Çuvaldız

Evveet değerli okurlar, yazarınız Çuvaldız bir ay sonra karşınızda. Evet, bu sefer de karşınızdayım. Anladık sayın Çuvaldız karşımızda olduğunu. Peki, ne zaman yanımıza geçeceksin? diye soruyorsanız ne zaman ki siz benim yanıma geçersiniz, işte o zaman ben de sizin yanınıza geçerim diyorum.

Efendim beni oyalayıp durmayın, çok önemli bir iz üzerindeyim, kimselerin bulamadığı o ayağı ben bulmak üzereyim. Sakın ha “Bu ayak, ne ayak, sayın Çuvaldız?” diye sormayın, bu paragrafı sollayıp bir zahmet okumaya devam edin.

Sahi Yasa Teklifini Kim Verdi?

Emekli Genelkurmay Başkanı Başbuğ geçenlerde ne demişti? “26 Haziran 2009’da askerî şahısların askerî mahalde işlediği suçlar da dahil, özel yetkili mahkemelerde yargılanmasının önünü açan yasa teklifi getirildi. Bunu kim hazırladı? Bu tamamen FETÖ ile ilgili. Bu araştırılsın.”

“Vaayy, sen misin bunu söyleyen?” diye celallenen Reis de “Eski bir Genelkurmay Başkanı bu yasayı bahane ederek Meclis’i itham altında bırakmıştır. Tiizz hepiniz hemen dava açın” emrini vermişti.

İlker Başbuğ’un o yasa teklifini TBMM’ye getiren kişilerin isimlerini verip bunlar araştırılsın demesi üzerine o isimlerden eski Adalet Bakanı Ergin “Bu çalışmalar iktidar partisinin, hükûmetin ve Meclis grubunun ortak iradesini yansıtan çalışmalardır. Bireysel inisiyatifle yapılabilecek şeyler değildir” diye açıklama yapmıştı.

Açıklamaya göre söz konusu yasa, iddia edildiği gibi AKP’li vekillerin değil, bizzat hükümetin ve de AKP meclis grubunun iradesiymiş. Herkes biliyor ki AKP grubunun da hükümetin de iradesi demek bizatihi Erdoğan’ın iradesi demek!

Peki, hükümetin ve AKP grubunun iradesi neye dayanıyor? “AB Komisyonu, 26 Şubat 2008 tarihli Katılım Ortaklığı Belgesi’nde Türkiye’den; “Ordu üzerindeki sivil kontrolün Avrupa ülkelerindeki uygulamalarla uyumlu hale getirilmesine devam edilmesini” ve “ordunun siyasî konulara müdahale etmemesini” ayrıca “sivil idarenin ulusal güvenlik stratejisini oluşturması ve uygulaması da dahil olmak üzere, güvenlikle ilgili konularda denetim işlevlerini tamamen kullanmasının sağlanmasını” ister.

Ve işte zurnaya “zart” dedirten talep: Komisyon, Türkiye’den özellikle “Askerî mahkemelerin yargı yetkisinin askerin görevleriyle sınırlandırılmasına yönelik olarak kısa vadede düzenleme yapmasını” ister. İstediklerini de derhal alırlar…

Şimdi bu talepler Meclis’in iradesini hiçe saymak olmuyor, lakin Başbuğ’un açıklamaları oluyor! O yasayı kim istemiş, kim “derhal” diyerek yapmış ve o yasadan kimler yararlanmış, her şey ortada. Siz hiç “Eyy Komisyon, sen kim oluyorsun da kalkıp, hem de bana, tiiizzz şunları yap diyorsun” dediğini duydunuz mu Reis’in? Ben hiç duymadım da…

Bizleri Yönetenler Hep Başkalarının Çanağına mı Su Taşımak Zorunda?

İçeride Reis, KKTC’de Akıncı. Federasyon çatısı altında birleşmezlerse KKTC’nin Ankara tarafından yutulabileceğini, bu ihtimalin çok korkunç olduğunu ve ikinci bir Tayfur Sökmen olmayacağını söylemiş Akıncı Beyefendi!

Biliyorsunuz, KKTC ile GKRY arasındaki Adanın geleceğin yönelik ikili görüşmeler başarısızlıkla sonuçlanmış, Türk tarafı “Guterres Belgesi”ndeki Türkiye’nin Kıbrıs’taki etkin ve de fiili garantisinin sonlandırılması talebi sonucu masadan kalkmıştı.

Bir müddet sonra Akıncı’nın ortada hiçbir fol ve yumurta yokken Rum Kesimi lideri Anastasiadis’e yaptığı teklif adeta bomba gibi patladı: Guterres Belgesini kabul edelim! Akıncı’nın bu açıklaması, açık açık Türk Askeri’nin Ada’dan gönderilmesine kapı aralamaktı!..

Londra’da Kıbrıs Türk sivil toplum örgütleri ile yaptığı toplantıda da Türkiye’ye bakış açısını net olarak ortaya koymuş ve şöyle demişti Bay Akıncı: Türkiye’nin 82’nci vilayeti olmayacağız!

Akıncı, Oturduğu Makamı Kime Borçlu?

Aynı Mustafa Akıncı Türkiye’nin son çare olarak başlattığı “Barış Pınarı Harekâtı” için de şu zehirli açıklamayı yapmıştı: 1974’te yapılan, her ne kadar adına biz Barış Harekâtı desek de bu bir savaştı ve akan da kandı. Şimdi “Barış Pınarı Harekâtı” desek de akan su değil kandır. 1974’te o kan akmasaydı sanki kendi bugün o koltukta oturabilecekti!

Akıncı’nın açıklamalarının ve Türkiye aleyhine konuşmalarının bir dil sürçmesi olmadığını, gayet planlı ve çok ince düşünülmüş, İngiliz ve Amerikan planları ve istekleriyle çakıştığını aklı basındaki  her insan fark edebilir!..

Aralık 2002’de Kopenhag’taki AB zirvesi öncesi AB dönem Başkanı Rasmussen’le görüşen, ancak aradığını bulamayan Akıncı’ya “Reform planınızı bize bildirin” talimatı verilmişti. O yıllarda kapalı kapılar ardında Türkiye’ye Kıbrıs sorunu dayatılıp duruyordu. Hayırlarsanız Brüksel’in şefaatine(!!!) sığınan AKP’yi zayıf karnından yakalayan AB, bize Rum çıkarları doğrultusunda “Kıbrıs’tan vazgeç!” baskısı yapıp duruyordu. Peki, aynı M. Ali Talat’da olduğu gibi, M. Akıncı’nın KKTC Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturması için destek verenler kimlerdi?

Türkiye ve Kıbrıs’ta yaşananlar dün olduğu gibi bugün de aynı. Birilerinin icazetiyle koltuk sahibi olanlar, koltuk sahibi yaptıklarının hezeyanlarına kızıyor. Kızmayın beyler, herkes görevini yapıyor.

Yorum Yapın

Navigate