KAPİTALİZMİN SONU MU GELDİ?

Yakın zamanda sosyalizmin kurucusu Karl Marks’ın eseri yeniden gündeme geldi. İnsanlar hemen hemen tüm dünyaya egemen olan kapitalizm sisteminin ne derece iyi bir sistem olduğunu sorgulamaya başladılar. Son yaşanan Covid-19 salgınıyla birlikte dünyanın etkisi altına girdiği ekonomik kriz bu konuya ilgiyi iyice arttırdı. Ekonomik krizin sorumlusu kapitalizm sistemi midir? Krizin en önemli sebebi sağlık olduğuna göre, sağlık sorunun ortadan kalkmasıyla sorunun kendiliğinden ortadan kalkmasını bekleyebilir miyiz? Veya sebebi ne olursa olsun bu krizi, kapitalizm ekonomik sisteminin sorunlarının ortaya çıkmasına vesile olan bir fırsat olarak görebilir miyiz?

Dilerseniz öncelikle son iki yüzyıl içerisinde dünyanın geçirmiş olduğu ekonomik kriz ve panik dönemlerini gözden geçirelim

Savaş, devrim, rejim değişikliği ve isyanlar… Bunların tümünün sisteme dışarıdan girdiği ve modelin bunları dağıtacak şekilde dizayn edildiği farz edilmektedir. Finansal ve parasal etkilerin ağırlık kazanmasını “dışsal etki” olarak tanımlamak zordur. Fakat beceriksizce para basmak, çift metal sisteminde altın/gümüş oranıyla oynamak, yatırımcının dikkatini başka yönlere çekecek şekilde hükümet gelirinde tasarruf etmek amacıyla dönüşümler yapmak, tüm beklentilerin ötesinde başarılı olan yeni krediler vermek, tüm bunlar da ağırlık kazandıran etkiler olarak görülebilir.[1]

ALMANYA

Hamburg Bankası, Kırım Savaşı sırasında Rusya’ya gümrükten kaçak mal sokma işine giren ancak barış zamanında da kaçakçılığa devam eden İsveç kurumları nezdinde büyük krediler açmıştı. İsveçliler bu kredileri 1857’de Dünya Krizi’nde Hamburg’u karıştıracak şekilde gemi yapımı, fabrika ve madencilik spekülasyonlarında kullandılar.

Hamburg tüccarları, 1760’dan Yedi Yıl Savaşları’nın bitimine kadar mal fiyatlarının düşüşünden zarar etmemişlerdi. Dolayısıyla 1799’da Napolyon savaşları devam ederken Napolyon’un 1798 Kıta sistemi ablukasının sızmasıyla gelen fiyat düşüşlerine karşı hazırlıksız yakalanmışlardı. 1888’de bakır birliğini oluşturan Fransız bankerler Güney Afrika’daki elmas sendikasının ve Rotchields’in İspanya’daki civa tekeli ortay çıkmıştı.[2]

FRANSA

Fransa’da Restorasyon Devriminin sonu ve Temmuz Monarşisinin başlangıç döneminde 1822-1832 arasında- Fransızların kötü yollardan elde edilmiş paraya duydukları güvensizliğe rağmen, spekülasyon çok fazlaydı. Arazi sahipleri aktiflerin %2,25-3,75 kazanç elde ediyorlardı. Sanayiciler sabit yatırımlardan uzun vadede elde ettikleri faiz oranından %2-4 daha fazla yani toplamda %7-9 kazanmaya çalışıyorlardı.

1890’lardaki eski madenlerinin yeniden açıldığı, maden kıpırtılarının dahi işlendiği ve fiyatların hızla düştüğü bir ortamda Fransız sendikasının elinde yüksek fiyattan aldığı 160 bin ton bakır ve daha fazlasını almak üzere kontratlar bulunuyordu. Fiyat ton başına 80 pounddan 38 pounda düşünce Comptoir d’Escompte batma noktasına gelmiş, Paris bankalarının gönülsüzce kefil olmasıyla kullandığı 140 milyon franklık avans sayesinde kurtulabilmişti. Bu dönem maden atıklarının yeniden işlenmesinden kırpıntıların toplanması için yapılan büyük girişimlere ve muhalif tarafından yapılan satışlara kadar gümüş piyasasına tekelcilik hakim olmaya çalıştı. [3]

Napolyon savaşlarıyla birlikte terör, direktörlük, konsülat ve imparatorluk gibi Fransız devrimi süreçleri de 1792-93 ve 1997’de geniş çaplı madeni para hareketlerini hazırlayarak, İngiltere ve koloni mallarına Avrupa ve diğer yerlerdeki pazarları açıp kapayarak ağırlık kazanan etkiler olarak hizmet etmişlerdi. Fransa’daki bu türden diğer siyasi olaylar arasında Restorasyon(1815), Temmuz monarşisi(1830), Şubat 1848 Devrimi ve İkinci İmparatorluk(1852) sayılabilir.

ABD

1830’larda Birleşik Devletler’deki araziler önceleri yüksek fiyatlı pamuk tarımını yaygınlaştırmak için ve daha sonra tekrar satmak için alınıyordu. Normal zamanlarda etkileri arazilerin düşen değerine karşı kendilerini korumak için işlediklerinden daha fazla araziyi satın alıyorlardı. Patlama dönemlerinde ise bu az çok sağlam temel terk edildi. Ve çiftlikler arazi satımlarında ipotek olarak gösterildi ve bu araziler daha sonra spekülatif fiyat artışlarından yararlanmak üzere ipotek edildi.[4] 1890 Sherman Gümüş Yasası, altının konvertibilitesini tehdit etmiş bu sebeple de ABD’de 1893 krizine yol açmıştır.

  1. Dünya Savaşı öncesinde ve 1930’lardaki Büyük Depresyon’daki eşitsizlik birbirine benzerdi. Orta sınıf çalışanlar, 19. yüzyılda hemen hemen hepsi kendisini orta sınıftan sayıyordu. Ancak 1970’lerin sonlarında zenginler orta sınıfın yerini aldılar. 2000’lerde OECD ülkelerinde bir fenomen oldu. Süper zengin insanlar, aynı elit tabakadan gelirlerken, orta sınıf erimeye başladı.

1970’lerde Petrol Krizi

1970’lerde üçüncü dünya sendikasyon kredilerindeki patlama 1970 baharında keskin faiz düşüşüyle başlamıştı. Federal Reserve 1970 borsa çöküşüyle mücadele etmek için New York piyasasına para akıtmıştı. Oysa bu paralar avro-dolar piyasalarına aktarılarak faizlerin daha da aşağıya inmesine sebep olmuştu. Likitleriyle bankalar bir çıkış yolu arıyorlardı. Latin Amerika başta olmak üzere Üçüncü Dünya ülkeleri ve bu paraları kredi olarak akıttılar. 1982’de Meksika hükümeti borçlarını ödeyemeyince bu akış durdu.

Borç dönüşümlerinin yol açtığı ani faiz düşümlerine, bu faizlerinin düşüşlerinin gelirlerini korumak isteyen yatırımcılardan daha riskli yatımlara sevk ediliyor. 1970-71’de OPEC’te fiyatları yükseltmeden önce yanlış para politikasının Avrupa para piyasasına yol açtığına ve çoğunlukla bankaları üçüncü dünya ülkelerine aşırı borç vermeye yönlendiren programı harekete geçirdiğine işaret ediliyor.

1990’larda Asya Kaplanlarının Krizi

Benzer bir borç dalgası “yükselen piyasalara” özellikle de Asya Kaplanları denilen Tayland, Endonezya, Malezya ve Güney Kore’de görüldü. ABD Yönetim Kurulu federal fonun faiz oranlarını 1994 kış ve baharında kez yükseltince aynı yılın baharında dalga kesildi. New York’ta finansal faaliyetler tahvilden borsaya yöneldiğinden Almanya’ya verilen uzun vadeli krediler 1928’de kesildi.

2007-2008 Emlak Krizi

Şok Doktrinine göre, 2007’de kapitalizmin kâr sağladığı ortaya çıktı. Kapitalizm sadece kaos ortaya çıkarmakla kalmıyor aynı zamanda da kaostan kâr sağlıyordu. Bunun en iyi örneği olarak da Irak verilmektedir. Süper kar ve kaos, feodal kapitalizm modeline uymaktadır. 1973’teki Şili’den, 2003 Irak Savaşı’na kadar bunu görmekteyiz. 2007-2008’deki ekonomik kriz de kapitalizmin krizidir.[5]

İNSANLAR KAPİTALİZMİN BÜYÜK İLLÜZYONU ETKİSİNDE MİDİR?

Serbest piyasanın, çevresel refahı geliştirdiği konusunda büyük bir ilizyon yapılmaktadır.[6] Pülotokrosi, servet hükümeti, ekonomik adaletsizlikten güç sağlamakta ve büyümektedir. Chomsky’e göre Batı serbest piyasa ve sermayenin serbest dolaşımının meydana getirdiği baskının altındadır. 2007’de ortaya çıkan kriz, Amerikan emlak borsalarındaki artıştan kaynaklandı. Ancak Amerikan emlak piyasasında yaşanan kriz nasıl Avrupa’yı etkiledi? Etkiledi, çünkü Amerika, borçlarını karmaşık finansal araçlarla Avrupa’daki finans kurumlarına satmıştı. Amerika’daki balon patladığında, Avrupa’yı da etkisi altına aldı. Politiokrasi hükümet sistemi, ekonomik, politik, kültürel ve entelektüel elitten oluşur. Bu elit robotların yaygın kullanıldığı 4. sanayi devrimine hükümranlık eder.

2000 yılında dünya nüfusunun %10’u dünya zenginliğinin %85’ine sahipti. Küreselleşme ile birlikte bu eşitsizlik kuvvetlendi. (Atkinson ve Piketty, 2010). Günümüzde ise dünya zenginliğinin %80’i dünya %1’i sahipliğinde bulunuyordu. (Bauman, 2013). Yani dünya nüfusunun %99’u dünya zenginliğinin %20’sine sahip bulunuyor.

İnsanların yaşam standartları artarken, büyük ekonomik eşitsizlikler problem olarak görülmüyor. Ayrıca insanlar zenginler zenginleştikçe herkesin bundan faydalanacağı fikrine alıştılar. Böylece ekonomik eşitsizliğe duyulan tepki gizlenmiş oldu. Ancak ekonomik büyüme durduğunda, belirsizlik arttığında pek çok insan sosyal olarak dışlandığını hissetmeye başladı. Shipler, bu insanlara “çalışan fakir” der. (Shipler, 2005)

Sonuç

İnsan var oldukça ticaretin kapitalizmin zaaflarını her şeye rağmen kapsayan halde değil de bir şekilde devam etmesi kaçınılmazdır. Elbette bir sistemin aksayan yönlerinin olması insanın onu düzeltilemeyeceği, ıslah edilemeyeceği anlamına gelmez. Kapitalizmin içinde bulunduğu hastalığın çaresini sosyalizmde, Marks’ın küflü reçetelerinde aramak da abesle iştigaldir. Kaldı ki sosyalizmin ekonomisinin ülke insanlarına, çevresine refah getirdiği ne Sovyetler Birliği’nde, ne Çin’de ne Küba’da görülmüştür. Sağ ve sol kesimden, merkezden iktisatçıların hemfikir oldukları görüş ise “kapitalizmin en zor dönemlerinden geçtiğidir.”[7] Kriz dönemlerini insanların akıllarını başlarına almaları, sorunu çözmek için iyi fırsatlar olarak değerlemek de mümkündür. Atom fizikçisi Einstein’in söylediği haklı sözde olduğu gibi sorunu çözmek için sorunu oluşturan bakış açımızı değiştirmenin vakti gelmiştir de geçmektedir.

[1] Kindelberger, Kriz, Panik ve Cinnet, Bilgi Üniversitesi, 2007, sy. 58

[2]Kindelberger, (sy 53)

[3] Kindelberger, sy. 54)

[4] KİNDELBERGER, SY. 42

[5]Automation, capitalism and the End Of The Middle Class, Jon-Aril Johannessen, Routledge Focus, 2019, sy. 15

[6] Baum 2013, Chomsky 2016, Stiglitz 2013

[7] Wolff, MIT Ekonomi Emeritusu

Yorum Yapın

Navigate