ORUCUN AÇTIĞI KAPI

O kutlu misafir bu yıl baharda çaldı kapımızı. Dünyanın salgınla boğuştuğu, ölümün hepimize, herkese çok yakın olduğu, baharımızı kışa çeviren kasvetli günlerde yeniden diriltti gönlümüzü. Camiler mahzun, teravihlerin boynu bükük olsa da yıldızların bir başka ışık saçtığı, mü’min gönüllerin kanat takıp uçtuğu kutlu bir iklime kavuşmanın sevinci içindeyiz. Gerçeğin en son temsilcisinin  “Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise ateşten kurtuluş” diye tarif ettiği müstesna günlerdeyiz.

Bu öyle bir iklim ki değerini ancak yaşayanlar bilir. Ruhları sımsıcak bir sevgi sarar. Umutlar sıralanır, perdeler aralanır, kör gözler çıralanır. Gönüllerden gider ayaz, her yürekte bin bir niyaz. O yüceler yücesi çaresizlere olur çaresaz.

 

Mahyalar kurulur, kandiller yanar. Gönüller aşka düşüp Rabbini anar. Şafaklar heyecandan allanır, diller en güzel isimlerle ballanır. “Çeldirici”lerin en büyüğü kalın zincirlerle bağlanır. Engeller kalkar aradan. Göğün kilitleri açılır, üstümüze inci mercan saçılır. Kapanır yedi kapısı ateşin.

Kitapların anası yoldaştır bize. Her sayfasından bir ışık parlar. Her satırı şimşek olur beynimizde, her harfi bize O’nu hatırlatır. Hangi arazide durduğumuzun, nereye ait olduğumuzun farkına varırız. Her şey susar, bir tek O konuşur. Sarsar bizi, uyandırır gafletimizi. Ahsen-i Takvime doğru bir tırmanış başlar. Yarışımız meleklerledir.

Oruç bizi sarıp sarmalıyor, sarsıyorsa, ruhumuzu inkılâba uğratıp büyük bir değişim geçirmemizi sağlıyorsa hakkıyla tutulmuş demektir. Bizim orucu tuttuğumuz kadar o da bizi tutmalı ki arkadaşlığımız pekişsin. Bizim onu beklediğimiz gibi günü geldiğinde o da bizi beklesin. Bizim onu karşılayıp ağırladığımız gibi o da bize mihmandar olsun.

Eskiler “bir avam, bir de havas orucu var” derlerdi. Avam orucu günün belli saatlerinde aç ve susuz kalmakla olur. Havas orucu ise fikredenlerin orucudur. O oruç sadece mideyle tutulmaz. Oruç; eli, ayağı, gözü, kulağı tutar. Hikmet burcuna doğru bir yolculuk başlar. Dil zikreder, beyin fikreder. Hadi biz de orucun bize ilham ettiği düşüncelerimizi açıklayalım:

Oruç bize zamanı nasıl kullanacağımızı öğretir. Sahur ve iftar deyip geçmemek gerekir. Modern dünyada “personel-para-zaman yönetimi” diye sistemleştirilen düşünce aslında namaz ve oruçla her mümine daha çocuk yaşta öğretilmektedir. Yoksa yatıp yatıp kalkmak namaz olmadığı gibi, sadece aç kalmakla da oruç hakkıyla tutulmuş olmaz.

Oruç bizi haram yemememiz konusunda helalle uyarır. Diğer zamanlarda yemesi, içmesi helal olan şeyler Ramazan ayında günün belli saatlerinde haramdır, yasaktır bize. İzin almadan, iftar topu patlamadan ağzımıza götüremeyiz ekmeği, suyu. Yani oruç bize diyor ki; “Ey Müslüman! Helal olanı bile izinsiz yiyemezken zaten haram olanı nasıl yersin? Nasıl el uzatırsın hakkın olmayana?”

Oruçlu insan dingin olur. Benzi soluk olsa da, hal ve hareketlerine dikkat eder, daima uyanıktır ve düşmana karşı teyakkuz halindedir. Düşman kim? Nefis ve şeytan. Aslında oruç bize oruçlu olmadığımız zamanlarda da düşmanlarımıza karşı uyanık olmamızı öğütler.

Komşumuza ikram edeceğimiz bir tabak yemekle sosyal toplumun temelleri atılmış olur. Orucu tutması için çocuğa teşvik edici hediyeler vererek, güzel bir işe nasıl başlanılması gerektiğinin ipuçları verilirken doğal eğitim ortamında umut, sevgi ve güven tazelenir.

Bunlar ilk anda benim aklıma gelenler. Elbette daha çok derinliği olan düşündüğümüz, düşünmediğimiz ne hikmetler gizlidir bu ayda. Eskiler bir yazıyı bitirince “Her şeyin en doğrusunu ancak Allah bilir.” manasında “Allah-u âlem” derlerdi.

Aliya İzzetbegoviç İslam’ın çağımız insanına neler verdiği üzerinde düşünürken “İslam’ın ilk şartı Allah’a imandır. Atom çağında dine kuşkuyla bakanlara Albert Einstein’ın Allah’a inandığını hatırlatmak isteriz. Namaz sadece dua değil, disiplin, birlik ve dayanışma okuludur. Oruç ibadettir. Aynı zamanda da pedagojik, tıbbi, sosyal önemi vardır. İslam toplumu hiçbir zaman bireyi şahsi meselesi olarak görmedi. Zekât sadaka değil, fakirlere verilen bir tür vergidir. Hac’da hâkim olan manzara eşitliktir. Şimdi kim İslam’ın mesajlarının geçerliliğini kaybettiğinden bahsedebilir?”[1] sorusunu sormuştu. Bu soruları çoğaltmalı ve İslam’ın günümüze mesajını duymaya, duyurmaya gayret etmeli değil miyiz?

Kurtuluş günleridir bu mevsim bizim için. Arınmanın, yunmanın vaktidir. Sezai Karakoç “Betonları Kıran Oruç” yazısında  “Bir ev nasıl yılda bir defa temizlenir, örümcek ağlarından kurtarılır, kiremitleri aktarılır, sıvanır, yıkanır, onarılır ve badana edilir; yani yeni yapılmış hale getirilirse, bir ruh da yılda bir kere böyle bir genel temizlik ve revizyon ister. Bir şehrin temizlenmesi, onarılması, yeniden yapılması, sıva, boya ve badanalarının tazelenmesi ile Müslüman bir şehrin oruç boyunca ruhî canlılık ve hareketi, yükselme ilerlemesi birbirini çok andırır. Oruç, demek ki bir noktadan bakılınca, ruhun ve vücudun dezenfekte edilmesi oluyor”[2] der.

Biz acıkır susarız da oruç acıkmaz mı? Cevabı Sezai Karakoç’tan dinleyelim isterseniz:

“Evet, oruç da susar, oruç da acıkır. Orucun susadığı ve âb-ı hayat gibi kanamadığı su, Kur’ân sesi, acıktığı namaz, örtündüğü merhamet, kuşandığı, giyindiği, Allah adının yükseltilmesi yani cihattır.”

Ah bizler de oruç gibi acıkıp, susayabilsek… Kur’an’ı ayet ayet, sûre sûre içebilsek. Günahtan kararan gönüllerimizi onunla aydınlatabilsek, daralan ruhumuzu onunla genişletsek, İçimizdeki yangını Kur’anla söndürebilsek. Nefs denen kudurganı onunla dizginleyebilsek. O zaman oruçla arkadaşlığı hak ederiz belki. Günün birinde bekler bizi Reyyan denen kapıda.

 

 

[1] Aliya İZZETBEGOVİÇ. İslam Deklarasyonu.   Fide yy  İstanbul,2007 s.30-33

[2] Sezai KARAKOÇ. Samanyolunda Ziyafet. (6.baskı) Diriliş yy. İstanbul, 2013 (140 sayfa)

Yorum Yapın

Navigate