Kendini çok beğenen bir tavşan varmış. Ben çok hızlıyım benden hızlı kimse koşamaz, diye kendisini sürekli övüyormuş. Diğer hayvanların yanında hoplayıp zıplayıp ben çok hızlıyım var mı beni geçecek? diye hava atıyormuş.
Diğer hayvanlar onu hiç sevmiyormuş ama yarışmaya da çekiniyorlarmış. Bir gün kaplumbağa bu tavşanın ne kadar kendini beğenmiş biri olduğunu öğrenmiş ve onunla yarış yapmak için haber göndermiş. Tavşan nasıl olur da bana meydan okuyabilir ki o daha bir adam atmadan ben yarışı bitiririm demiş.
Diğer hayvanlar da şaşırmış bu duruma. Çünkü tavşanda Allah vergisi bir yetenek varmış. Kaplumbağa ve koşu yarışı mı? Bu ikisi nasıl bir araya gelsin. Ormanda herkes bunu konuşuyormuş. Bazıları kaplumbağanın kendini küçük düşürdüğünü bazıları da sadece cesaret edebildiği için kahraman olduğunu söylüyormuş. Aslan bunu duyunca “Züğürt tesellisi” demiş. “Yetenek her şeydir, nasıl kazanacak o yarışı. İnsan bir şeyi yapabiliyorsa yapabiliyordur, yapamıyorsa yapamaz. Benim heybetim aslanlığımdan gelir mesela bu kadar”.
Tilki bıyık altından gülümsemiş aslanın sözlerine. “Kaplumbağanın kesin bir planı vardır”” demiş bilgiç bilgiç “ Yoksa neden girsin böyle bir yarışa.”
Kuşlar kendi aralarında cıvıldamışlar “Hile mi yapacakmış, aaa a!”, “Kaplumbağa dürüst biridir.” “Tilki haklı olabilir, kaplumbağanın ailesinden hiç koşucu biri çıkmadı.” “Bence kabuğu bu yarışı kazanmasına engel.”
Karıncalar yarışa girmeyi düşünmüşler bu konuşmaları duyunca. Fakat daha önemli işleri varmış kendilerince. Cırcır böceği de düşünmüş düşünmesine de, “sonra” demiş, “sonra katılırım bu yarışmaya.”
Yarasalar ağaç kovuklarından konuşmaları duymuş. Uykularını bölen bu gereksiz(!) konuşmalara, ne gerek var diye düşünmüşler. Koşu da lüzumsuzmuş, kaplumbağanın bu yarışa girmesi de. Gündüzleri uyuyup geceleri gezerek gayet güzel ömür tüketilirmiş.
Neyse ertesi gün tavşanla kaplumbağa yarış alanına gelmişler ve başladıktan sonra tavşan pırrr diye koşuvermiş ama kaplumbağa daha ilk adımını yeni atmış. Tavşan o kadar çok fark açmış ki yorulmuş havada çok sıcakmış. Demiş ki şu ağacın gölgesinde biraz dinleneyim nasılsa kaplumbağa akşama kadar gelemez demiş. Tavşan rüyalarla dolu uykusuna dalmış ve kaplumbağa da emin adımlarla bitişi doğru yürüyormuş. Tam yarışı bitirecekken tavşan uyanmış ve havanın karardığını görmüş.
Artık gideyim de şu yarışı bitireyim kaplumbağa ortalarda yok demiş. Kafasını bi kaldırmış ki kaplumbağayı görmüş. Koşarak onu geçmeye çalışmış ama kaplumbağa yarışı bitirmiş. Bu da tavşana güzel bir ders olmuş. Kimseyi küçük görmemeyi öğrenmişsindir artık demiş. Çünkü önemli olan hızlı olmak değil emin adımlarla gitmektir demiş.
…
Bu öykünün 3 bakış açısı ile analiz edelim. Tavşan, Kaplumbağa ve diğerleri. Takdir edersiniz ki diğerlerini maksadımıza hizmet edebilmesi için hikayeye ekledik.
Koşu yarışına katılmayı hiç düşünmemiş olabilirsiniz. Ama hiç mi olmadı keşke ben de bu kadar çalışkan, düzenli, temiz, dakik olabilseydim, aileme vakit ayırabilsem, spor yapabilsem, benim de kitap okuma alışkanlığım olsa dediğimiz?
Kendimiz hakkında koymuş olduğumuz hedeflerin, imrenmelerimizin bizi daha iyi yapacağı muhakkak. Arzu edilen bu davranışları istemenin de yetmediği kesin. Gelişen teknolojiye rağmen hâlâ beynimizin bir USB girişi yok, davranışların programlarını yüklemek için. Ya da akşamları yatmadan önce hazırlamış olduğunuz bitkisel karışımı saçınıza sürünce, yoğurdun içine bu ve şu otu koyup geceler yatmadan önce yiyince bu alışkanlıkları da kazanamıyoruz.
Mucizeler olmadığı gibi hayatta; bir davranışı alışkanlık haline getirmemek için kendi kendimize yarattığımız düşünsel tuzaklar da cabası. “İnsanın içinden gelmeli zaten bir şey. Daha sonra yaparım. Zaten geç kaldım, bu saatten, bu yaştan sonra ne kazancım olacak ki diyoruz.
TAVŞAN
Hikayeye tekrar dönecek olursak, kahramanımız tavşan yetenekli ve kendine güvenen bir hayvan. Hızlı bir şekilde hareket etmek onun en kolay yapabileceği iş keza genlerinde var bu özelliği. Sahip olunan özelliklerin bireyin yaşamında önemli rol oynar. Bir bakıma kendimizde var olan bu donanımları tercihlerimiz ile harekete geçirir ya da geçirmeyiz. Buna da hayat deriz ve hayatımız bu tercihlerle geçer.
Peki, yetenek belirleyici midir?
Zeka kavramı üzerinden gidelim. Toplumun alt ve üst kültür ve gelir seviyesini zeka puanları bakımından karşılaştırılan çalışmalar bulunmaktadır. Çocukların zeka puanları birbirlerine yakınken, yetişkinlerde anlamlı farklılıklar tespit edilmektedir. Araştırmacılar bu durumu zekanın kullanılmaması ve doğal olarak körelmesi ile açıklamaktadır.
Katılmış olduğum saha çalışmalarının birinde Roman çocukların eğitim gördüğü bir okul müdürü çocukların okula başladıkları ilk yıllarda öğrenme hızlarının oldukça fazla olduğunu (zekanın tanımı) sınıf ilerledikçe, özellikle ortaokulda çok azaldığını dile getirmişti. Bir yeteneği ne kadar az kullanırsak o oranda geriler. Geriler ifadesini özellikle kullanmak istedim. Çünkü sahip olduğumuz yetenekler zaman içerisinde aynı kalmaz, geriler. O nedenle çocukluk çağı öğrenmeleri kıymetli iken, yetişkinlik çağında bir beceriyi öğrenmek için büyük stres yaşadığımız halde tam anlamıyla öğrenmiş olamayız. Tabii eğer hayatımızı öğrenmek ile geçirmediysek. Diğer yandan yaşamı boyunca yeni şeyler öğrenmeye açık insanların ilerleyen yaşlarına rağmen zorlanmadıkları tespit edilmiştir. Hayatını bu şekilde geçiren bireylerde yaşlılık ve ileri yaşlılık dönemi üretkenlik ve yeni fikirler geliştirme şeklinde devam eder. Biz buna kültürümüzde bilgelik diyoruz. İşleyen demiş ışıldıyor.
Şunu da belirtmek isterim. Zeka sadece kendini akademik başarıda gösteren bir yetenek de değildir. Disiplinli bir şekilde çalışıldığında her ortamda görmek mümkündür. Zeka ile ilgili dinlediğim seminerlerden birinde şöyle bir bilgi paylaşılmıştı. Akademik geçmişe sahip olmayan üstün zekalı bir çiftçiyi bahçe kapısını tamir edişinden ayırt etmek mümkündür.
Yetenekler bize doğuştan bahşedilen kaynaklardır elbette. Onlar sadece vardır ve var olduklarını da kullanılmadan fark edemeyeceğimiz şekilde konuşlanmışlarıdır. Fark edilmezse zaman içerisinde erir ve yok olurlar. Kullanıldıkça da artar ve yaratıcılığa dönüşürler.
Tavşan yeteneğinin farkında idi. Yeteneğin tek başına kendini kurtaracağını sandı ve yeteneğin ihtiyacı olan disiplinden mahrum müstağnilikle kaplumbağaya yenildi.
KAPLUMBAĞA
Zeka ve diğer yetenekler ile ilgili yapılan araştırmalara bakıldığını yeteneğin önemi elbette var. Fakat yetenek tek başına belirleyici bir unsur olmadığı açık. Her yetenek, öz disiplin ile kendini gösteriyor. Cevher işlenmeyi bekliyor.
Kaplumbağanın ne düşündüğünü bilemeyiz. Hikâyede buna ilişkin bilgi olmamakla birlikte “diğerlerinin” görüşlerinden anladığımız gibi potansiyelinde bu yarışı kazanmak yok. Kim bilir tek güvendiği tavşanın kibrinin yol açacağı hatadır. Şayet öyle ise zekâsına ve disiplinli bir şekilde bitişe doğru yürümesi takdire şayandır.
DİĞERLERİ
“Diğerleri” ise hep vardır ve var olacaklardır. Bu “el âlem” sürekli bize dair tespitlerde bulunur ve kader yazar… Çok da tutarlı bir grup değildir bu “diğerleri”. Birinin söylediğini yapsanız “diğerleri” yine mutsuz olur sizin adınıza. Başlama isteğinizi kırdığı gibi bu söylemler bir şeyi sürdürme azminizi de bırakmaz. Bazen bu söylemler o kadar içimize işler ki bazen denemek bile aklımıza gelmez. Derler ki mesela:
“Ne rahat insanlar var, iş güç yok spor yapıyor her gün”
“Kitap okumak için zaman ve imkân lazım, zaten kitaplar da pahalı”
“Entelektüellik aileden gelecek, imkân meselesi biz öyle doğmadık ki”
Diğerlerinde bu alışkanlıklar var ise, bunları bir çabaya bağlamak yerine, sanki doğuştan bu bireylerin özelliklere sahip olduklarını düşünmek ise bizi sorumluluktan kurtarıyor. Okulda çalışkan bir öğrenci mi var? “O zaten çalışkan olduğu için çalışkan, çalıştığı için çalışkan değil” gibi yapıp rehavet içinde kalmayı sürdürüyoruz.
Bazen daha da ileri gider bu “diğerleri” Sosyal psikolojinin üzerinde çalıştığı “içselleştirilmiş ırkçılık” adlı deneyi dileyen Youtube’dan bulabilir. Deney, Amerika’daki siyahi ve beyaz çocuklar ile ilgilidir. 4-5 yaşlarındaki çocukların önüne iki oyuncak bebek konulur ve ilk sorular “hangisi beyaz?” ve “hangisi siyah?” şeklindedir. Çocuklar bunu bilebilir. Daha sonra “Hangi bebek güzel?” “Hangi bebek çirkin?” “Hangi bebek iyi” Hangi bebek kötü” sorularını sorarlar. Siyah ve beyaz ten rengine sahip çocuklar iyi ve güzel olarak beyaz bebeği gösterirler. Kötü ve çirkin olarak ise siyah bebek.
Bazı çocuklara “Beyaz bebek neden güzel?” diye sorarlar. Güzel olarak seçtikleri bebeklerin tenlerinin beyaz ve gözlerinin mavi olduğu cevabını alırlar.
Takdir edersiniz ki bu deneyi yorumlamak zor değil. Sahip olduklarımızla ilgili istemesek de içinde bulunduğumuz grup ve diğer grupların söylemlerini içselleştiriyoruz. Daha vahimi bunlar düşünce olarak kalmıyor. Eylemlerimizi belirliyor ve bir adım sonrasında Amerika’da siyahi gençler arasında eğitimin düşük ve suça karışma oranlarının yüksek olduğu tespit ediliyor. Hatta bu sonuca bakılarak siyahilerinin zekalarının beyaz tenlilere göre daha az olduğunu yayımlayan akademik çalışmalar yapılmış ve algılar ile iyice oynanmıştır.
Ne ayıp değil mi bu Amerikalıların yaptıkları? Bizden öyle şeyler çıkmaz, biz ırkçı değilizdir.
Mesela çocuklarımızın bir Roman ile aynı sırada oturup eğitim almasından ve arkadaşlık kurmasından rahatsız olmayız. Sınıfta engelli bir çocuk varsa, o çocuğun sınıfta bulunmasının bizim çocuğumuzu üzebileceği ya da sınıfın seviyesini düşürebileceği gibi endişelerimiz yoktur mesela…
Yaşlılık ve yaşlanmak ile ilgili kaygılar, fakirliğin korkulacak bir durum oluşu, ruhsal bir sorunu olan ya da bağımlı bireylerin uzak durulması düşüncesi, hayvanların canı değil bizim keyfimizin önemli oluşu gibi tutumlar değişen topluma rağmen bizde zuhur etmedi.
Bir işe yerleşmek için liyakatin değil adamının olması gerekir düşüncesi, adaletin diğerleri için geçerli olduğu ve senin menfaatini tehdit ediyorsa ceza olarak algılandığı, hak ve hukuk kavramlarının eşit yürümediği ve bunu en çok vatandaşların manipüle etmeye çalıştığı bir ülkede değiliz şükürler olsun.
Neyse ben de bu şartlar altında iyi bir okur olmak istiyorum. Bunun için tek yapmam gereken okumak. Bir kere değil, iki gün değil, 100 sayfa okuyunca değil; küçük adımlarla sürekli, düzenli okumak. Bu yazıyı kendim için yazdım. Suçum disiplinsizlik.