Müslümanın Görevi Islah Etmektir

Ülkede doğal afetler de dahil doğacak tüm maddi zararların ve insanların manevi sıkıntılarından doğan zararların tazmini devletin görevidir. Vatandaşlar ülkede ne gibi musibetlerle, felaketlerle karşılaşırsa karşılaşsın, bunların oluşmasına karşı tedbir almak ve hatta ön tedbirleri almak devlet yönetiminin işidir. Devleti yöneten kişilerin bu sorumluluğunu halk çeşitli sebeplerle sorgulamıyorsa bile Allah mutlaka sorgulayacaktır.

Yöneticilere bu sorumluluklarının hatırlatılması gerekir. Bu bilince sahip kadroların iktidarlardan millet adına hesap sorması gerekir. Diliyorum ki bu hesap sorma, ölçüleri hatırlatma görevini, nizamı hakkıyla tesis etme imkanını Allah bizlere verecektir. Milletin ve devletimizin içerisine düştüğü acz halinden kurtarılması için yapılması gereken büyük ve çok önemli bir görevimiz var.

Partimizin programında bu esasları ortaya koymuştuk. Ortaya koyduğumuz ilkelerden bir tanesi, hatırlanacağı üzere hukuk devletidir. “Hukuk Devleti” ilkesi her şeyin temelidir. Hukuk Devleti anlayışı, vatandaşlarına insanca yaşayabilme imkânı sağlar. Günümüzde, iktidarın keyfi uygulamaları sebebiyle hukuk devleti ortadan kaldırılmıştır. İnsanların adalete olan inancı örselenmiş, yüce Türk adaletinin itibarı yerle bir edilmiştir. Türk tarihinde eşine benzerine rastlanmamış bir sistem icat edilmiştir. İsmi ne kadar milletimize mal edilmeye çalışılarak “Türk Tipi Başkanlık” denilse de bu sistem keyfi ve yargılanamaz, sorgulanamaz bir keyfi yönetim anlayışı doğurmuştur. Sormak ve sorgulamak gerekir; Yönetici kim oluyor da, Fatih Sultan Mehmet’in, Yavuz Sultan Selim’in, Kanuni Sultan Süleyman’ın ve hatta Hazreti Ömer’in ve Hazreti Ebu Bekir’in üstlenmeye cüret etmediği kadar büyük yetkileri tekelinde toplamak istiyor? Bu ismini saydığımız mübarek ve tarihin seyrini değiştiren liderler bilirlerdi ki; bu dünyada da ahirette de hesabı vardır. Hazreti Ömer devlet yönetiminde olmanın, halkın uğrayacağı en ufak bir kayıptan ve sıkıntıdan sorumlu olmayı gerektirdiğine işaret eder. Bu sorumluluk içinde hareket edilmiyorsa onurlu bir insana düşen istifa edip, devlet yönetimine ehil olan insanların önünde durmamaktır. Ama sen sürekli yol kesiyorsun.

Mâsiyette İtaat Yoktur!

Bir kişinin, Müslümanların yaşadığı bir ülkede “bizden olan emir sahibi” olarak başa geçebilmesi için ilk önce o kişinin akıl sağlığının yerinde olduğundan emin olunması lazım gelir. Başa geçmesi istenen kişinin dinin temel kurallarını bilmesi ve onlara riayet ettiğinden emin olunması lazım gelir. Yezit zamanında Hazreti Hüseyin’in muhalefete geçmesinin sebebi devrin yöneticisinin günahının aşikâr olmasıdır. Hazreti Hüseyin’in muhalif tavrı, günahı aşikâr olan bir kişinin emir sahibi olamayacağının bir örneğidir.

Ülkede İsraftan Geçilmiyor

Bir yöneticinin ahlakî zafiyeti varsa, o yönetici alenen günah işliyorsa onun arkasından gidilmez. Bir yöneticinin sefih ve müsrif olmasının ispatı, azline sebebiyet verir. Sefih; fiil ehliyetine ve yeterliliğine sahip olmakla birlikte harcamalarındaki ölçüsüzlük sebebiyle kısıtlı sayılan kimsedir.

Biraz dikkatlice son 15 yıllık iktidar hatırlanacak olursa, şöyle bir haberlere göz atılacak olursa israf düzeni hemen görülecektir. Söylemleri ne olursa olsun maalesef bu ülkede israftan geçilmiyor. Saraylar, külliyeler, gemiler, şahsi hesaplardaki hesabı verilemeyen milyonlarca lira, lüks araçlar, ismi ilk defa duyulan yemeklerin gösterişle yenildiği, yetimin, fukaranın yer almadığı görgüsüzlük sofraları, fahiş maaşlı danışmanlar… Sormak gerekir “Bu israf nedir?” Halk fukaralıktan inim inim inlerken, çöpten ekmek arayan insanlar sokaklarda gezerken iktidarın emanet edildiği kişiler nasıl bu kadar müsrif olabilir. Bir taraftan da geçinemediği için şikâyet eden kişilerin hapse atıldığı haberleri yürekleri sızlatıyor. Bu yapılan israf ve zulümdür. Müslüman zulme karşı durur. Biz zulme karşıyız.

Müslüman’ın Görevi Islah Etmektir!

Allah buyuruyor ki; “O, yer yüzünde iş başına geçti mi orada fesâd çıkarmaya, ekini ve zürriyeti kökünden kurutmaya koşar. Allah fesadı sevmez.” Yaşadığımız dönem bu hükmün geçerli olduğu bir dönemdir. Tahrif, hırsızlık ve yalancılık hüküm sürüyor. Bunlar ahlaki suçlardır. Affedilmesi mümkün değildir. Adaletsizlikten ve zulümden Allah bu milleti korusun. Maddi ve manevi sıkıntıları ortadan kaldırıp, dini ve ahlaki hayatı ıslah etmemiz gerekir.

Vaktiyle bu düzenin ıslahı için “Islahatçı Demokrasi Partisi” demiştik… Çünkü herkesin hürriyet içerisinde görüşlerini ortaya koyabilmesinin, millî mutabakatın yolu demokrasiden, gerçek ve ıslah edilmiş demokrasiden geçer. Ama demokrasi sadece oy sayısı değildir. Demokrasinin aynı zamanda dini, ahlaki, insani değerlere dayanması lazım. Demokrasiyi ahlaklandırmak, İslâm’a uygun hale getirmek için biz ona “ıslahatçı demokrasi” demiştik. Zira peygamberimizin ve bütün peygamberlerin yolu ıslahattır. Bizim vazifemiz de o ıslahat görevini sürdürmektir.

İnsanın Görevi

Hatırlayınız Allah bize bir görev vermişti. Bu görev farzı ayındır, her bir Müslüman’ın ayrı ayrı görevidir. Allah’ın her Müslüman’a verdiği görev; emri bil maruf nehyi anil münkerdir. Emri bil maruf nedir? Doğru, hayırlı ve güzel olanı emretmek marufu emretmektir. Nehy anil münker kötülükleri, yanlışları ortadan kaldırmaktır. Bu ne vaazdır, ne nasihattir, bu apaçık bir emirdir.

Emir, meşru olarak emretme hakkına sahip olan ilim ve ahlak sahibi insanların emridir. Yani İslam’ın, ahlakın, haysiyetin, namusun devlet haline gelmesidir. Her gün okuduğumuz Fatiha’yı şerifte “dosdoğru yol” deniliyor. Hangi yoldur bu bahsedilen. Bizim söz verdiğimiz, “Allah bizi ondan ayırmasın” dediğimiz yol “sıratı müstakim”dir. “Bize hidayet eyle Allah’ım” dediğimiz yoldur. Bu yol, kendisine nimet verilen peygamberlerin yoludur. Bu yol, gazaba uğramamışların ve sapmamış olanların yoludur. Biliyorsunuz bu dua okunmadan namaz eksik olur. (Vacip olduğu için) Okuduğumuz Kur’an’ın emirlerine tam uymamız, bu duayı kalbimize yerleştirmemiz, anlamını hakkıyla bilmemiz gerekir. Sadece her namazda okuduğumuz Fatiha Suresi üzerinde hakkıyla düşünürsek problemlerimizden çıkış yolunu buluruz. Doğruyu emretmek kötülükten men etmek öylesine büyük bir görevdir ki onu ancak hakkıyla iman sahibi olanlar üstlenebilir. Bu görev ihmal edilirse büyük facialar, büyük afetler ortaya çıkar buyuruyor efendimiz. İyiliği ve doğruyu emredip kötülükten men etme özelliğini kaybetmiş kişilerden müteşekkil toplum, İslâm toplumu olma özelliğinden uzaklaşır, hastalıklı bir güruh haline dönüşür.   

Çağımızın fetretinin temel sebebi, sözde, lafta kalan İslâm değerlerinin hayatın her anına uygulanmamasıdır. İçinde yaşadığımız, bu en kötü dönem, taklit dönemidir. Peygamber efendimizin irtihali sonrasında yaşanan akıl tutulması halinde İslam’ın hikmetini ve aklını hatırlatan Hazreti Ebu Bekir’in; Hazreti Ömer’i uyardığı gibi çağımız insanlarının da uyarılması gerekir. Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer’i aklını başına devşirmesi için, davayı yeniden hatırlaması için uyarmıştı. Biz de uyarmalıyız. Hakkı hatırlatmalıyız.

Eğer insan; Allah’ın davasına inanıyorsa, unutmamalıdır ki; Allah’ın davası bakidir. Çünkü baki olan Allah’tır. Hakkıyla iman eden insan, o ölmeyen, o ebedi ve ezeli olan, yüce Allah’ın davasının bayraktarlığını yaptığına iman eder. Bizim görevimiz budur. Hakk davaya inananların karşısında taklitçiler de olacaktır, düşmanlar da. Bunlar hiç önemli değil. Davaya gerçekten inanlar, tüm engelleri aşıp da geçmelidir. Galip olan Hakk’tır. Hakk’ın davasına gerçek manasıyla tabi olanlar karşısına çıkan tüm engelleri, imkansızlıkları aşacaktır.

Görevimiz uyanmak, uyandırmak ve uyarmaktır. Ehliyetsiz, liyakatsiz kadroların yerini ehil kadroların alması için çalışmaktır.

Yorum Yapın

Navigate