikle şairliği ile önde gelen bir sanat adamı ile dost olmanın getirdiği avantajı değerlendirmek istedim. Öğrencilerin; sanata ve sanatçıya olan ilgilerini pratiğe dökmenin, bir sanat insanı ile ilgili meraklarını gidermenin, sanata olan ilgilerini artırmanın ve hele Türkçe kitabında yer alan bir şiiri işlerken, onun şairi ile öğrencileri buluşturmanın çok önemli olduğunu düşünmüştüm. Bu düşüncemi hayata geçirmek üzere öğrencilerim, eşi Süheyla hanımefendi -Gazi Eğitimden hocam- ve Türkçe ders kitabında “Sivas Yollarında” şiirine yer verilen şair, yazar ve sanatçı dostum Cahit Kulebi ile buluşsunlar; genel olarak şiir ve özelde ise Türkçe kitabında yer alan bu şiiri üzerine sohbet etsinler istedim. Düşüncemi bir görüşmemizde Cahit Bey’e açtım ve bu konuda vakit ayırıp ayıramayacağını sordum. Eğitimin içinde bulunmuş, yıllarca da Bakanlık Müfettişliği yapmış olan şair dostum, bana öğrencilerle okulda buluşmak için konunun izin safhasının hâlledilmesini istedi. Bunun üzerine Türkçe öğretmeni olarak bu konudaki izin isteğimi okul müdürlüğüne bir dilekçe ile bildirdim. Dilekçemde, Cahit Kulebi’nin “Sivas Yollarında” isimli Türkçe kitabındaki şiirini işlerken, şairi sınıfa davet ederek dersi birlikte işlemenin mümkün olup olamayacağının tarafıma bildirilmesini istemiştim.  Aradan bir hafta geçtiği hâlde okul idaresinden dilekçeme bir cevap gelmeyince dilekçemin akıbetini okul müdürüne bizzat sordum. Okul Müdürü: “Biz bu konuda izin vermeye yetkili değiliz. Onun için dilekçeyi bir üst yazı ile okulumuzun bağlı bulunduğu İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü (MEM)’ne gönderdik ve oranın izin vermesini bekliyoruz.” dedi. Bunun üzerine ben, okulun yazdığı yazının tarih ve sayısını alıp ilçe MEM’e gittim. İlçe MEM’deki yetkililer, izin verme yetkisinin kendilerini aştığını onun için bir üst yazı ile dilekçeyi ve okulun yazısını il MEM’e gönderdiklerini söylediler. Ben de aynı şekilde ilçe MEM’in gönderdiği yazının tarih ve sayısını alarak il MEM’e gittim. İl’de konu ile ilgili Milli Eğitim Müdür Yardımcısına durumu anlattığımda Müdür Yardımcısı: “Haa… Şu” “Sivas Yollarında” şiirinin yazarının sınıfa davet edilmesi konusundaki dilekçe mi? Biz onu olumlu bulmuyoruz. Siz Ankara’da görev yapıyorsunuz. Sivas şiirinin Ankara ile ilgisi nedir de yazarını sınıfa davet ediyorsunuz? Kusura bakmayın bu konuya olumlu bakmıyoruz ve izin vermeyeceğiz. Olmaz hocam öyle, Sivas’la Ankara’da öğrenim gören çocuğun ne ilgisi var. Sonra her önüne gelen yok şair, yok yazar diye okullara bu insanları sokarsa ortalık toz duman olur. Siz derslerinizi yapın, ne yapacaksınız şairi okula getirip de… Çocuklar üstelik son sınıf öğrencileri imiş… Bir üst öğrenim kurumunun sınavına hazırlık yapsınlar. Bırak hocam bu tür işleri… Bunlarla bizi meşgul etmeyin!..” diyerek bir yığın cümleyle bana nasihatte bulundu. 

Erçetin,

-Sizin tepkiniz ne oldu?

Ayhan Bey,

-Tabi bu durum karşısında ben, nezaket kuralları çerçevesinde, normal bir öğretmenin göstereceği tepkiyi veren cümlelerimle amirime tepkimi gösterdim. Hatta şu cümleyi de kurduğumu hatırlıyorum. “Sayın müdürüm, ben okulun Türkçe öğretmeniyim. Türkçe ders kitabımızda yer alan “Sivas Yollarında” konulu şiirin Ankara ile ilgili olup olmaması değil, işin biz edebî yönüyle ilgiliyiz. Ben Cahit Bey’i, herhangi bir şair olduğu için değil, ders kitabımızda şiiri yer alan bir şair olduğu için, bu şiiri işleyeceğimiz derse davet etmek istiyorum. Şairimiz; şiirini sınıfta kendisi okusun, şiiri yazarken neler hissettiğini kendisi anlatsın, istiyorum. Öğrencilerim de bunları bizzat şairin ağzından dinlesinler, sorular sorsunlar, cevaplar alsınlar, istiyorum. Bu insanlar, yani şairler, yazarlar öyle ortalık yerlerde, sokaklarda yığınla gezen sıradan insanlar değiller. Bunlar özel insanlar. Öğrencilerim, bu özel insanların şairliklerinden, yazarlıklarından ilham alsınlar isterim. Bugüne kadar bir şairle bir yazarla karşılaşmayan çocuklar, böyle bir sohbeti ömürleri boyunca unutamaz. Belki alacakları bir kıvılcımla içlerinden, kim bilir, ne şairler, ne yazarlar çıkar bu çocukların…” diyerek müdür yardımcısını ikna etmeye çalıştımsa da başaramadım.

Erçetin,

-Müdür Yardımcısının, “Sivas Yollarında şiiri ile Ankara’da okuyan öğrencilerin ilgisi nedir?” sorusu çok ilginç… İşte size okuduğunu anlamayan nesillerden bir örnek… Ayhan Bey, merak ettim sonra neler oldu?

-İzin dilekçeme olumsuz cevap alışımın üzerinden yaklaşık bir ay geçmişti. O arada ilimize yeni bir Millî Eğitim Müdürü atanmıştı. Yeni İl Millî Eğitim Müdürü, bütün branş öğretmenleri ile ayrı ayrı toplantılar yaparak öğretmenlerin sorunlarını dinliyordu. Türkçe öğretmenleri ile yaptığı toplantıda konuşmasının bir yerinde öğrencileri sanatçılarla, şairlerle ve yazarlarla buluşturmanın önemine işaret eden bir cümle kurdu. Ardından, çocuklara şiiri sevdirmemizi, onları şairlerle tanıştırmamızı, şairler yetiştirmemizi söyleyerek Mehmet Emin Yurdakul’u örnek gösterdi ve onun, “Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet/ Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir” dizelerini okudu. Bunun üzerine, ben bulunduğum yerden el kaldırarak söz aldım. “Biz de aynen öyle yapmak istiyoruz ama izin vermiyorsunuz!” diyerek yaşadığım olayı kısaca anlattım. Millî Eğitim Müdürü, “Orada bir yanlış anlaşılma olmuş. Şairlerle, yazarlarla ve bilim insanları ile öğrencileri buluşturma konusuna izin vermeme diye bir şey olmaz, olamaz. Biz öğrencilerimizi onlara model olacak bilim ve sanat insanları ile buluşturmak istiyoruz. Bu konu çok önemli ve herkesin de önemsemesini istiyorum. Toplantı sonunda gelin de konuyu görüşelim.” dedi. Toplantı sona erdiğinde yanına gittim ve konunun detayını anlattım. Bunun üzerine Millî Eğitim Müdürü bana: “O müdür yardımcısına gidin ve benim gönderdiğimi söyleyerek izin yazısını elden size vermesini söyleyin. Bunun benim talimatım olduğunu bildirin.” dedi. Bunun üzerine aynı gün Millî Eğitim Müdür yardımcısına gittim ve İl Millî Eğitim Müdürü ile görüştüğümü söyleyerek Müdürün talimatını ilettim. Milli Eğitim Müdür Yardımcısı, emir gereği olumlu bir yanıt vermek yerine bana: “Biz, sizin o dilekçenize olumsuz yanıt vermişiz, şimdi aynı dilekçeye farklı bir yanıt veremeyiz. Siz okula yeniden dilekçe verin ve o dilekçe ilçe yoluyla bize gelsin. Biz ona tekrar yanıt verelim.” dedi. Ardından da; “Ben bu konuya sıcak bakmıyorum. Türkçe öğretmenleri şairleri, resim öğretmenleri ressamları, müzik öğretmenleri bestecileri derse sokmaya kalkarsa okulların hâli ne olur? Ortalık tozdan dumandan geçilmez. Yok, Şair getirip çocuklarla görüştürmek, yok bilim adamı getirmek… Geçin bunları hocam! Siz müfredatı bitirmeye bakın ve çocukları üniversiteye hazırlayın! Ben Müdür Beyle bu konuyu görüşeceğim ve çekincelerimi anlatacağım… Dilekçeniz gelince Sayın Müdürümüzün imzası ile cevabını yazarız.”  diye ekledi.

Erçetin,

– Millî Eğitim Müdürünün talimatı yerine gelmedi ve sizi başından savdı…

Ayhan Bey,

-Evet… Ben tabi döndüm geldim ve Millî Eğitim Müdürüne konuyu aynen arz ettim. Yardımcınız sizin emrinizi yerine getirmiyor diyerek şikâyetimi bildirdim. Tabi Müdür Bey, talimatının yerine getirilmeyişinden duyduğu mahcubiyeti yüzüne yansımış vaziyette bana; “Tamam, anlaşıldı Hocam! Şimdi siz gidin okulunuzdan izin isteğinizi bildiren dilekçenizi bize gönderin… Ben konuyla ilgileneceğim, merak etmeyin!” diyerek beni gönderdi.

Erçetin,

-Okula yeniden dilekçe mi verdiniz?

Ayhan Bey,

-Evet, yeniden okula dilekçe verdim. Okul, İlçe Millî Eğitim Müdürlüğüne, İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü de İl Millî Eğitim Müdürlüğüne izin istek yazısını gönderdi. Tabi haftalar geçti bizim dilekçeye cevap gelmedi.

Erçetin,

-Peki, müfredat gereği “Sivas Yollarında” şiiri işlemiş olmanız gerekir…

Ayhan Bey,

-Tabi işin o boyutu da var. Ben izin konusunda umudumu kesmiştim ve dostum olan Şaire durumu anlattım. Bunun üzerine Cahit Beyle birlikte öğrencilerle buluşmak üzere bir çözüm ürettik. Parkta buluşacaktık. 

Erçetin,

-Anadolu’da güzel bir söz dolaşır, “Avcı nece yol bilir, tavşan onca yol bilir.”diye… 

Ayhan Bey,

-Evet, aynen öyle… Öğrencilere bu izin durumunu anlatarak Şairle okulumuzun yakınındaki parkta buluşacağımızı söyledim. Bir hafta sonu Cahit Bey ve öğrencilerimiz parkta buluşmak üzere sözleştik. Üç şubenin bütün öğrencilerini şairimizle okul yerine parkta buluşturdum. Gerek öğrenciler gerekse dostum Şair Cahit Bey bu buluşmadan büyük keyif aldılar. Öğrenciler, merak ettikleri hususları doğrudan Şaire sordular. O da bu soruları içtenlikle cevaplandırdı. “Sivas Yollarında” şiirini kendi sesinden dinledik ve o şiiri yazarken yaşadığı duygu yoğunluğunu, şiirin hikâyesini (arka planı) öğrencilerimizle paylaştı. Öğrenciler, Şair Cahit Bey’i pür dikkat dinlediler. Şiirin hikâyesini Şairin kendisinden dinlemek ayrı bir zenginlik kattı sohbete. Hatta parkta bu durumu gören vatandaşlardan bazıları, Şairi ve öğrencilerin sorularını merak ederek sohbete katılanlar oldu. Cahit Bey konuşmasının bir yerinde; “Gördüğüm ve izlediğim kadarıyla, öğrenci, öğretmen ve velilerin -eğitimin tüm paydaşlarının- okulla ilgili ciddi sorunları ve kaygıları bulunuyor. Okullar, çevreye yaşama sevinci, yaşam zenginliği katmalı. Okullarımız, insanımıza kitap okuma alışkanlığı ve birlikte yaşama ahlakı (etiği), işbirliği hâlinde üretme, dayanışma ve paylaşma anlayışı kazandırmalıdır. Öğrenci, veli, öğretmen herkes hem sistem anarşisi, eşitsizlik ve adaletsizliklerle hem de sınav derdiyle uğraşıyor. Okullarımızda ve üniversitelerimizde gençler keşif yapma, özgür olarak sanatla (resim, müzik, şiir, nesir vb.) uğraşma, araştırma, sorgulama, bilim yapma zevkini tatmalıdırlar. Ancak bu şekilde Atatürk’ün gösterdiği “Muasır medeniyetler seviyesine çıkma.” hedefinde başarıyı yakalayabiliriz. Eğitimi sadece meslek kazanma ve işe girme aracı olarak görmemeliyiz.” dedi. Bu ifadeleri bana oldukça manidar geldi. Aynı şekilde, çevre kirliliği,  trafik terörü gibi hayata doğrudan dokunan konulara da kısa kısa değinen Şairimizin, öğrenciler tarafından merak ve heyecanla soru yağmuruna tutulduğunu görmek bir öğretmen olarak beni son derece memnun etti… 

Erçetin,

-Okul yöneticilerinden biri ya da öğrencilerin şairlerle buluşmasına sıcak bakmadığını söyleyen Millî Eğitim Müdür Yardımcısı da olsaydı yanınızda daha iyi olurdu. En azından bir şairin öğrenci yemediğini(!) görürlerdi. 

Ayhan öğretmen, bu söze gülümsedi ardından;

– Keşke, öğrencilerimizi şairimizle okulumuzda buluşturabilmiş olsaydık. Her şey daha derli toplu ve bütün öğrencilerin katılımıyla daha verimli bir buluşma ve sohbet gerçekleşir, okulda öğrenme ortamı daha bir zenginleşirdi.  Ancak ufuksuz, niteliksiz ve basiretsiz eğitim yöneticilerinin yüzünden bu mümkün olmadı, olamadı. Şairimizle parkta buluşmamızın üzerinden bir hafta gibi bir süre geçmişti ki okula verdiğim ikinci izin dilekçeme cevap geldi. İl Millî Eğitim Müdürü’nün imzası olan yazıda isteğime olumlu cevap verilmişti. Öğrencilerin; şair, yazar ve bilim insanları ile okulda buluşmalarına iznin verildiği, okul idaresince tarafıma bildirilmişti. 

Emekli öğretmen Ayhan Bey anlattıklarında sanki o anları yaşayarak olaya ne kadar üzüldüğünü belli ediyordu…

Olayı hayretle dinleyen Erçetin ise günlüğüne bu olayla ilgili düşeceği notu için şu cümleleri kuruyordu kafasından: “Bütün bu yaşananlar karşısında insan; eğitim yöneticileri arasında bu denli ufuksuz, yetersiz ve niteliksiz kişilerin olmasının öğrenciler, öğretmenler ve veliler için ne büyük bir talihsizlik olduğunu düşünmeden edemiyor. Böyle gölgesinden korkan, pimpirikli, okuduğunu anlamayan okul müdürü, ilçe ve il eğitim yöneticileri ile bu ülke gelişmiş ülkelerle ve hatta dünya ile yarışacak nesilleri nasıl yetiştirecek? Bu sorunun cevabını ben bilmiyorum, bilen de varsa susmasın, söylesin!”

 

Yorum Yapın

Navigate