“Ölüm ve Sürgün”

 Bu bir Azerbaycan- Ermenistan Savaşı yazısıdır.

 “Avrupa şunu iyi bilmeli; Türkiye’yi Kuzey Doğu ve Güney Doğu’da durduran

son engel Ermenistan’dır” *

2012 yılında büyük bir hevesle “Kadın Milisler” romanını kaleme almıştım. Nereden icap etmişti? Neden böyle bir roman yazacaktım?

Anlatayım:

Bayburt’tan İstanbul’a küçük yaşta gelmiştim. Ailemin tamamı İstanbul’daydı. Babam, annem, ağabeyim ve üç ablam… Bu sebeple kopup geldiğim topraklara gitmek uzun bir süre nasip olmadı. Sılaya gidemeyişimin bir sebebi daha vardı. Bütün yazları bir iş bulup çalışıyordum, kışın da okuyordum. Bu sebeple tam 33 yıl doğduğum topraklara gidememiştim. 33 yılın sonunda nasip oldu, köyüme gittim. 45 yaşına gelmiştim.

Köyde geçmişlerimin mezarlarını ziyaret etmek, Fatiha okumak istiyordum. Baba dedem Terzi Hasan’ın mezarı köyün mezarlığında yoktu. Artık her yıl köye gitmeye başlamıştım. Büyük bir özlem vardı içimde. Ne zaman gitsem dedemin mezarını arıyordum, araştırıyordum. Kimse bilmiyordu. Köyün yaşlıları da bir şey bilmiyordu. Sonradan öğrendim ki dedem, Ermenilerin yaktığı insanlar arasındaymış! Ermeni Arşak Paşa insanları Bayburt’ta “Taşmağazalar” denen yere doldurmuş, gaz dökmüş, yakmıştı. Bunu öğrenince 1915 Ermeni ayaklanmasını yazmak istedim. Hem de olayların 100. Yılına üç yıl vardı. Yetişirdi. Belki televizyonlarda anlatılırdı!  Böylece büyük bir vatan görevi yapmış olurdum.

Tabii ki bu büyük hayalim gerçekleşmedi. Romanı yazdım, o zamanlar RTÜK’ten sorumlu bakana da gönderdim. Bakan bey RTÜK’ten; “Ermeni olaylarının 100. Yıldönümü için TRT’de bir film yayınlanmasını” istemişti. Tam da biçilmiş kaftandı. Romanımın filme alınmasını istiyordum. Tabii ki hiç ses çıkmadı. O tarihte RTÜK’ten sorumlu bakan, Bülent Arınç’tı. Kitap eline geçti mi geçmedi mi, onu da bilmiyordum. Hiçbir çabam sonuç vermedi. Sonradan öğrendim ki 100. yıl için Ermenileri mağdur gösteren The Cut (Kesmek) isimli bir filmi yayınlanmaya değer bulmuşlardı. Gazetelerde okumuştum, filmi seyreden Hrant Dink’in eşi çok duygulanmış, gözyaşlarını tutamamış!

Roman Boğaziçi yayınlarından çıkmıştı. Özet olarak, Rus ve Ermeni iş birliği ile Bayburt’ta yürütülen işgali ve soykırımı anlatmıştım. Romanda gerçek adı Popof olan bir Rus yüzbaşı ile Ermeni komitacılarının ortak faaliyetlerini, Tatyana Karameli (1) adında, Ermeni asıllı olan ve Rus Ordusu ile göreve gelen bir hemşire tuttuğu günlüklerinde yazmıştı. Keşke bu roman filme alınabilseydi! Belki tam olarak profesyonel bir roman değildi ama en azından yaşanmış olayları gerçek kesitleriyle anlatmıştım.

Yazının başlığı Ölüm ve Sürgün.

Amerikalı ünlü tarih profesörü Justin McCarthy’nin bu eseri, on dokuzuncu yüzyıl ile yirminci yüzyılın başlarında Balkanlar’da, Ortadoğu’da ve Asya’da milyonlarca Müslüman’ın öldürülmesi ve tehcir edilmesinin tarihi olduğu kadar, Müslümanların maruz bırakıldıkları etnik ve dinsel kıyımların nasıl ortaya çıktığının tarafsız resmî belge ve kaynaklara dayandırılarak anlatıldığı kitabıdır. Eserde; Rus İmparatorluğu’nun yayılmacı siyasetinin tarihi ve Balkanlar’da yeni ulusların tarih sahnesine çıkışları, geleneksel olarak, Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparılan Hıristiyan ulusların bakış açısından anlatılmış. “Ölüm ve Sürgün” bu gelişmeleri, ilk defa olarak emperyalizmin, milliyetçiliğin ve etnik çatışmaların kurbanı olan Türklerin ve öteki Müslümanların bakış açısından dile getirmiş olması sebebiyle kıymetlidir.

Şöyle diyor yazar;

“1800’de Anadolu’da, Balkanlar’da ve Güney Rusya’da çok geniş bir Müslüman coğrafyası vardı. Bu sadece Müslümanların egemen bulunduğu bir ülke olmakla kalmıyordu, üzerinde Müslümanların çoğunluk oluşturduğu bir bölgeydi. Bu ülke, Kırım ile art bölgelerini, Kafkasya yöresinin çoğu bölümünü, Anadolu’nun hem doğusunu hem batısını ve Arnavutluk ile Bosna’dan Karadeniz’e kadar uzanıp, hemen hemen tümü Osmanlı İmparatorluğu ülkesi içinde bulunan Güneydoğu Avrupa’yı kapsıyordu. 1923’te ise Müslüman ülkesi durumunda kalan, yalnızca Anadolu, Doğu Trakya ve Güneydoğu Kafkasya’nın bir bölümünden ibaretti. Balkanlardaki Müslümanların çoğu gitmişti. Ya ölmüşlerdi ya da göç etmek zorunda bırakılmışlardı. Kalanlar, Yunanistan’da Bulgaristan’da ve Yugoslavya’da cep durumundaki yerleşim bölgelerinde yaşıyorlardı. Kırım’ın Kuzey Kafkasya’nın ve Rusya Ermenistanı’nın Müslümanları da aynı yazgıya maruz kalmıştı.”

Rusya Yarı Maymun, Yarı Ayıdır.

İvon Golovin; “Rusya yarı maymun, yarı ayıdır. Yabancı krallıklarda Avrupa’yı maymun gibi taklit eder; ama kendi yurdunda, ayının pençeleri her yerde kendini gösterir.”(2)

Azerbaycan- Ermenistan Savaşı’nın asıl tarafı Rusya’dır. Bu unutulmamalıdır. Rusya ile yapılan savaşların her birinin ayrı ayrı sebepleri var. Bazen Kırım, bazen Kudüs, Azak Denizi, Kafkaslar, Yunan Devleti kurulması, Bulgar Devleti kurulması gibi sebeplerle savaşlara girmişiz. Bu yeni savaş için yorumcularımız “Ermenistan’ı hizaya getirmek!” olarak yorumluyorlar. Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın “Avrupa şunu iyi bilmeli; Türkiye’yi Kuzey Doğu ve Güney Doğu’da durduran son engel Ermenistan’dır” şeklindeki sözlerini buna sebep olarak gösteriyorlar. Paşinyan bu mesajı Batılı ülkelere veriyormuş. Bu sebeple Putin, Ermenistan’ı hizaya getirmek için Azerbaycan savaşını başlattı, deniyor.                                           Sebep ne olursa olsun, kesinlikle savaşın asıl tarafı bize göre Rusya’dır.

Osmanlıların Rusya ile yaptığı savaşların listesi aşağıdadır. Her savaşın ayrı bir menkıbesi var muhakkak. Türk edebiyatında “Moskof Muharebeleri” olarak anılan bu savaşlar için milletimiz nice ağıtlar yakmıştır.

Süleyman Nazif’in o meşhur sözleri bizim gençliğimizin kitabe değerindeki sözlerdi:

“Moskofun sulhu aldatıcı, sükûtu ısırıcı, yüze gülüşü haince, yardımı tahkirdir. Ey Türk oğlu! Sana damarlarındaki kanı verenler, kanlarının son damlalarını Moskof muharebelerinde döktüler. Sen bugün, yarın ne olursan ol, fakat unutma ki o şehitlerin ebedî bir yetimisin! Bu din, bu devlet, bu vatan gibi, bu gayz, bu kin bu intikam da onların sana mübarek bir mirasıdır. Dünyada bir Rusya ve bir Rus kaldıkça bu hakkına, bu vazifene hürmetkâr ol, Türk oğlu!” (3)

Rusya ile yaptığımız savaşların tarihleri:

1) 1677- 1681 2)1686- 1699; 3) 1711; 4)1712; 5)1713; 6)1736- 1739; 7) 1768 – 1774; 8) 1787 – 1792; 9) 1807 – 1812; 10); 1828 – 1829; 11) 1853 – 1855; 12) 1877 – 1878; 13) 1914 – 1918

Bu duruma göre Rusya 1677’den 1918 yılına kadar geçen 241 yıldan 57 yılını Türkiye ile savaşmakla geçirmiştir. 57’nin 241’e oranı dörtte birden fazladır. Ortalama olarak Rusya bize on sekiz yılda bir savaş açmıştır. Osmanlı donanması, tarihte yaptığı dört büyük felaketli muharebeden üçünü Ruslarla yapmıştır: 1) Çeşme (1770) İngilizlerin elbirliği ile; 2) Navarin (1827) Ruslarla birlikte İngiliz ve Fransız donanmaları; 3) Sinop (1853); 4) İnebahtı (1870)

Mesela Çeşme Muharebesi: Son derece acıklı bir durum.

Çeşme savaşında bakın ne olmuş;

O zamanlar bugünkü Yunanistan’ın Mora Yarımadası’nda Maynotlar diye bir kavim yaşar. Nüfusu 70 bin kişidir. Ve bu kavim Rusya’nın müttefikidir. Rusya bu kavmin bağımsızlığını istemektedir. Rus donanması Baltık Denizi’nden dolaşarak Mora Yarımadası’na doğru yola çıkar. Fransa Büyükelçisi; “Bu donanmanın hedefi Mora Yarımadası’dır. Hedefi Osmanlı donanmasıdır!” diye Osmanlıyı uyarır. Bu haberi değerlendiren Osmanlılar Mora Yarımadası’ndaki Maynotlar’ı kılıçtan geçirir. Gerçekten de Rus donanması Mora’ya gelir. İki donanma savaşa tutuşur ve savaşı Osmanlı donanması kazanır. Rus donanması geri çekilir.

Düşmanı kovalayan Kaptan-ı Derya Hüsamettin Paşa, nasıl olsa düşman gitti düşüncesiyle donanmasını Çeşme Limanı’na yan yana kibrit dizer gibi dizer.  Ancak gece yarısına doğru, iki küçük Rus yardımcı gemisi Çeşme Limanı’na geri döndü. Osmanlı paşaları bu iki küçük geminin donanmalarına zarar verebileceğini akıllarına bile getirmediler. Gemileri, düşman donanmasından kaçıp kendilerine sığınıyor sandılar. Bazı reisler bu gemileri batırmak istedilerse de diğer reisler, bunların batırılmamasını, İstanbul’a götürülüp zafer alayında teşhir edilmesini teklif ettiler. Aslında bu iki düşman gemisi “ateş gemisi” idi. Düşman amirali çılgın ve cesur bir şekilde Türk gemilerine iyice yaklaştı. Bu teknelerden atılan “kundaklar”, bir Türk gemisinin yelkenlisini tutuşturdu ve yangın ambarına sirayet ederek cephanesini infilak ettirdi. Yangın yanaşık nizamdaki bütün gemilere sıçrayarak, çok kısa zamanda Türk donanmasının bütününü yaktı. Gemilerdeki cephanelerin patlama sesleri Çeşme Limanı’na 230 km uzaklıkta olan Atina’dan bile duyuldu.

1853 Sinop Savaşı olarak belirtilen savaş aslında Kırım Savaşı’dır ve etkisi Çeşme Bozgunundan daha yıkıcı olmuştur. Bu detayları anlatmak için bize ayrılan sayfa herhalde yetmez. Biliyorsunuz, Fransa’nın ve İngiltere’nin desteği ile Kırım Savaşı kazanıldı ama Paris Kongresi’ne giderken “İçinizdeki azınlıkların haklarını tanıyın, sonra kongreye gelin!” dedi müttefiklerimiz.                                                                                                                      Osmanlı 1683 Viyana Bozgunu olayından sonra bu tür mağlubiyetleri çok yaşadı.

Halen etrafımızda çepeçevre devam eden kuşatma yine tarihi bir kuşatmadır. Bu doğrudan doğruya 21. Yüzyıl Haçlı kuşatmasıdır.

Basınımızda çok heyecanlı yazarlarımız var. İbrahim Karagül şöyle yazmış: “Bugün cephe mücadelesi verilen her yerde çok derin tarihi ve jeopolitik hesaplar var. Çok ciddi harita planları var. Türkiye’nin 21. yüzyılını rehin alma girişimleri var.

Bu cephelerdeki bütün sorunları başkaları çıkarmıştır. Çatışmaların tamamı, Türkiye’yi dar alana hapsetme planları için çıkarılmıştır. Bütün çevremizde çatışma alanları bu yüzden oluşturulmuştur.                                                                                                                                Biz Batı ile uğraşırken onlar Doğu’dan vurur. Yüzyıllardır bu hep böyle. Tarihin en büyük gerçeği ile bir kez daha karşı karşıya geldik. Türkiye ne zaman Batı ile kriz yaşasa, Batı’dan sıkıştırılsa, kuşatılsa, zorlansa, Batı’dan saldırılara maruz kalsa, Doğu’dan vurulur.”

Son derece güzel bir yaklaşım. Tarihçilerin hükmü aynen böyledir: “Doğudan Darbe Almayan Türkiye’yi Batı Asla Yenemez!”

Sonuç olarak;

Savaşın nasıl yürütüldüğünü, kaç bomba atıldığını, kaç tank ele geçirildiğini, kaç uçak düşürüldüğünü, Azerbaycan’ın ne kadar köy veya şehri geri aldığını anlatmaya gerek yok. Bu kaos ortamında Azerbaycan hedefine muhakkak ulaşacaktır.

Yine tarihin hüküm vereceği yere geldik. Savaşsız geçirdiğimiz bu yüz yılı iyi değerlendiremedik. Düşmanı caydıracak üstün bir güce ulaşamadık. 2200 yıldır hareket halinde olan Türk Milleti mutlaka düşmanı caydıracak gücü elde etmelidir. Tarihin bize ihtar ettiği en yalın, en katı ve en acı gerçek budur.

Azerbaycan- Ermenistan savaşı gerçekte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni hedef alan büyük ve tarihî bir kuşatmayla ilgilidir. Bunu anlamak için PKK terörünü, Irak, Suriye, Akdeniz, Ege ve Trakya’daki askerî hareketliliği bu savaşla birlikte değerlendirmek, büyük fotoğrafa bakmak gerekir.

İnanıyorum ki Türk Milleti bu kuşatmayı da yaracaktır. Kuşatmayı yapanlar, milletimizin, bütün müttefikleriyle birlikte yeniden bir araya gelerek büyük bir güç oluşturmasına sebep olduklarını gözden kaçırmış olmalıdır. Tarih, şartların bizi mecbur ettiği bu büyük ittifakı kurup, sevk ve idare etme yükümlülüğü ile karşı karşıya olduğumuzu ihtar etmektedir. Devletimizi idare edenlerin, tarihi şartların bize sunduğu bu fırsatın farkında olması dilek, dua ve temennisiyle.

Unutmayınız ki, kuşatmayı yarmanın yegâne çaresi, milletimiz, ordumuz ve müttefiklerimizle birlikte şu anda hangi durumda bulunduğumuzu iyi değerlendirmemiz ve ona göre topyekûn hazırlıklı olmamızdır. Türk Milleti, tarihin bizi mecbur ettiği bu büyük ittifakı kurup, sevk ve idare etme tecrübesine, imkân ve kabiliyetine sahiptir.

Yaşasın Büyük Türk Milleti!

Kaynakça: *(Ermenistan Başbakanı Nikol Vovayi Paşinyan)

  • Tatyana Karameli’nin günlükleri devlet arşivlerinde mevcuttur. İsteyen internetten ulaşabilir.
  • Justin McCarthy, İvon Golovin, The Caucasus, london 1854c eserinden naklen…
  • Rus Kimdir Moskof Nedir.

 

 

 

 

Yorum Yapın

Navigate