BİR SORUŞTURMANIN ARDINDAN

Her kamu kurumunda olduğu gibi eğitim kurumunda da yöneticilerin kararlarını kayıtlayan, bir başka deyişle sınırlandıran kurallar vardır. Bu kurallar başta kanunlar, ilgili yönetmelikler, yönergeler ve genelgelerden müteşekkildir. Tabi bunlar yazılı olanlar. Bir de yazılı olmayan içinde bulunulan toplumun genel ahlak ve adaba uygun kuralları söz konusudur. Bu yönüyle düşünüldüğünde bir okulun yöneticisi eğitimle ilgili olarak okulda planladığı bir uygulamayı başlatmadan önce kendisine bu yetkiyi veren mevzuata bakar. Bir engel yoksa, öğrenci ve öğretmene sağlayacağı fayda varsa kararını verir ve uygulamayı başlatır. 

  1. Mustafa B. Anadolu Lisesinin müdürü Hakan Bey de böyle yaptı. Okulda önce öğrencilerin kılık kıyafeti konusunda velilere de danışarak okul formasını belirledi. Çoğunluğun onayladığı ve beğendiği renklerden seçtiği okul forması okulun açıldığı ilk gün bahçede çiçek gibi dolaşan öğrencilere çok yakışmış ve herkesin takdirini toplamıştı. Okul Müdürü Hakan Bey okulun her bir metrekaresini eğitimin hizmetine sunmak için yaptığı planını bir bir uygulayarak hem velilerin hem de öğrencilerin sevgi ve saygısını kazanmıştı.

Okulun koridorlarını, sınıfların duvarlarını gören herkes “Evet burası gerçekten bir eğitim yuvası.” diyordu. Çünkü her bir alan boş bırakılmamış eğitim amaçlı donatılmıştı. Açıkçası baktığınız her yer eğitim adına yüklenmiş mesajlarla doluydu. Hatta sığınak olarak belirlenmiş olan bodrum şark köşesi dahil öyle bir dizayn edilmişti ki bir sığınak değil bir yaşam alanı olmuştu. Zaman zaman öğretmenler gelip sığınakta ders hazırlığı yapıyorlardı. Sığınak olarak işaretlenmiş olan bu yer oraya girenlerin içinde bir ferahlık, bir rahatlık hissettikleri mekan olmuştu. Burası öğrencilerin, öğretmenlerin birlikte oturdukları, dili, kültürü, aktüel filmleri tartıştıkları bir yerdi. Şairlerin mısraları bu mekanda anlam buluyor ve öğrenciler Nazım’ı, Necip Fazıl’ı, Yahya Kemal’i, Cahit Zarifoğlu’nu bu mekanda konuşuyorlar ve medeni bir ortamda tartışıyorlardı. Aynı şekilde Yaşar Kemaller, Peyami Safalar, Yakup Kadriler, Kemal Tahirler ve günümüz romancıları yine bu yerde sohbetlerin konusu oluyordu. Hakan Bey her seferinde, “İyisiyle kötüsüyle bunların hepsi bizim ve hepsi bizim gelecek kuşaklara taşıyacağımız emanetlerdir.” diyordu.

Tabi Hakan Bey bunları yaparken tek düşüncesi vardı, öğretmenlerine ve geleceğin inşasını üstlenecek öğrencilerine hem bir rol model olmak hem de okul denen bu eğitim ortamını, hayattan koparmadan, hayattan soyutlamadan, hayatın bir parçası olarak bir yaşam alanı olarak tanzim etmek istiyordu. İstiyordu ki gençler, edebiyatta, sanatta, bilimde Nobel ödülü olmasa bile ülke çapında ve uluslararası boyutta eserler ortaya koyacak bir ufuk kazansınlar. Millî ve milletler arası camiada ay yıldızlı bayrağımızı göndere çektirsinler ve İstiklal Marşımızı bütün dünyaya duyursunlar. Kim istemez ki?  İşte Müdür Hakan Bey’in gelecekle ilgili böyle hayalleri vardı.

Hakan Bey, bu düşünce ve hayaller dünyasında sadece dolaşmakla kalmıyor, bizatihi öğretmenleri ile el ele vermiş, bir taraftan Erasmus projeleri ile Avrupa Birliği ülkelerine öğrencilerini götürüyor, diğer taraftan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde ve Kazakistan’da anlaştığı okullarla kardeş okul uygulaması çerçevesinde Türk dünyası ile ilişkilerini canlı tutmaya çalışıyordu. 

Bu hayallerinin ve projelerinin yanında gençlere yardımseverlik duygusunu da öğrenmeleri için önderlik yapıyordu Hakan Bey. Onun bu yaklaşımı, insan sevgisini gönüllerden taşırmış, hayvan ve bitki sevgisine yer bulmuştu öğrencilerin gönlünde. Okul bahçesinde güller, çiçekler ve de çiçeklerde böcekler hayat bulmuş, bunların bakımını da öğrenciler üstlenmişti. Bahçe rengârenk güller ve çiçeklerle bezenmişti. Bin küsur öğrencinin bulunduğu okulda bir tek çiçek, bir tek gül koparılmıyordu dalından. Yine bir arabanın çarptığı ve arka bacakları ezilen kediye sahip çıkarak okul bahçesinde yaptırdıkları kulübede besledikleri kedi, çocuklar sayesinde hayata tutunmuş ve okulun maskotu olmuştu. Bu bir yaşam şekli, merhametin dışa vurumu, yardımseverliğin ve çevreye duyarlılığın göstergesiydi.

Hele çocukların kendi aralarında kurdukları kulüplerin sosyal içerikli faaliyetleri oldukça ses getiriyordu çevrede. Bu çalışmalardan biri olan Filistinli çocuklar için açtıkları kampanya dillere destan olmuştu. Tabi Filistin’e gitmeden önce bulundukları şehirde kenar mahallede bulunan Şerefli İlkokuluna yaptıkları kitap bağışı çocukların yardım etmekten tattıkları bir başka mutluluktu. Bütün bunlar çocukların hayata dokunarak öğrenmelerinin yol ve yöntemiydi. Çocuklar dokunmadan hayatı başka türlü nasıl öğreneceklerdi. Yardımseverlik bir gönle dokunmaktı. Öğrenci yardım etme duygusunu tatmadan ve o iç huzuru duymadan, hissetmeden nasıl öğrenecekti. O tertemiz, güzel kalplerine iyilik yapma isteği, hevesi de böylece düşecek ve ömür boyu bunu taşıyacaklardı.

Hakan Bey, her bayrak töreninde 3-5 dakika da olsa öğrencilerle ve öğretmenleri ile sohbet etme fırsatını hiç kaçırmıyordu. Mutlaka hayati bir konu buluyor ve o konuyu bayrak töreninde öğrenci ve öğretmenleriyle paylaşıyorlardı. Onun için herkes, bu bayrak törenlerinde “Hakan Bey bugün hangi konuda konuşma yapacak?” diye merak ediyor ve dinlemeye can atıyordu. 

Bugün günlerden Cuma ve yine bayrak töreni var. Hakan Bey İstiklal Marşı okunmadan önce mikrofonu aldı. Bugün yine kısa bir sohbet konusu ayarlamıştı. Öğrencileri, yardımseverlik örneği sergileyen günümüz insanlarından haberdar etmeyi düşünmüştü. Dilek Livaneli’nin Samsun’da yaptıklarından bahsetti.  Günümüzde ırkçılığın, ötekileştirmenin ve de azgın kapitalist batı kültürünün öldürmeye çalıştığı yardım severliğe meydan okuyan ve gönüllü olarak Afrika’da – Etyopya’da doktor olarak görev yapan Banu ÇİFTÇİ’nin tedavi ettiği insanları, ekmeğini oradaki çocuklarla paylaşmasını ve hayata dokunan çalışmalarını anlattı. Mesleğini severek yapan insanların dünyada neleri değiştirebileceklerinin örnekleridir, Dilek Livaneli ve Dr. Banu ÇİFTÇİ derken, neden gelecekte M. Mustafa B. Lisesinin mezunlarından da böyle güzel insanlar, güzel örnekler çıkmasın? Neden Sizlerin de hayallerinizde, en yakın komşunuzdan başlayarak, binlerce kilometre uzaktaki bir Türk Devleti, Afrika’daki Çad, Nijerya gibi ülkelerde yaşayan insanların sıkıntılarına çare olmak olmasın? Sorusunu da ilave ederek herkese iyi bir hafta sonu geçirmelerini diledi.

…….

Bugün haftanın ilk günü ve okul müdürü Hakan Bey’in beklenmedik bir misafiri var. Maarif Müfettişi Nail HAKYEMEZ(*), elinde bir dosya ile Hakan Bey’e okulda bulunuşunun veya eskilerin deyimi ile sebeb-i ziyaretinin gerekçesini anlatıyor. İsimsiz bir dilekçe ile Okul Müdürü Hakan Bey, okulda disiplin adına insanları ve öğrencileri zorlayan bazı uygulamalar içinde olduğu konusunda şikâyet ediliyor.

Nail Bey yılların Maarif Müfettişi olduğu için böyle bir şikâyet konusunun, okulun paydaşlarını dinleyerek somutlaştırılmasını sağlayacağı müstakil bir oda tahsis etmesini istiyor Hakan Bey’den. Ve her ne söyleyecek olsa, mutlaka ilk giriş cümlesi “Ben burada Sayın Bakanı temsilen bulunuyorum.” oluyor. Bu durumu önce yadırgamayan Hakan Bey daha sonra HAKYEMEZ’in bu ifadesinden rahatsız olmaya başlıyor. Zira sürekli vurgu “…Sayın Bakanı temsilen bulunuyorum.” üzerine olunca Hakan Bey üçüncü günün sonunda aynı ifadeyi kullanan Sayın HAKYEMEZ’e patlıyor adeta. “Beyefendi, Siz burada Sayın Bakanı temsilen bulunuyorsunuz da biz kimi temsilen bulunuyoruz okul müdürü olarak. Biz burada Roma’yı temsilen mi bulunuyoruz?” diyor. Hakan Beyin odasındaki bu konuşma bir anda havayı geriyor. Ve ipler kopuyor Müdür Hakan Beyle müfettiş HAKYEMEZ arasında. HAKYEMEZ hiçbir şey söylemeden odadan ayrılıyor.

…..

Müfettiş HAKYEMEZ öğrencileri, velileri ve öğretmenleri şikâyet konusu ile ilgili olarak dinlemiş ve gerekli notlarını almış, tutanaklarını tanzim etmiştir. Hakyemez, son gün okul müdürü olarak, kendisine tahsis edilen odaya Hakan Beyi davet eder. Malum soruları yöneltir, cevaplarını alır ve bilgisayarda yazmış olduğu tutanağı imzalaması için Hakan Bey’e uzatır. Evet, Hakan Bey verdiği cevapları, okulda olan biteni bir bir anlattığı tutanağı imzalar. Aynı zamanda okul yönetimi olarak geçmişte yaptıklarını ve geleceğe ilişkin de düşündüklerini tutanağa işletmiştir. 

Müfettiş HAKYEMEZ soruşturmasını bitirir ve okuldan ayrılır. Aradan bir hafta geçmiştir ve Müfettiş HAKYEMEZ okul müdürü Hakan Beyi arayarak şu itirafta bulunur. “Okulunda gerek eğitim-öğretim gerekse okul paydaşlarının okulla ilgili düşünceleri çok iyi. Öğrenciler okulu seviyor, öğretmen ve veliler aynı şekilde. Okulun her tarafını gezdim. Gerçekten gördüğüm en iyi okullardan birisi. Sizi bu açıdan kutluyorum. Ama yine de size ceza teklif edeceğim Hakan Bey. Bunun gerekçesini bana sormayın. Cezanız makam tarafından onaylanınca size tebliğ edilecek nasıl olsa. O zaman görürsünüz.” diyerek telefonu kapatır. 

Hakan Bey okulunda, müfettiş gözüyle her şeyin güzel seyretmesine sevinse mi, yoksa kendisine ceza teklif edilmesine üzülse mi? Bu ikilemi yaşar bir anda. Bir arkadaşının sık sık söylediği bir sözünü hatırlar. “Kamu yönetiminde iyi yapılan her işin mutlaka bir karşılığı vardır. Bu o işi yapana bazen takdir, bazen ceza olarak yansır.” Hakan Bey, yaptığı iyi işleri düşünerek “la havle” çeker, ardından yarım bıraktığı “Prof. Dr. Fuat SEZGİN” ile ilgili kitabını okumaya devam eder…

(*) Müstear isim.

 

Yorum Yapın

Navigate