HAKKI SÖYLEYEN DİL OLABİLMEK

Yüreklerimiz buz tuttu, kaskatı. Merhamet dersen bize uzak çöl gibi, kardeşliğimizden haber sorarsan birbirimize olduk el gibi. Her şeyin “Bir insanı sevmekle” başladığını unuttuk. Balıklar gibi yüzer, kuşlar gibi uçarken, kardeşçe yaşamaya hasret kaldık. Kâinattaki her şey avazı çıktığı kadar birliğe çağırır, vahdeti ünlerken…

 

“Ölüm Allah’ın emri” der kabulleniriz de ayrılığa bir türlü alışamayız. Dereler, ırmaklar büklüm büklüm ummana akar. Bütün sular ulu deryalarda birleşir. Her kuşun kendi kanadı vardır ama büyük yolculuklara birlikte kanat çırparlar.

 

Ne hazindir ki tarihe “Kardeşlik Muahedesi” olarak altın harflerle yazılan iki cihan güneşi peygamberimizin Ensar ve Muhaciri kucaklaştıran, birbirine kanlı bıçaklı olan Evs ve Hazreç’i barıştıran göz kamaştırıcı örnekleri önümüzde dururken, Medine Anayasası ile kardeşlik hukuku perçinlenirken bizler bölündük, parçalandık, güneşe sırtımızı döndük.

 

“At binenin kılıç kuşananın” der atalar. “At sahibine göre kişner” diye de fısıldar tarihin kulağından bize. Gündelik hayatımızda olsun, toplum hayatımızda olsun bazı meseleler vardır ki yıllar yılı kanayan bir yaraya dönüşür, kangrenleşir. Bir türlü çare bulunmaz.

 

“İyi olacak hastanın doktoru ayağına gelir” denir. Hazık bir hekim en ağır ameliyatları yapmaktan çekinmez. Allah’ın izniyle hastasını şifaya kavuşturacağını bilir. “Tereyağından kıl çeker” gibi halleder o işi. Bazen de basit bir rahatsızlığı olmasına rağmen ehil olmayan bir doktorun elinde can verir hasta. Kimi insanlar bir bakışıyla bin belayı def eder. Bir bakışı bin mavzere bedeldir onların. Bir söz, bir mektup, bir bakış meseleyi kökünden çözer. Öyle kimseler de vardır ki pişmiş aşa su katar. Olacak işi bozar, milletin yarası azar.

 

DEVLETLERE ÖMÜR BİÇMEK

 

Dede Korkut asırlar ötesinden “Geleceği yalnız Allah, olacağı sezen bilir” diye seslenir bize. Tedbirin takdiri bozmayacağını iyi bilmeli ancak tedbir almaktan da geri durmamalıdır. Kul geleceği bilmediği için tedbir almak, ilmi düşünceye, bilimsel gerçeğe bağlanmak mecburiyetindedir. Bazı işler de vardır ki adeta davul çalarak gelir. Gerçi sivrisineği saz bilmeyen davul zurnanın sesini de işitmez ama o da işin başka bir boyutu.

 

Arif olan anlar, sezer, duyar, hisseder. Atalar “Perşembenin gelişi Çarşambadan bellidir” der. Hayatta her işin belli kuralları vardır. O kurallara uyduğunuz zaman elde edeceğiniz sonuçlar da az çok bellidir. Sizi zafer bekliyor demektir. Prensiplere uymazsanız o iş alt üst olur. Determinizm diye bir akımın olması boşuna değildir.

 

Sosyolojinin temel konularından birisi de geçmiş kavimlerin nasıl uzun ömürlü ya da daha kısa ömürlü olduklarıyla ilgilidir. Selçuklu sultanı Melikşah’ın “Bizden evvelkilerin uyguladığı ve başarılı olduğu, bizim ihmal ettiğimiz hususlar nelerdir?” sorusu üzerine yazmıştır Nizamülmülk Siyasetname’yi.

 

İbn-i Haldun Mukaddime’sinde “İmparatorlukların da tıpkı insanlar gibi kendine has ömürleri vardır. Gelişirler, olgunlaşırlar ve batmaya başlarlar” der. Güneşin tam tepemizde olması artık batmaya başlayacağının da işaretidir. Böyle dönemlerde akıl ve vicdan sahibi yürekler çıkar ve tehlikeyi haber verirler. Koçi Bey’in 4. Murada yazdığı meşhur risale, Defterdar Mehmet Paşa’nın  “Nesâyühü’l Vüzera ve’l Ümera” kitapları en önemli örneklerdir. Hayatları bahasına yazmışlardır bu eserleri. Hakkı ve hakikati söyleyen toplumun sigortası insanlar her zaman var olmuştur. “Münasiptir sultanım” deyip uzun yaşamak yerine “Hünkarım! Bu iş yanlıştır. Size ve devlete zarar verir” deyip yağlı urgana gitmeyi göze almak her babayiğidin harcı değildir.

 

YIKMAK DEĞİL, YAPMAKTIR HÜNER

 

İnsanların büyük çoğunluğu eleştiriye tahammül edemez. Hele ki makam mevkii sahiplerine meram anlatmak daha zordur. “Ho var öküz durdurur, ho var saban kırdırır” diye bir atasözümüz var. Bu söz aslında bize yol yordam sahibi olmamızı öğütler. Muhatabımız kim olursa olsun söylediğimiz şey kadar, söyleyiş tarzımız da önemlidir.

 

Hakkı söyleyen dil olmak kolay değildir. Gördüğümüz yanlışlıkları görmezden gelmek yerine düzeltmek, hiç olmazsa kalben kabullenmemek gibi bir görevi vardır insanın. Müslüman doğruları tasdik eder, hakkı ve sabrı tavsiye eder. Dokuz köyden kovulacağını da bilse dilini yalana alıştırmaz. Tenkidi nefsi için değil, Allah için yapar. İyinin, güzelin ve gerçeğin peşindedir o.

 

“İyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak” gibi evrensel bir göreve talip olanlar ifrat ve tefritten kaçarak, ikisinin arasında bir orta yol tutarlar. Doğruların yılmaz savunucusu, yanlışların usanmaz düzelticisidir böyle insanlar. Birleştirici, kaynaştırıcı, uzlaştırıcıdır. Geçmişle geleceği birbirine sarsılmaz bağlarla bağlayan muhteşem bir köprü kurarlar.  Birlik, barış ve kardeşlik sevdalısıdırlar.

 

“Bir adama kırk gün deli dersen deli olur” denilir. Sürekli eleştirir, durmadan eksik ve kusurlarını söylersen zaten inandırıcılığını kaybedersin. Muhatabın seni ciddiye almaz, dikkatle dinlemez. “Dediğim dedik, çaldığım düdük” diyen inatçının durumuna düşersin. Ne yapalım hataları söylemeyelim mi? Elbette söyleyelim ama insafı elden bırakmayalım. On yanlış içinde bir doğru varsa onu da teslim edelim. Hz. Peygamber ve arkadaşları bir köpek ölüsünün yanından geçerken, burunlarını tıkayan arkadaşlarına Rasulullah’ın “Ölen hayvancağızın dişleri de ne güzelmiş” demesinin hikmetini nasıl anlayacağız? Çirkinliklerin içinde güzelliği görmek zaten fıtratımız gereği değil mi?

 

İsmail Gaspıralı bizi “dilde, fikirde, işte” birliğe çağıralı bir asır oldu. El ele gönül gönüle olmak varken tefrikaya düşmek niye? Anlaştığımız hususları çoğaltmak yerine ayrılığın ocağındaki ateşi harlamak niye?

 

Yıkıcı değil yapıcı, bölücü değil, birleştirici “nefret ettirici değil, sevdirici” olmaktır önemli olan. Gerisi havanda su dövmeye benzer. Ne söylesen boş, ne yapsan nafiledir.

 

Özü sözü bir, yüzleri aydan arı, sözleri baldan tatlı, Hak ve hakikat sevdalısı yüreklere selam olsun…

Yorum Yapın

Navigate