Su Kaynaklarımızı Değerlendirecek Milli Tarım Politikasına İhtiyaç Var

Türkiye bir tarım ülkesi ve suyun bol olduğu ve aynı zamanda suyun yok olduğu da bir ülkedir. Ülkemizde birkaç senede bir de olsa, bol kar yağışı oluyor. Veya her yıl yükseklere kar düşer. Kızılırmak, Yeşilırmak, Gediz, Aksu,  Göksu, Çoruh, Fırat ve Dicle v.b. nehirlerimiz zaman zaman suyun bolluğundan taşkın yaparak akar. Hatta yaz kış onlar boşa akar bizlere de seyrine bakarız. Sahip olduğumuz bu suları yeteri kadar değerlendirebiliyor muyuz?

Tarımla uğraşanların hayali yazın bu suları nasıl olur da tarım alanlarımızda sulama işlerinde kullanırız olmaktadır. Bu suları yalnız yaz aylarında mı kullanmalıyız? Sahip olduğumuz suları kışın kullanamaz mıyız? Bunun üzerinde düşünülmelidir. Ciddi fizibilite çalışmaları yapılarak kışın değerlendirilemeyen ve boşa akan su kaynaklarımızı, arazilerimiz için nasıl verimli olarak kullanabiliriz çalışmaları yapılarak projeler geliştirmeliyiz.

Geleceği savaşları su da olacak

İstesek de istemesek de geleceğin savaşları, pandemilerin yanında su savaşları üzerinden devam edecektir. Su, bulunduğu coğrafyalar için stratejik öneme haiz en önemli bir doğal kaynaktır. Bunda müneccim olmaya gerek yok. Türkiye’nin sahip olduğu zengin su kaynaklarından dolayı karşılaşacağı su kavgalarına şimdiden hazırlık yapması, stratejilerini A, B, C… planlarını ileriye dönük şimdiden hazırlaması gerekmektedir.

Ülkemizde; Tarım Bakanlığı,  devlet planlama teşkilatı (DPT’si), il ve ilçe tarım verimliğini arttırmak için gerek resmi, gerekse STK kuruluşları vardır. Şunu söylemek istiyorum, yeni örgütlenmeye ihtiyaç yok. Mevcut kurum ve kuruluşların organizasyonu ile ülkemiz, 5-10-20-25 yıllık kalkınma plan ve projeleri ile 10 senede, Hollanda ve benzeri ülkelerin seviyesine gelebilir, hatta daha ileri seviyeye de geçebiliriz.

Nasıl olacak?

Öncelikli hedefimiz, arazilerin kışın sulanması. Kışın yaza çevrilmesidir. En büyük proje bu. Bundan büyük su projesi de yok. Neden derseniz? Neden Yağışlar kışın olur? Allah’ın lütfu bizi besleyen topraklar, Allah’ın emri ile kışın suyunu tutar, rezerve eder, bahar ve yaz aylarında toprağa attığımız tohumlara öyle bir can verir ki, yazın verdiği güneş enerjisi ile de, şıvgın filizlerle büyüterek, mevsim mevsim, ay ay, gün gün, meyve ve sebze olarak bize ikramın ederler.

Kul olarak bize düşen nedir? Düşünmek. Aklını kullanmak. Akıl etmek.  Allah’ın verdiği zenginliklerle, ölü toprağa tohumu atıp, yetiştirip, ihtiyaç sahiplerine ulaştırmaktır.

İşte bu bir istihdam projesi. Bu nasıl bir istihdam politikası olacak? Ekecek insana, yetiştirecek insana, toplayacak insana, soğuk hava deposu inşaa edecek ve depolayacak insanlara ihtiyaç var. Bunları ambalajlayıp yükleme yapacak insana ihtiyaç var.  Bunu iç ve dış piyasaya pazarlayacak insana ihtiyaç var. Lojistikte insana ihtiyaç var. V.b. çoğaltabiliriz ve arkası da bitmez. Kısacası her alanda yetişmiş insana ihtiyaç var.

Tarım ürünlerimizin tür ve cinslerine göre sanayide, tıpta, silah sanayinde ve endüstriyel alanlarda, ham veya mamul madde olarak değerlendirilmesine ihtiyaç var.

Tarım ürünlerinin yaşı ve kurusu için tesisler kurulmalı, üretim ve pazarlaması devlet politikası haline getirilmelidir. Son teknoloji ile çiftçilerimizin üretim yapmaları sağlanmalıdır. Tarım alanlarımızın yoğun olduğu illerimizde Ziraat Fakültelerimiz var. Fakültelerimiz, çiftçilerimizle işbirliklerini geliştirmeli teorik bilgiler elbirliği ile üretime değerlendirilmelidir. Çiftçilerimiz son dönemlerde kaderleri ile baş başa bırakılmakta, ithal ürünler karşısında korumasız kalmaktadır. İthal tarım ürünleri teşvikleri ile çiftçimiz çıkmaza sokulmakta bunun neticesinde her yıl ekim alanlarımız azalmakta çiftçimiz başka sektörlere kaymakta, verimli topraklarımız tarımdan uzaklaştırılmaktadır. Çiftçilerimiz bizzat devlet eli ile ithal sopası ile cezalandırılmaktadır. Biran önce hatalarımızdan vaz geçilerek Milli bir Tarım Politikası belirlenerek uygulamaya geçilmelidir. Sözde değil icraatta bir Milli tarım politikası olmalıdır.

İslam dünyası ile öyle bir siyaset güdeceksin ki, düşmanını değil, dostunu çoğaltarak, Sayın Edibali’nin dediği gibi, “İslam ülkeleri arasındaki sınırı belediye sınırı” yapıp, çölleri yeşertip, gönülleri fethedeceksin. Böylece Allah’ın istediği ve emrettiği “Emri-bil maruf, nehyi anıl münker” vazifesini su kaynaklarımızı ve tarım alanlarımızı kullanmada da yerine getirmeliyiz.

Bizim ecdadımız bunu yaptı. Gittiği yere hiçbir zaman zülüm götürmedi. İslam medeniyetini ve kardeşliğini götürdü. İnsanların birbirlerini sevmelerini sağladı. Çanakkale savaşının özünde ve ruhunda var olan ve savaşı kazandıran, önce arkadaşının su içmesini isteyip, sulu mataranın dönüp dolaşıp tekrar suyu ile birlikte kendine dönmesini sağlayan ruh ve bu şiarı uygulayacağımız politikalarla bütün insanlığa sunmalıyız.

Su kaynaklarımız bulunduğu bölgenin en yakın tarım arazilerine yönlendirilmeli, yönlendirilirken enerji üretilmeli, tüneller, kanallar ile ülkenin her tarafını donatmalı, çalışmalar Ferhat’ı geçmelidir.

Bu gün bolluk nedeniyle açlık, zenginlik nedeniyle sefalet içinde yaşayan, Asya’dan Afrika’ya bizleri bekleyen nice ülkeler var. Modernize edilmiş bir tarım politikası ile İslam ve insanlık dünyasını açlık, yokluk ve sefillikten kurtarabiliriz.

Öyle bir tarım ve endüstriyel proje hazırlayıp, geliştirmeliyiz ve birleştirmeliyiz ki, kışı yaz, soğuğu sıcak, fakiri tok, maddi ve manevi zengini çok hale gelmeliyiz.

Bunları yapmak için, içimizdeki ve dışımızdaki engelleri aşacak ve projelerle bunları gerçekleştirecek muktedir bir Türkiye’ye ihtiyaç var. Hayvancılık politikasını da tarım politikalarının dışında tutamayız.

 

Yorum Yapın

Navigate