DÜNÜ BİLME, ANI DOĞRU YAŞAMA, YARINA PROJE ÜRETME, MİLLET DAVASININ ASLIDIR

 

Cemaat ve tarikatların, aklı firar ettiren yapısı, ilimsizliği, toplumun var olan hastalık yüküne yük kattığını önceki yazılarımda işlemiştim. Bu yazımda da bu güdük yapının oy deposuna dönüştürücüsü, sahte seçimleriyle milli iradeyi zayi eden politik akıl ve kurumların birikimsizliğini (teşkilatsızlığını), tepkiselliğini, konjonktürün boşluklarından bir anda fışkırıp teşekkül ettiğini birazıyla izaha çalışacağım. Hükmetme ihtirası büyük, hazırlıksız ve birikimsiz, kafası küçük bu politika cambazlarının gerçeğini konunun bir ilavesi, devamı olarak arz etmek istedim. Çünkü bunlar, biri birini besleyen yapılardır.

Ülkemizde akıl, siyaset, kültür, ticari hayat, eğitim, adalet; ehliyet ve stratejiden uzak olmaktan dolayı tıkandı. Umut yok. Önümüz tıkalı. Mevcutlarla beraber öncekilerin hepsi iktidar erkini keyfileştirdiler, sorun çözmediler, çarelerin takozu ve akan hayatın kör tapası oldular!

Biliriz ki idari ve siyasi mesulün mallar ve hizmetler üzerinde adaletten ayrılmadan tasarruf hakkı vardır. Ama keyfiyet hakkı yoktur! Yaptıklarının hesabını milletine, yanlışların hesabını adalet kurumlarına verme sorumluluğu vardır. (Örneğini görmesek de!) Devlet arabası siyaset kaptanlığıyla yol alır. Devlet erkinin siyaset düzeyi, toplumun bilgi düzeyini aksettirir. Bunun tersi de doğrudur. Toplumun bilgi düzeyi, devletin siyaset düzeyidir. Kâmil izahıyla “Nasılsanız, öyle idare edilirsiniz.” Bu ifade bizi düşündürmeli ve uyandırmalı!

Kendimize dönmek, donanımımızı hakka uygun kılmak gerekiyor.

Müşkülleri çözmek, toplumsal hayatı güzelleştirmek için devlet erki ve kurumları gerekli. Devlet; organize olabilmiş kurum ve insanların kuvvet, kudret düzeyidir. Çözüm ve çare bulma düzeneğidir. Tecrübedir, akıldır, birikimdir, tabip eldir. Devletsiz olmak; hürriyetsiz, milletsiz, vatansız olmaktır. Milletine dayanmayan, onun hayatıyla alakadar olmayan devlet kurumları, hevâ ve ihtiras sahiplerinin işgaline uğramıştır. Yönetim erki hastadır artık ve tedavisi de milletsiz olmaz. Devletin bekası ve milletin refah ve huzuru olmayanın insanlığı teşekkül etmemiştir denebilir. Böyle bir varlığın milletin geleceği için hiçbir kıymeti yoktur.

Devlet meselesi, hayat-memat meselesidir. Millet kalma ideali, devletine güç katma, geçmişi gelecek ufkuyla harmanlayıp irade olma çaba ve sorumluluğudur. Devletine sahip çıkanların fikirleri gibi, hedefleri de açık olur. Resmi-sivil bütün kurum-kuruluşlar, meşruiyetten ayrılamaz. Devlet; akılla, adaletle, tecrübeyle, ilimle değer kazanır, eli iş görür. Toplumlar; vasıflı insanlardan oluşan kadrolarla ve lokomotif unsur olarak, demokratik siyasetle idare edilirse huzura erer. Bunun için gerçek siyaset, algıyla feraseti bağlanmışların reyden değil, savunduğu dava ve fikirden gücünü alır. İyiyi bilme, bulma, doğruyu söyleme, eksiği giderme, idarelerin vazgeçilmezi olmalı. İyi yönetme-yönetilme varsa devlet vardır. Devlet için siyasi erk, baş kurumdur. Siyaset, devletin diğer kurumlarını amaçta birleştirerek uzuvları tam beden haline getirir. Diğer uzuvlar (kurumlar), başın iradesine uyarsa sıhhatli bir vücuda dönüşür. Aksi durum, kaostur.

Demek ki devletimize yardım için, yetişmiş insan, millet kurumlarını tamir ve tedavi edebilecek (ıslah) teşkilat ehliyeti olan devlet adamı gerekli. Teşkilatçı; milleti için beyindir, kaptandır, komutandır! Teşkilat da cemiyet de milletin bekası için Hakkın hâkimiyetini tesis amaçlı kurulur. Milletinin hayrı için bir araya gelip mücadele edecekler anlamlı topluluk olurlar, teşkilat oluştururlar, cemiyet olur. Cemiyet, millet nüvesidir.

Bu nedenle teşkilatlı hareket etmek, her insan ve Müslümanın temel görevi. İnanç, fikir, karar, hareket ve program birli teşkilatla sağlanır. Hareket ve düşünce ayrılığı; parçalanmayı, kuvvet ayrılıklarını doğurur. Peki Millet Mücadelesinin zafer şartları nelerdir ki teşkilat onu başarsın? Bunları tahsil etmeksizin yol gitmek mümkün olmaz herhalde. Hüsran kaçınılmaz olur, yalancı baharlar, varlığı tehlikeye düşürür. Belirsizlik, korkuyu artırır, çözülürüz. Lüzumsuzla meşgul olur, lüzumluyu terk ederiz. O zaman iktidarımız ya tayin edilmiş bir iktidar olur veya iktidar olur ama bir türlü muktedir olamaz. 

 

Kurtuluş; teşkilatla, teşkilatlı mücadele ile mümkündür. 

Millet mücadelesinde zaferin birinci şartı, düşmanı tanımaktan geçer.

Bugün yaşanan, dayatılan kör düğüm ve denklemini çözmek için bilgilerimizi, elimizdeki çözüm seçeneklerini gözden geçirmeli, uygulanır hâle getirmeliyiz. Bunun için de millî şuurla siyasî, iktisadî mücadeleyi yapmak, yaptırmak her vatandaşın, her Müslümanım diyenin görevidir. Adalet, eğitim, sağlık, düzgün yol isteme talebi herkes için haksa, bunun iyi yapanını bulmak da herkes için bir namus görevidir. Hacca gitmek bir emirdir de iyi yönetimi tesis etmek, iyi işleri yaptırmak Müslüman olan bu millet için nasıl bir emir olamaz? Haşa bu Allah’ın emri değil mi? Allah diyen insan, O’nun emri gereğince tavrını, çözümünü meşruiyet dâhilinde ortaya koymalı. Öyleyse birinci görevimiz; devlet ve milletimize sahip çıkmaktır! Kuruluş amacımızı, kurtuluş çabamızı unutmamaktır. Bu iş önemlidir. Millet devletsiz, devlet başsız olamaz! Hz. Peygamberin defni, devlete başkan seçilinceye kadar bu nedenle tehir edilmedi mi? 

Yapılacak hayati vazifelerimiz var. Yapılacaklar, mantar kuruluş ve partilerin tellallığıyla değil, birikimle, programla ve ehliyetleri yetkilendirerek, hukukla onları koruyarak yapılır. Tarihe, dine, millete, insanlığa ait doğrular öğrenilmeden de işler doğru yapılamaz, huzur içinde yaşanamaz. Aklın, fikrin, eylemin, vicdanın, insan çabası olan siyasetin de en üst düzeyde kılavuzu Kur’an değil mi?  Bu kılavuzluk, ilimle düşünceye temel olur, sloganlarla değil! Demek ki siyaseti icra edecek ehil insan kadar, faaliyetin diğer girdileri de çok önemli. Siyasette hükmeden hukuk ve onu besleyen para kaynakları kirliyse, sefalet artar, toplumsal denge bozulur.

Siyasal mücadele; millet iradesini oluşturma, koruma (varlık ve beka) mücadelesidir. Büyük siyasi güç olmak için sadece ekonomik ve askeri güç sahibi olmak bir millet için yetmez. Milli şuurla bezenmiş, milli çözümle güçlendirilmiş, gerçek bir demokrasiyle halkını ortağı-destekçisi-denetçisi yapmış siyaset, hayrın organizatörüdür. Yönetim erkinin meşru ve ehil eli, millet buhranının tabibidir. 

Türk kültür ve medeniyetini bilmek, milletimizin geleceğini inşa etmek için kuvvetlerimizi millî kılmak zorunluluğu vardır. Bu durum bizi Yeniden Millî Mücadele’ye sevk eder. Yani millet kalmamızın mücadeleyi gerektiren davasına sevktir bu! Biz, Kurtuluş Savaşını, bir avuç insanın askeri sorumluluğunda, iman ve vatan davasını kazandık. Şimdi emperyalizmin etkisiyle milletimizin kültürel değerleri aşındı, milli hassasiyetleri kayboldu. Meselemiz çoğaldı, varlığımız kuşatma altında, kimliğimiz tehlikede. Milletimiz, varlık ve beka müdafaasında rehbersizdir, sahipsizdir, yılgın durumdadır. Her şeyiyle teslim olmuş değildir ancak yeni nesiller üzerinde icra edilen asimilasyon, millet geleceği adına kahrımızın birincil sebebidir. Neslin, aklın, dinin, nefsin ve malın üzerine abanan küresel emperyalist gücün, çöpleştirme projelerine, kimliksizleştirme yozluğuna adeta ses çıkarmayan, tedbiri es geçip göz yuman veya yetersiz kalan bir durum sergileniyor! Fertten aileye ve topluma tesir etmiş büyük ve kudurganca bir saldırı var. Savrulmalar, başkalaşmalar; küresel etki altındaki Z kuşağının içinde bulunduğu durum, geleceğimiz adına kaygı verici bir durumdur. İşsizlik, gelir adaletsizliği, nepotizme (kayırmalar) kayış; göç eden beyinlerin ve göçen beyinlerin artışını sağladı. (Z Kuşağı:2000 yılı sonrası doğanlar olarak kabul edilir. Bunlara biçilen rol; tatminsiz, doğrucu, şeffaf, otorite tanımaz, kutsalları olmayan, tüketici kuşak olarak tanımlanır.)

 

Kaliteli Eğitim Gelişmenin En Büyük Sermayesi Olan İnsanı, Çareler İçin Hazırlar.

Değişmeyi, gelişmeyi arzulayan, eğitimi baş mesele edinir. Millî eğitimsiz olmanın anlamı; milli kültürü bilmemek, inanç hassasiyetinden berî olmak, fakirleşmek, üretime dahil olmamak ve köleleşmiş sürüye katılmak demektir. Olmuşu bilmeden olacağa tedbir almak asla mümkün olamaz. Yan yana, sırt sırta ve omuz omuza millet davasını savunmak ciddi bir bilinci ve farkındalığı sağlayan eğitimi gerektirir. Eğitim, dünyayı ve hallerini doğru okumayı ve anlamayı sağlar. Kendimizi değerli kılmadan milletimizi değerleriyle yüceltmenin imkânı yoktur. Eğitim, muhatabı olan bireyi çelikleşmiş bir irade sahibi yaparak, karşılaşılan güçlükleri aşmanın mevzii ve nihai bilgisine ulaşmaya hazırlar. Bilme ve bulma misyonu haline gelir. Demek ki edinilen bilgi ve şahsiyet gücüyle her sıkıntıyı aşmayı hedefleyen mübarek bir çabaya sevdadır. Hem milleti için hem de insanlık için… Ancak bu mübarek çabayı bugün eğitim kurumlarımızda görememenin hüznü var içimizde. Bugün can çekişen aileden, cehalete ve siyasete bulanmış mabetten, torpille aklını aşan makamlara getirilen adamcıklardan, ulufeden pay almak için el pençe divan duran kariyerin, yerle yeksan olan üniversite ortamından, insanlığa adanacak hür ve irfan sahibi insan çıkmaz.

Geldiğimiz noktada bizi ıstıraba gark eden dertlerimiz, bir anda veya kısa sürede oluşmadı elbette. Bunların tamiri için yapılacaklarla da kısa sürede yok edilemez. Belki uzun yılları, bir ömrü, ömürleri alır. Bunun için teşkilat gibi akıllı güçlere katkı sağlamak zorunlu. Teşkilat; insanlara uzanan insan elinin milletine kudret oluşturmak için akıl ve gücün birbirini kucaklaması, sarmalamasıdır. Teşkilat, var oluşun amacını kavrama, koruma çabasının toplumsal halidir. Her ferdin, doktrini anlamada, fikri sıhhatli yorumlamada, mesuliyeti var. Teşkilat; doktrin, metot, fikirle güçlü olmanın programı ile ilgili olmak, onun hedefinin sorumluluğunu taşımak demektir. Hareketin amacını, demokratik-kolektif liderliğiyle mücadeleyi kavramak; mesleki, akli, hukuki ve nakli prensibe dâhil oluş, her sorumluluk sahibi olanın ihtiyacıdır. 

Cemaatler; fikir, metot, doktrin, muhteva ve kalite açısında teşkilat değildir, olamadılar.  Varlık gayesinin cüzî bir kısmıyla ilgilenmek ve o alanda yoğunlaşmalarının asıl nedeni, güvenli bölge oluşturup pazarlık yaptıklarına bende olma kolaycılığından kaynaklanıyor. Bu nedenle günümüzdeki cemaat-sivil topluluklar; cemiyeti ıslahla devletine katkı sağlayan ve halk eğitimi için okul olma işlevinde değilse paravandır. Ne yazık ki bugün cemaatler (istisnaları vardır), iktidar unsuruna oy deposudur. Yetersiz ve sabıkalı faaliyetlerini gözden kaçırtma, meşruiyeti, ehliyeti muhal keyfi bir şebeke olma, istismarla çıkar elde etme, konforlu varlığını sürdürme kurnazlığı ile maluldür. “İstediğini verdim, aldığımı isteme ve yaptığımı görme” sarmalındalar!..

 

Her İnsan ve Toplum, Kendi Kurtuluşunun Hem Mesulü Hem de Mimarıdır

Her ciddi hareket, fikirle, onun deklere edilmiş programıyla varlığını duyurmaya başlar. Hareketin varlığı ve kıymeti; fikrinin doğruluğuyla, meşruiyetiyle ölçülür. İnsan sayısıyla, imkanlarıyla ölçülmez. Mensubunun şahsiyetiyle, edinmiş olduğu ıslah reçeteleriyle ölçülür. Tahkikle tabi olduğu doktrin, aksiyonuna kılavuz olan metot, milleti için el ele tutuştuğu kardeşleri olan kadronun kuvvet ve irade birliğinden oluşan bir kıymettir.

Doktrin; hayatı ve kâinatı izahtır ve kabulleri şekillendirir. Dünya görüşüdür. Metot; doktrinin düşünceye ve düşünene, onun hareketine çizdiği meşru ve insancıl bir güzergâhtır. Yol-yöntem-metot meşru olmalı, milletinin çıkarına ve Hakkın rızasına uygun olmalı. Bunun için İslam Dini başıboşluğu, ilkesizliği, ölçüsüz hayatı, teşkilatsız toplumu reddeder.  Her bireyin kendi çapında dünyaya dâhil olması, dünya hayatının hesap vereceği bir yarını ifade ettiğini unutturmaz. Böylesi bir sorumlulukla yaşantıya adanır ve saptıran rüzgârlara kapılmaması gerektiğini unutmaz. İnsan ve dâhil olduğu toplum kendi kurtuluşunun mesulü ve mimarıdır. Kurtuluşu, toplumun kendi yapısı, özellikleri, çabası belirler. Çözüm önerileri, tek boyutlu değil, zaman içinde sürekli güncellenmiştir, vaktin içtihadına uygundur. Asla ithal çözüm olmaz!

Değer dünyası bozulmuş bir toplum, buhranla kıvranır. Uyanıp kendisi olmaya çalışan ise hür ve bağımsız kalma zaferine adım atar. Bu meyanda öz ifadeyle İslam’ı, çözüm hazırlığı, idraki ve kararı olanlar yaşayabilir. Sosyal, siyasal, iktisadi, kültürel vb. çözümü olanlar yani… Ezber ve belli tekrar seremonileri doğru bir yaşantıyı ifade etmez. Gücünden, sayı ve imkanlarının azlığından korkanların çözüme adanmaları görülmemiştir.

Ayrıca tahsis edilen güvenli alanlarda, sıhhati kritik edilmemiş geleneğin kotardığı, evvelkilerin alışkanlıklarının tekrarı olan, ruhsatlı gösterilen mahrem alanlarda keyifle yaşayanlar da size destek sağlamaz. Afaki şeylere inanmak her zaman kolaydır ve getirisi çoktur. Çünkü çabayı ve bedel ödemeyi gerektirmez. Halbuki değerli insan, yetişmiş ehliyet ve topluluklardan müteşekkil bir millet, ‘mülkü millet’ olan devletine güç katar. Çözüm ve üretimle milletini zenginleştirir. Meselâ paranın değeri, milletin, millet iradesinin, iradeyi temsil ile muhafazada yetkili olan devletin değeridir. Üretimin değeridir. Ağırlığınız, gelişmişliğiniz, üretiminiz, siyasetinizin kalitesi ile kültürel şekillenişiniz, hep bu değere/değersizliğe dahildir.

Öyleyse… Bir belde veya memlekette sadece ezanın okunması, namaza koşulması, Allah’ın emirlerinin anlaşıldığı anlamına gelmez. Hele kuşatıldıysanız ve düşmana mahkûm hale geldiyseniz, kıbleniz ve istikametiniz şaşmıştır. İstekleriniz de sizi mahkûmiyetin çukurlarına düşürmüştür. Çünkü temel düşünceden, sahih imanın bahşettiği kulluk hürriyetinden mahrumiyet; hayatı gayesiz ve şifasız ama din ezberli bir seyre sürükler. Eyleminiz büyük gayeden uzaksa, iştirak ettiğiniz bireysel-toplumsal çalışmalar, helakinizi durdurmaz. Bindiğiniz dalı kestiğinizi, kızıl-yeşil örtülerden anlamazsınız ama yere düşünce eyvah der, ağlarsınız.

 

Millet Savunması, Millet Davasıyla Donanmışlarla Olur.

Millet ve İslam düşmanlarının kol gezdiği, hükmünü icra edenlerin size yerel gözüktüğü bir yapı çemberindedir Türkiye. Bunun içindir ki asli gerçekle (tam bağımsızlıkla) birleşmeyen fikir, bizi ablukasına alan bir güdüm ve teslimiyet talebinden kurtaramaz. Dünya görüşü olmayanın, kültürle şekillenmiş kimliği olmadığı gibi, çözüme programla odaklanmamış olanın da gelecek vaat eden siyaseti olamaz. Görmek için; teşekkül etmek, sosyal, siyasal, kültürel bir büyüklüğe ulaşmak lazım. Buna ulaştıran, muhafaza eden ve bizi milli ve insani değer haline getiren kurum, teşkilattır. Teşkilat; var olmanın, gelişmenin fikri ve sosyal temellerini oluşturur. Akletmenin, bireysel ve toplumsal tedbirin, geçmişi bilmenin, anı doğru yaşamanın ve geleceğe öngörüyle hazırlık yapmış ortak aklın okuludur. Teşkilat; hukuki, insani, dini, ahlaki ve milli bir birliğin teşekkülüdür. Beraberliği kıymetlendiren, eylem ve rehabilite edilmiş düşünce üssüdür. 

Duygularının mahkûmu olanlar, kahramanlık gevezelikleriyle, sorun üreten teşkilatlı güçlere lafla karşı duramaz. Gerçek savunma; hayata doğru bilgilerle hazırlanmış, millet kalma şuuruna ermiş, ihtiyaçlarını bir program dahilinde çalışan kurumlarıyla, adalet üzere çözen bir yapıyla sağlanır. Tarihin, milletin, ordunun hedefiyle birleşmiş siyaset; kültür ile ekonomi, müşterek olarak fikri ve fiili bir faydaya dönüşür.

Kedere vesile olan çılgın kitlesel coşkular değersizdir. Algı projeleriyle rehbersiz kitle, pespaye kalır. Güruh tepkileri de coşkuları da ana hedeften kopuksa caydırıcı değildir, milli bir vazifeyi ifa etmez. Başı başa, gönülleri gönüllere, çözümleri biri biriyle buluşturan, merhamet ve kudret eli olmuş birlikteliklerin, bunların faaliyetlerinin millete katkısı olur. Kitleleşmişlerin, günlük çıkarın peşinde yorgun düşmüşlerin desteklediği siyasi-dini-sosyal yapılar, onları sadece bilmekten yana özürlü yaparak milletimizin kölelik yükünü artırır. 

 

Hasım Olmuş Kutupların Biricik Mimarı; Gerçek Emperyalizm ve İşbirlikçileridir.

Bir kısmımızın ilgisizliği, çabayı atlayan dualarımız, öfkeli sloganlarımız ve bilgisizliğimiz, bizi abat edecek mücadeleden uzaklaştırdı. Yalana, boş vaatlere kapıldık. Etkisiz, bilgisiz, mutsuz ve çözümsüz kaldık.

Bilmeliyiz ki iki büyük savaşın ardında dünyayı parsellemek için sözde hasım olmuş kutupların biricik mimarı da gerçek emperyalizmdir. Onun da beyni Siyonizm’dir. Ülke idarelerini belirleyen iki güç vardır aslında. Biri dış güçler dediğimiz emperyalistler, diğeri, bunların emrinde çalışan devşirmelerdir… Bunlar da iktidarlarla toplumları cehalete, iradesizliğe mahkûm ederek zenginlikleri talan eder, halkı piyon gibi kullanırlar. 

Sorun ülkenin bağımsızlığı, gelişmesi ve milli birliğinin tesisi sorunudur. İnsanlarımızın inançlarını çatıştırmak, ötekileştirmek bölücülüğe hazırlıktır. Bu millet Türk Milletidir ve dini de İslam’dır! İnsanları zorla İslamlaştırmak da farz değil haramdır. Ama, onlarla münasebette hakkı ve adaleti gözetmek farzdır. Öyleyse bunca sapmışlığın ve zorluğun arasında bizi bekleyen nedir? İnsaf, merhamet, adalet…

Umudu önce kendimizde uyandırmak için vakti ve hali güncelleyen sıhhatli bilgiye ihtiyaç vardır. Selim akla (bilimsel bilgiye), doğru habere, selim hislerin (beş duyunun) edinimleriyle elde kalandır amele layık bilgi. Bu kaynakların meyvesi olarak şekillenen; doktrin, metot, kadro, strateji, taktik, mücadele programı… İrade oluşturacak bir fikrin bütünlüğünü tesise, şahsiyetli olmamıza ihtiyaç vardır. Medeniyetimizin rehber gıdalarına, eksiklerini tedavi ve tamire yönelecek tabip edebine ihtiyaç vardır.

Doğru bir bilgi, hamle sağlayacak eylem, aldatmayan bilgiye ihtiyacımız vardır. Bu da devleti ve milletiyle savaşanlarla değil, devletini sahiplenerek onu asli vazifesine, ıslah eden kurumlarını tesis eden siyaseti unutmadan inşayı gerektirir. Bu unutulmazları dava edinmenin, ortak aklın, onu kullanmanın mektebi; vasıflı hareketi teşkilattır. Teşkilat kurmak ve olmak, çileli bir iş. Fakat millet davası için teşkilatlanmaya, kardeşleşip millet kalmaya ihtiyaç vardır. Hem tehlikeli hem de çileli bir hizmettir, iftira var, mağduriyet var, anlaşılmayı engellemeler var! Tarihten günümüze yaşanmışlara bakınca, vasıf gerektiren bu davaya talip olmak zor! Dışı dikenli, içi bal olan bir nimet… Başı zor, zaferi herkes için kurtuluş olan kudretin teşekkülü!

İşte hiçbir parti hazırlık yapmadan yola çıkarken, siyaset tarihimizde sadece Islahatçı Demokrasi Partisi, şimdiki adıyla Millet Partisi, önce dava okulu açtı. Yeniden Millî Mücadele Teşkilatını kurdu. Araştırdı, öğrendi, öğretti, kadro yetiştirdi ve sonrasında partileşerek siyaset yapmaya karar verdi. Ama yoluna taş ve diken atanlar çok oldu. “Onlar bilmiyorlar” diyen peygamberin kararlılığı, hiçbir an unutulmadan yola devam edildi. “Istırap ve Mücadele ile Pişmiş” şifalı aşa talip olmak, en zora sebat etmek, doğruyu gıda edinmektir. 

 

Kalabalıklar, Tabelalar ve Binalar, Teşkilatı Oluşturmaz!

Millet Mücadelesinin hedefine sadece milli teşkilatlar rehberlik eder. Kuvayı Milliye gibi, Millî Mücadele de budur! Tabela ve bina, kitleye rehberlik edecek teşkilatı oluşturmaz! Teşkilat bir birikimdir, çözümün yıllar süren hummalı çabalarla hazırlanmasıdır. Teşkilatçının davasının içeriği; dünü bilmek, anın hakkını vermek ve gelecek için yapacaklarının programına sahip olmaktır. 

Bunun için hep dedik ki, ey partiler, ey iktidarlar, gelin yalan söylemeyin! Siz, KİT’leri bu kafayla elli defa özelleştirseniz de bizi, eseriniz olan bu ekonomik sıkıntıyı, toplumsal çözülmeyi önleyemezsiniz. Gelin önce siz kurtulun! Neyle? Milletle, ehliyetle, adaletle! Nitekim birçok teşekkül ve kurumları satma işi yapıldı, bizi kurtarmadı. Hâkim emperyalist sermaye ve onun siyasetinin üstümüzdeki hâkimiyeti durdurulmadan bir adım atamazsınız. Gelin şov yapmayın, sahte naralar atmayın, yalan da söylemeyin. Bu yolla sadece borçlarınızın faizlerini verirsiniz, ülkeyi yer bitirirsiniz. Zaten ülke, yabancı şirketlerin sömürüsüne mahkûm edilmiş. Anlaşmalarınız bile gizli… 

Yönetenlerimizin allı-pullu seçimlerin ardından yönetimi; ülkenin, çağın ihtiyaçlarına cevap vermediği için ihale edilen sahte programlar, sadece iflasımızı sağladı. Paraşütle siyasetin tepesine inmiş olan Derviş ve Programları, hayrımıza olmadı. Borçlandıklarımıza hizmetti derdi. Bunun doğrusunu milletimize duyuramadık, anlatamadık. Fırsat da verilmedi. Her gelenin zam ve zulümle muamelesi, verdikleri diyetlerin, ehliyetsizliğin ve millet iradesini egemen kılamamanın sonucudur. Gizlenen bu çıkmazlar; verilen sözlerin sonucudur. Sorunu örten aktörler, aldatılarak önümüze pompalanan kalabalıklarla ve birbirinin parçaları olan bu politika esnafları, asla sadra şifa olmadı, olmayacaktır! Sorunumuz büyük kısmıyla milletin kendisinden değil, yönetimimizden kaynaklanmaktadır. Belimizi kıran, milletin kendisi değildir; ehliyet, liyakat ve hukuktan uzak olan, verdikleri diyetlerle çözümsüzlüğü amaç edinmiş parti ve iktidarların kurulmasındandır!

Dâvâ değil, Hevâ; Bilenmiş İhtirastır. Çözümsüzlüğün-Şaşkınlığın Sapma Noktasıdır.

Beşerî ve sosyal münasebetlerin sağlamlığı, adaletten, doğruluktan, millete bağlılıktan ve bunların özü olan takvadandır. Fakat İslam’ı mülk ve iktidar aracı olarak seçenler ve bunun sözde cemiyet, siyaset çalışmalarını yapanlar, ayrıştırmanın hızını artırmaktadır. Dinin özü unutulmuş, sözüyle kavga hızlanmıştır.

İstikrarlı seyir için, kadrosuyla beraber iyi hazırlamış, halleri kontrol edebilen insan, topluluk, parti ve bunların toplamı olan büyük teşkilat yani devlet faaliyeti gerekli. Yönetenler hem kontrol etmeyi hem de hesap vererek kontrol edilmeyi bilmelidirler. Var olanlar, ağırlığı olanlardır. Devletten insana bu böyledir. Ciddiye alınanlar; riyasızdır, kendisi olanlardır ve maske takmadan yaşayanlardır. Aldatmayla elde edilen gücü, gasp ettiği imkânları sopa haline getirerek efendilik taslayanlar; tarihin rahmetle anacağı kimseler değildir. Bir ayartmayla ve ahlaksız pazarlıklarla güç elde edenler, parti olanlar, iktidar olanlar; gücünü milletinden almayan korkaklardır. İktidar olsalar da muktedir olamayanlardır! İktidar olanlarımız ne hikmetse hep “baskı unsurları (dış güçler) engelimdir” diyor. Hep milletten gizlenen ama milletin bastıramadığı bu baskı unsurları kimlerdir? Ancak kulakları çekilip acıyınca bu müphem lafı ortaya yuvarlıyorlar. Biz diyoruz ki; millete dayanmayan siyasetin, millet davası için oluşturulmayan her topluluk ve iktidarın üstündeki baş ve iktidar, bu “Baskı Unsurlarıdır!”. Baş iktidar dünden bugüne hep onlardır. Diğerleri onların ayar çektikleri ve ayarttıkları taşeronlardır! Her devlet için dış güç vardır ama, münasebette mütekabiliyet de vardır!

“Bundan, şundan, ondan” …dolayı toplumumuz, siyasetimiz ve irademiz gümledi. Didişmenin seyri bir Korona Virüsü gibi sosyal, siyasal, iktisadi çabamızı kapladı, kastı. Biz tıkandık cehaletle, inkârlarla, kolay yollara çaldığımız alkışla ve seyirle yığıldık. Akıl ve irade bankası kuramadık ama darbelerle çok akıl kaçırdık, politika adına yalanın borsasını kurduk. Tefeci usullerle bizi güdük bırakan yapıyı kalabalık saflara sığınarak alkışladık, destek olduk. Sormadan, sorgulamadan, özgürlüğümüzü-geleceğimizi sözde seçimlerin reyleriyle adeta sattık. Bununla, gerçek demokrasiyi mahkûm eden, azman kitle siyasetinin azatsız bendesi olduk. Hâlbuki inancımız ve kültürümüz, istikametimizi, insan olarak sorumluluğumuzu belirleme düzeyinde değilse, reyimiz boştur. Okuduklarımız gibi, sandık da sandık kavgası da boştur. 

Hülâsa mı? Herhangi bir parti bu cibilliyetsiz demokrasi sanısıyla oyların çok büyük bir ekseriyetini de alsa, vekillerin tamamına yakınını da elde etse; mantığı, niteliği, hukuksuzluk hukukuyla, millet ve milletvekili bağımsızlığına kapı aralamaz. Tek adam ve partisinin saltanatı, siyasetimizi, yapılmış göstermelik seçimlere rağmen milli kılmaz. Seçilmişlerin efendi, seçeninse hep maraba olduğu bu yoz yapı, şahsiyetli bir toplum olmamızın önündeki birincil engelidir. Boşuna bu murdar yapıdan medet ummayalım. Gelin hep beraber Muhteşem Türkiye projesiyle, Türk Asrına kapı açın. Milletimizin ve mazlum insanlığın duasını alın. Size bu şeref yeter! Dününü ve gününü bilmeyenin yarına katkısı olmadığı gibi yarına kalacağı da mûhâldir.

Faydasız işten, ilimsizlikten arınmak da nasuh bir tövbeyi ve hukuksuzluğu ret ile beraber kararlı bir silkinişi gerektirir. Bu güzel hali bize, milletimize nasip etmesini dilemek, daimî çabamız ve duamız olsun.

Allah, milletimize ve devletimize zeval vermesin. Yönetenlerimize de vicdan, basiret, adalet, merhamet ve doğruyu konuşmaları için fikir sıhhati versin. 03.09.2030

Yorum Yapın

Navigate