Dualarımda Yaratan’ıma havale ettiğim dileklerimi sıralamaya kalksam sonu-nu getiremem. Dileklerimin başında yer alanlarla başlamak istiyorum. Ellerimi açıp; Allah’ıma yönelip, sığındıktan ve kutlu Resul’e salât ve salâvatımdan hemen sonra şu iki arzum dilimden dökülür: “Allah’ım devletime dirlik ve düzenlik, milletime birlik ve bütünlük ihsan eyle” derim. Hemen ardından da dedemin ve babamın her dualarında tekrar ettikleri; “Allah kahraman ordumuzu denizde, karada ve havada mansur ve muzaffer eylesin” duasını ben de tekrarlarım. Arkasından diğer dileklerimi sıralarım. Sancılı zamanlarda anam sancılanmış, ızdırabının yoğunluğunu kendisinin bildiği ağrılar içerisinde beni dünyaya getirmiş. Bebekliğimin ve çocukluğumun ceremesini rahmetli anam ve rahmetli babamın hangi ahval içerisinde çektiklerini net olarak bilemiyorum. Ancak gençliğimin sancılı dönemlerde geçtiğini biliyor, geleceğin kaygısını hep çektiğimi ifade etmek istiyorum. Dört mevsimin bir anda görülebildiği, envai güzelliklerin var olduğu vatanımda hep sevgiyi, barışı, kardeşliği arzuladım. Ancak kendimi bildiğim günden beri hep kavgaların tanığı, darbelerin mağduru oldum. Huzurlu günlerin hasretini çekerken, sevginin yoğunluğunun yaşanacağı bayramlara heveslenirken; şehit haberleri, cenaze merasimleri ile matem yaşları akıttım. Niye!!!?
Düşündüm, düşündüm, kendi kendime dedim ki; bizim ve bütün insanlığın atası Hz. Adem’in birinci nesil evlatlarından bu tarafa insanoğlu kavga içerisinde. O günden bugüne sen ben, iyi kötü, hak batıl kavgaları sürüp, gelmiş. İnsanlarını kimileri zulmüyle, kimileri adaletiyle geçip gitmiş. Tarihte layık olduğu yerini almış. Yine dedim ki; ata yurttan kopup gelen atalarımın ana yurtta kök salmaları öyle kolay olmamış. Zalimin karşısına dağ gibi dikilen, mazlumu şefkat kanatlarının altında barındıran atalarım alperen olmuşlar. Kavganın dışında kalmamışlar. Ancak kavgalarını yaşatmak için yapmışlar. Üç hilalin, ay-yıldızın altında niyetleri ilâ-i kelimetullâh olmuş.
“İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” demişler. Yaşatmak için yaşamışlar, yaşatmak için vuruşmuşlar, yaşatmak için barışmışlar. Moğol barbarlarına karşı bedenleri set, Bizans bağnazlarına karşı İstanbul murat olmuş. Kuru cihangirlik için değil; ilâ-i kelimatullâh için doğuya, güneye yavuz; batıya, kuzeye yıldırım; batıla ise muhteşem olmuşlar. Oluk oluk kan akıtarak, çekinmeden can vererek bu topraklara pençelerini daldırmışlar. Bu topraklar öyle kolaylıkla bize vatan olmamış. Onun için şair:
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır;
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır” demiş. Bu topraklar mübarek topraklar. Bu toprakların derinliklerine dedemin kanı, ninemin gözyaşları süzülmüş. Bu topraklarda anam babama gelin gelmiş. Bu topraklarda türkülerim çağrılmış. Bu topraklarda ağıtlarım yankılanmış. Bu topraklarda destanlarım yaşanmış…
Bu topraklarda rahat bırakılmayacağımızı da biliyoruz. Bu toprakları bize mezar etmeye çalışan nice bahtsızlar çıktı. Mertlikle emellerine varamayan mendeburlar, namertliği ellerinden bırakmadılar. Bırakmayacaklar da! Öyleyse kendimizi bilmeliyiz. Kendimize gelmeliyiz. Kendimiz olarak yaşamalı, kendimiz olarak yarınlarda var olmalıyız. Nasıl olacak? Yeniden dedemin duasına dönelim.
Güçlü millet, güçlü devlet, güçlü ordu. Milletimiz; vatanı ana, devleti baba, orduyu da peygamber ocağı kabul etmiştir. Onun için dedelerimiz, ninelerimiz, babalarımız, analarımız dualarında : “Allah devlete, millete zeval vermesin; peygamber ocağı olan ordumuzu denizde, karada, havada mansur ve muzaffer eylesin. Askerimizi, polisimizi görünür, görünmez kazadan, beladan korusun. İlelebet ezanımız susmasın, ay-yıldızlı bayrağımız semalarımızın süsü olsun…” şeklinde dua ederler. Elleri havada, gözleri ışıl ışıl, gönülleri coşkulu; huşu ve teslimiyet içinde yapılan bu dualar Yaratan’ın katında elbet makbul. Ama yeterli değil. Yaradan da yeterli olmadığını söylüyor. Dil ile ifade edilenin ameli hâle gelmesini emrediyor. Manevi duaların fiili dualarla perçinlenmesini makbul sayıyor. Öyleyse ne yapmalıyız?
En başta insan olduğumuzu bilmeliyiz. Sorumlu olduğumuzu hatırlamalıyız. “Eşref-i mahlûkat” olduğumuzu, şerefli olmanın gereğini yerine getirmekle mükellef olduğumuzu aklımızdan çıkarmamalıyız. Al bayrağımızın altında anavatanımızda yaşayan insanların kardeş olduğu bilinciyle, onları sevmeliyiz. Birbirimizi bağrımıza basmalıyız. Çünkü; biz birbirimize perçinlenmişiz. Birbirimizin ayrılmaz parçalarıyız. Allah’ımız bir, peygamberimiz bir, kitabımız bir, tarihimiz bir, kültürümüz bir, Medeniyetimiz bir…Adımız aynı, muradımız aynı…Aynı havayı teneffüs eder, aynı yolları adımlar, aynı türküleri çığırırız. Nişanımız, düğünümüz aynı; bayramımız, seyranımız aynı. Bayramlarda kucaklaşır; aynı coşkuyu, aynı sevinci yaşarız. Musallada aynı safta birleşiriz, birlikte gözyaşı akıtırız. Biz buyuz yahu!!!! Biz biriz, biz bütünüz!….
Bizi etnik ayrıma, mezhep ayrımına tabi tutanlar bizim kaşımıza, gözümüze hayran değiller. Dün Arap’lara “Türk baban da olsa öldür!” diyenler, Türk’lere “Ne Şamın şekeri, ne Arap’ın pis yüzü!” söylemini ezberletmeye çalışanlardır. Aldanmayalım; geleceğimizi geçmişimizde görelim, günümüzü öyle inşa etmeye çalışalım. Atalarımız, dedelerimiz; Mohaç’ta, Malazgirt’te, Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Sakarya’da, Dumlupınar’da omuz omuza oldular. Birlikte gaza yaptılar, birlikte zafer kazandılar. Birlikte hezimeti yaşadı, birlikte göğüslerini paraladılar. Allahuekber Dağları’nda karın, buzun altında birlikte dondular, Çanakkale’de bombardıman ateşinin altında birlikte yandılar. Şimdi Allahuekber Dağları’nda, Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Aziziye’de ve diğer şehitliklerimizde yan yana, koyun koyuna, müsterih olarak uyumaktalar. Onların ruhlarını incitmeyelim! Kemiklerini sızlatmayalım!
Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü; Sünni, alevi…hepimiz ay-yıldızlı bayrağımızın altında, bu topraklarda yaşamaya mecburuz. Birbirimize mecburuz. Farklı düşüncelerimiz, farklı bakış açılarımız olabilir. Farklılıklarımız; eksikliklerimizi giderme, güzelliklerimizi paylaşmaya yönelik olmalıdır. Beş parmak farklı olmasına rağmen bir ele, bir kola bağlı. Biz de her şeyimizle birbirimize bağlıyız. Birlik, bütünlük içerisinde birbirimizi mutlu, Türkiye’mizi gülistan etmeliyiz. Başka Türkiye yok!