Yarım asrı aşkın yürüyüşümüzde, Dar’ül bekaya gönderdiğimiz çok kıymetli kardeşlerimiz, yakınlarımız oldu. Hepsine Allah rahmet eylesin. Rahmetli Emrullah Bey kardeşimizin oğlu Ahmet’i genç yaşta kaybettik. Işığımız karardı. Allah, o yeri doldurulması çok zor gencimize, dava adamına rahmet eylesin. Eşinin, çocuklarının, annesinin, kardeşlerinin, ailesinin ve hepimizin başı sağ olsun… Hatırlarsınız benim küçük kardeşim Sait Bey de hiç beklenmedik şekilde vefat etmişti. “Ecel geldi cihana, baş ağrısı bahane” denilir. Hiç unutmamak lazım ki; onlar, yüce Yaratan “Gel!” dediğinde, her birimizin gideceği yere gittiler… Her şey fanidir… Ancak baki olan Allah’tır… Allah bütün geçmişlerimize rahmet eylesin, sağ olanlara sağlık, sıhhat, afiyet, metanet versin.
Bizlere düşen, bizden önce sonsuzluğa gidenlerin emanet ettiği güzel işleri sürdürme gayretini, azmini, cesaretini, iradesini ortaya koyabilmeye çabalamaktır. Ölüm, büyük nasihattir. En sevdiklerimizi toprağa vermek dersi; bize yeniden, karşı konulmaz ve inkâr edilmez şekilde öğretecektir ki her birimiz faniyiz. Ve bu geçici dünyaya, bir amaçla Rabbimiz tarafından gönderildik. Bu imtihan dünyasında başarılı olabilmek için yapılacak yegâne eylem ve aksiyon “amel-i salih”tir.
Salih Amel İşleyenler Kurtulmuşlardır
Varoluşun, yaşamın ve ölümün de anlamını idrak edebilmek için “Amel-i Salih” ibaresine dikkat etmek, parantezi genişletmek lazım gelir. Pek çok insan için ibadet; sadece abdest alıp namaz kılmak, dua etmekten ibarettir. “Amel-i Salih’in” gerçek anlamı bunları içermekle beraber Allah için ortaya koyulan her güzel eylemdir, tüm aksiyondur. Amel-i salih; iyi, güzel, hayırlı iş demektir. Hakkıyla Müslüman olmanın şartı; güzel ve hayırlı iş yapmak, yerine göre ıslah etmek, yerine göre ihya etmek, yerine göre bâtılı imha etmektir. Amel-i salih; bu anlamıyla güzel eylemlerin tümüdür.
Amel-i salih, Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde sıkça tekrar edilmekle beraber Asr suresinde en öz haliyle yer alır. Ashabı kiram birbirilerinin yanlarından ayrılırken, birbirlerine Asr Suresi’ni okurdu. Surenin Türkçedeki meali şöyledir: “Asra yemin olsun ki insan hüsrandadır. Ancak iman edenler ve iyi amellerde bulunanlar, amel-i salih işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır. (Yani kurtulmuşlardır)” Millet Davası’na hizmeti ibadet şiarıyla yerine getirenler, Asr suresinin anlamını idrak edenlerin kurtulanlardan olacaklarını ümit ederiz. Allah, bizleri o kurtulanlardan eylesin.
Vazifemiz Yeryüzünü Islah Etmektir
“Amel-i salih” kavramı doğru şekilde açıklandığı zaman insanoğlunun eylemlerinin muhtevası da ortaya çıkar. Allah buyuruyor ki; “Biz yeryüzünü ıslah ettikten sonra onu bozmayın, fesada vermeyin.” Fesatçılar iktidar mevkiine gelirse zürriyeti bozarlar, kültürü yok ederler. Yaşadığımız çağda tohumlar bozuluyor, bitkilerin, hayvanların genleriyle oynanıyor, tabiat bozuluyor. Yeryüzünü ıslah ettikten sonra onu fesada verenlere karşı da vaziyet almak, yeryüzünü yeniden düzgün haline getirmek mü’minin görevidir. Allah, insanı “arzın halifesi”, ıslah edicisi, düzelticisi, düzenleyicisi kılmıştır. Vazifemiz; yeryüzünü ıslah etmek, zürriyeti korumak, altüst olan her şeyi düzeltmektir.
Batıl Eninde Sonunda Diz Çökecektir
Yeryüzünün halifesi olma iradesini gösterenlerden birisi olarak Tarık Bin Ziyad örnek verilebilir. Tarık Bin Ziyad, sahabenin ve tabiinin de bulunduğu ordu ile birlikte Kuzey Afrika’yı dolaşıyor. Günümüzde dahi tüm dünyada kendi ismiyle anılan, Afrika ve Avrupa kıtalarının buluştuğu Cebelitarık Boğazı’na geliyorlar. Yanındaki arkadaşları; “Biraz dinlenelim, hatta yeter. Karşı taraf Endülüs mülkü Andalozya Vandallar ülkesidir.” diyorlar. Tarık Bin Ziyad cevaben, “Bu söz yanlış! Orası Vandalların ülkesi değil, orası Allah’ın salih kullarına bıraktığı mülküdür!” der… Müminin, davasına inanmış kişinin hedefi dünyayı tanzimdir. İnsan eliyle çizilen sınırlar, dünyayı Hakk nizamı ile yeniden ihya etme hedefini benimseyen bir dava insanı için engel olarak görülemez. Bu geçici sınırlar aşılmalıdır. Güneşin bir tane olup bütün yeryüzünü aydınlattığı gibi Hakk da birdir ve Hakk nizamın tüm dünyaya ulaşması kaçınılmaz nihayettir. Eninde sonunda batıl, kötülük diz çökecektir. Bizim görevimiz; bu hakikati, bu imanı, bu güzelliği yeryüzüne yaymaktır.
Yeryüzünün Yeniden Aydınlığa Kavuşması İslâmî Yönetim İle Mümkündür
Günümüzde akıl ve vicdan sahipleri; insanlığın, İslâm âleminin, Türk dünyasının içler acısı dertlerine derman aramakta. Ortaya koyulan tüm çabaya rağmen insanlığın, insan fıtratına aykırı ideolojilerin pençesinden kurtarılmadığı müddetçe huzur bulamayacağı da ortadadır.
Asrı Saadet doğru tetkik edildiğinde karanlık dönemlerin nasıl sona ereceği, cahiliye toplumlarında yaşayan insanların bile İslâm inkılâbı sonrasında nasıl medeniyet kurup cihanı aydınlatabileceğinin esasları ortaya çıkar. Asrı Saadet’in siyasi tercümesi olarak altı ilke ortaya koyuyoruz. O altı prensibimizin her birisi başlı başına insanlık için projelerimizdir. Bu hedefler, ilmî bir çalışmanın sonucudur. İnşallah, bu ölçülerin doğru şekilde uygulanmasının mümkün olduğu “millî iktidar” döneminde İslâm Rönesansı gerçekleşmeye başlayacaktır. İslâm Rönesansı, İslâm âlimlerinin yeni içtihatlarıdır.
İslâm Rönesansı’nın gerçekleşme ikliminin oluşabilmesi için, öncelikle İslâm düşünce dünyasında bir değişimin gerçekleştirilmesi gerekir. O değişim; karşılaşılan güncel meselelerin çözümü için ortaya koyulan düşüncelerimizde esas ölçüt olarak “dinamik tahlil metodu”nun en önemli yeri almasıdır. Devrin Müslümanlarının yapması gereken, “Kur’an bugün nazil olsaydı ne yapmamızı gerekli kılardı?”, “Resulullah ile çağdaş olabilme şerefine nail olsaydık, bize emirleri ne oldurdu?” sorularının cevaplarını akıl ile bulmaktır. Ne kadar büyük yahut ne kadar küçük olursa olsun; karşılaşılan meselelerin halli için Kur’an esas alınmadıkça Resulün yolunu kendi yolumuz bilip, onu liderimiz saymadıkça, aklı, bilimi, hür düşünceyi hak ettiği mertebeye geri yükseltmedikçe İslâm dünyasının karanlık fetretinin nihayet bulması düşünülemez. Bu ilkenin temel dayanağı olarak Hazreti Peygamber’in Muaz b. Cebel’i Yemen’e vali tayinindeki, “Ne ile hükmedeceksin?” sorusuna verilen cevabı teyit edişi gelir. Kur’an-ı Kerim’de de bu ilke aklını işletmeyen kavmin üzerine pislik yağdırılacağı şeklinde beyan edilir. İslâm dünyasının içler acısı halinin temeli bu durumdur.
İslâm Düşünce Dünyasında Yeni Rey Hürriyeti ve Eski İçtihada Hürmet
İnşallah Millet Partisi’nin millî iktidarında içtihat hürriyeti, rey hürriyeti teminat altına alınacaktır. Müslümanlar özgürce müzakere edecek, farklı fikirler ortaya koyacaklar. Bizim işimiz, sadece müzakere adabını ortaya koymak olacak, onun dışında herkes fikrini, düşüncesini, içtihadını hür bir şekilde beyan edebilecektir.
İslâm düşünce dünyasında gelişimin önündeki en büyük engel; “Genel kabul görmüş içtihat ile ters düşme” korkusudur. Bilimsel gelişim için eski âlimlerin ortaya koyduğu görüşleri yıkmaya çalışmak yerine, devrin bilim insanlarının o görüşlerin gelişimini devam ettirmesi gerekir. Yüzlerce yıldır ortaya konulan İslâm düşüncesinin birikimsel bir bütünsellik arz etmesi gerekir. Her yeni düşüncenin eskiyi yıkmaya çalışması nefrete, karmaşaya yol açacağı, kazanılan tüm birikimin heba olmasına sebep olacağı gibi; eski ile çelişme ve reddedilme korkusu sebebiyle rey belirtmememe durumu gelişimi durduracaktır. Örnek olarak ekonomi dünyasını ele alalım. Günümüzde görüşlerine hâlâ müracaat ettiğimiz büyük mezhep imamlarımızın yaşadığı çağda “bankacılık sektörü” var olmadığı için, bugünün Müslümanlarının karşılaştığı “Banka” problemi ile ilgili görüşleri yoktur. Çünkü o büyük âlimler, bugünkü anlamı ile “bankayı” bilmiyordu. Anlaşılıyor ki; İslâm düşünce dünyasında “Bankacılık sektörü nasıl işlemelidir?” meselesi karşısında bir boşluk vardır. Devrin âlimlerine düşen, bir araya gelerek bu probleme güncel, uygulanabilir bir çözüm bulmaktır. Günümüzün Müslümanları, kendi bilimsel tembellikleri yüzünden çağın sorunlarına cevap bulunamaması ayıbını, yaşadıkları devirlerde büyük içtihatlar ortaya koymuş İslâm âlimlerine vebal olarak yükleme hatasından kurtulmalıdır. Günümüz bilim erbabına düşen samimiyetle çalışmaktır. Ortaya koyulan görüş isabetli olursa, soruna çözüm olabilirse, ne güzel… Sevap on misli, değilse bir. Hata da sevap doğru da… Hakikati arama amacıyla yapılan cehd ve samimi gayrete; “içtihat” denilir.
“Asırlardır süren bunalımların çözümü mümkün müdür?” sorusuna tarihten pek çok cevap bulmak mümkün olsa da unutmayalım ki bu yaşanan fetret çağı ilk değildir. Önceki fetretlerin bittiği gibi bu seferki de bitecektir. Hatırlayalım… İslâm dünyası, siyer-i nebi ve asr-ı saadetin aydınlık günlerinden sonra uzun yıllar karanlıklara mahkûm oldu. Dört halife döneminden sonra 661 yılında Hz. Ali’nin şehit edilmesinin arkasından yaşananlar tarihte ikinci Ömer olarak bilinen büyük bir âlim ve yönetici Ömer Bin Abdülaziz’in halife seçilmesi ile 2,5 sene içerisinde son buldu. Allah lütfederse, iktidarımızda biz de bu kadar kısa süre içerisinde yanlışları düzeltiriz inşallah.
İslâmî Yönetim Anlayışında Devlet Başkanlığı Nasıl Olmalıdır?
İslâm dünyasının, insanlığın içler acısı hali bu şekilde iken Türk Dünyasının ve İslâm Dünyasının miğferi, mihmandarı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ne halde olduğu tüm açıklığı ile ortaya konulmalıdır. Türkiye’nin ne durumda olduğunun anlaşılması için “Türkiye’de hukuk devleti var mıdır?” sorusu ciddiyetle tetkik edilmeli. Hukuk Devleti’nin bulunmadığı yerde demokrasi yoktur, demokrasinin bulunmadığı yerde ise hiçbir şey yoktur. Şu gerçeği iyice görelim; Türkiye’de hukuk yok edilmiştir.
Türkiye, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altında bir gariplik ile yönetiliyor. Bu sistemi icat edenler; cahil danışmanların, işgüzar bürokratların yönlendirmesi ile “Başkanlık sistemi” yürürlükte olunca “başkanın yargılanması” korkusundan emin olacaklarını sanıyorlar. Türk Milleti böyle bir komediye artık izin vermemelidir. Çünkü bu sistem temelinden bozuktur. Hedefimiz, Türkiye’yi yeniden bir hukuk devleti haline getirmektir. Çünkü hukuk devleti yoksa demokrasi de yoktur, adalet de yoktur. Böyle bir ortamda ise İslâm Rönesansı’nın gerçekleştirilebilmesi mümkün değildir.
Sağlıklı bir devlet başkanlığı oluşturmak için Müslümanlara verilen süre üç gündür. Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer’in en acılı halde iken bile devlet başkanının doğru seçilmesi konusunda acele ettikleri gibi, devlet başkanı seçiminde hızlı davranılması gerekir. Devlet başkanının doğru şekilde seçilmeden geçen “üç günden” sonrası “fetret” olarak nitelendirilir. İslâmî yönetim anlayışı asla “fetret” kabul etmez.
İslamî Yönetim, Hukuku
ve Mutabakatı Esas Kabul Eder
Rasulullah’ın Medine’ye vardığında, ilk yaptığı iş “Anayasa” yapmaktır. “Medine Anayasası” öncesinde, hicret ile Peygamberimizin teşrifinden önce ismi ‘Yesrib’ olan bir şehir vardı. Bu şehir toplumu, Evs ve Hazrec kabilelerine mensup Araplardan, Benî Kaynukā‘, Benî Nadîr ve Benî Kurayza Yahudilerinden ve çok az sayıda Hristiyan’dan oluşmakta idi. Bu toplumun İslâm öncesi zamandan kalma anlaşmazlıkları mevcut idi. Ortaya koyulan anayasa belli bir ırka, kavme dayandırılmamıştı. Medine Site Devletinde bulunan insanların yaptıkları misak; önce hukuku tesis etmek olmuştur. Diğer devlet işleri inşa edilen hukuk üzerine tesis edilmiştir. Devletin sağlıklı işleyebilesi için öncelikle toplumsal mutabakat, anlaşma, yani bir temel lazım gelir. Önce hukuk gelir. Hukuk yoksa hiçbir şey yoktur. Devlet, hukuk kuralları toplumsal mutabakat ile herkes tarafından kabul edilmesi halinde “vardır” denilebilir. Devlet, toplum düzenini “hukuk” ile teminat altına alır. Peygamberimiz, Medine Devleti kurulduktan sonra suçluları anayasaya dayanarak cezalandırmıştır. Anayasa, toplumsal mutabakat ile yürürlüğe girdikten, devlet teşekkülü sağlandıktan sonra devlete ihanet etmiş olan Yahudi kabilelerinden bazıları cezalandırılmıştır.
“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” Ne Kadar Doğrudur?
Türkiye’de uygulanmakta olan sistem; hukuk literatüründe de, İslâmî yönetim anlayışında da mevcut değildir. Çünkü bu sistemdeki temel hedef, kişi çıkarının teminat altına alınmasıdır. Kişisel çıkarların temini için uydurma başkanlık sistemleri, hükümetleri icat etmek; ne milletin, ne de bu sistemleri icat edenlerin menfaatinedir. Hukuka dayandığı için yaşayabilmiş tek başkanlık sistemi örneği ABD’deki başkanlık sistemidir. Başkanlık sisteminin diğer uygulamalarına bakılacak olursa, özellikle Güney Amerika’daki uygulamalarında rezalet dışında bir şey çıkmadığı görülür. Tüm uygulamalar incelendiğinde, başkanlık sisteminin çabucak “keyfi yönetim” anlayışına dönebildiği görülecektir. Başkanlık sistemleri, hukuk doğru tesis edilmemişse genellikle diktatörlüğe dönüşme eğilimindedir. Birtakım insanların “başkanlık sistemi” konusunda ısrar etmelerinin sebebi; ihtiyarlamış, nefesi kesilmiş yöneticilerin başkanlık sistemine sığınmak zorunda olmasındandır. Bu yöneticiler, “Ahir hayatımızda rahat bir dönem geçirelim…” derler. Yorulmuş, halk desteğini ve kadrosunu kaybetmeye başlamış, güçlerini kaybeden, meşruiyetleri tartışılır hale gelmiş yöneticiler; halkı, kimsenin soru sormadığı, kendi bildiği gibi iş yapabileceklerini düşündükleri “keyfi yönetim” anlayışlarının “başkanlık sistemi” olduğuna inandırmaya çalışırlar. Yakın siyasi tarihe bakılırsa, zamanında Turgut Özal’ın da aynı şeyi yaptığı, kendince bir başkanlık sistemi icat etmeye kalktığı hatırlanır. Onun uygulaması da tutmamıştı. İyi ki tutmadı…
“Türk Milleti”, “Devlet” İle Yaşar
Türk Milleti, tarih boyunca onlarca devlet kurmuştur. Bu, Türk Milleti’nin büyük bir azimle ve bir hedefe doğru yönelmek için daima devleti ile yaşadığını gösterir. Dünyada genel bir kabul olarak “Araplar dilleriyle, Yahudiler dinleriyle, Türkler de devletleri ile yaşar.” denilir.
Bir dönem devleti ele geçirmeye çabalayan çeteler kavgası ile birlikte anıldığı için “derin” kelimesinden korkulabilir. Ancak biz cesaret ve bilinç ile “Derin millet olmak lazım!” diyoruz. Bir dönem, “Derin Devlete mensup” olmak suçlaması ile pek çok insan arandı, soruşturuldu, yargılandı… Kim “devlet”i eliyle gösterebilir? Devlet, somut bir “gerçek kişi” değildir. Bir tüzel kişilik olarak var olduğu kabul edilir. Devlet bir teşkilatlanma biçimidir. Hatırlanacak olursa “Devlet, Millet’in teşkilatlanmış hali”nden ibarettir. Binlerce yıldır, Türk tarihi boyunca akan bir medeniyetin temsilcisi devletimiz, maalesef işgal altında bir kurum haline getirilmiştir. “Devlet” gerçek anlamı ile var olsaydı, Türk Dünyası ve İslâm dünyası bu acınası halde olmazdı. “Devlet”i, millet kurar. Hedefimiz; her sıkıntı halinde yeniden milletini toparlayıp özüne, aslına döndüren, dinini, kültürünü, örfünü hatırlatan, yaşatan, her düşüşte yeniden ayağa kalkan, etrafını derleyen, toparlayan, milletini teşkilatlayan, ihtiyaç halinde devletinin, medeniyetinin küllerinden yeniden doğmasına hizmet eden, bilinçli, önder kadroyu yani “Derin Millet”i oluşturmak ve nesiller boyunca yaşatmaktır.
Siyaset Çare Bulma Sanatıdır
Bu ulvi hedef nasıl gerçekleşebilir? Siyaset çare bulma sanatıdır. Siyaset pratiktir. Elbette nazarî temelleri var ama pratiktir. “Başarılı oluyor muyuz, olmuyor muyuz?” sorusuna ciddiyetle cevap vermemiz lazım. Mesele budur. Bütün başarılı şirketler ve kurumlar verimlilik esası üzerine, insan kazanma üzerine çalışırlar. İnsan kazanacağız. Yukarıda saydığımız, insan zihnini zorlayan, uykuları kaçıran, ulvî, büyük hedefleri idrak edip hayatına tatbik etmeye çaba sarf edecek, inançlı millet evlatlarına ulaşacağız. Esas meselemiz budur.
İnsan Kazanacağız
Türkiye’de teşkilatlanmadığımız il, ilçe niye olsun? Niye Türkiye ile yetinelim? Suriye’de de bizim doğrudan doğruya temsilcilerimiz olmalı… Irak’ta da temsilcilerimiz olmalı… Azerbaycan’da, Bosna’da temsilcilerimiz olmalı… Bu yüce amaç uğrunda mazeret kabul edilmez. Bizlere, sıkıntı anlarında cihatla, namazla, duayla yardım istememiz emredildi. Bu eylemleri “Cihat” olarak kabul etmek lazım gelir. Eyüp el Ensari’nin doksanlı yaşında İstanbul’un fethine geldiği hatırlanırsa, inançlı bir dava insanı için yaş sınırı olmadığı görülür.
Ömür denen şey sayılı nefes. Gerçekten inanan dava insanları, son nefese kadar Hakk’tan, hayırdan, amel-i salihten ayrılmaz. “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır!” buyuruluyor. Önemli olan niyettir. Niyetimizi bozmayacağız.
Zaferleri veren Allah’tır. Bize düşen elimizden gelen gayreti göstermektir. Gayret bizden, tevfik Allah’tandır.
1 Comment
Bizim reforma yani ıslahata ihtiyacımız var, inkılapçı-devrimci niteliğe sahip bir hareketten bu beklenir. Hızla inanışlarımızı, düşüncelerimizi, kabullerimizi hayat veren kitabın ışığında gözden geçirip yenilenmemiz gerektiğini düşünmekteyim. Geleneksel kabullerin %90’ı hatalı. Kavramların içi boşalmış rivayetlere teslim edilmişiz. 1350 yıldır atalar dininin bataklığında debelenir durumdayız. Saygılarımla…