Geçen sayıda Farklılaşma-Çatışma-Travma hallerinden kökenini özetlemiştik.
Sorun farklılaşmada değil, doğal bir durum olan farklılaşmanın çatışmaya dönüştürülmesi ve travma halini almasıdır.
Burada çözümün düşünce ve sanat insanlarına düştüğünü dile getirmiştik.
Buna göre; Gelişen bilimsel düşünce metotları ile vahyin temel kavramlarının yeniden idrak edilmesi gerekmektedir. Bu konudaki çalışmalar son elli yılda ivme kazanmıştır. Lakin gerek diğer uygarlıklar karşısında varlık mücadelesinde geriden gelinmesi, gerekse İslam toplumlarında eğitim-kültür düzeyinin düşüklüğü çözümü zorlaştırmaktadır. Bir başka zorluk da mevcut çatışma ve travmadan nemalanan siyaset, tarikat ve grup önderlerinin statükoyu koruma çabasıdır. Ayrıca değişim ve gelişmenin getireceği inkılaba karşı muhafazakâr (tutucu) direnç de önemli bir engeldir. Özellikle bu grup “örf” “anane” ve “geleneklere” bağlılığı tezlerine payanda olarak kullanmaktadır.
Ancak bu zorluklar zamanla aşılacak, su akacak yolunu bulacaktır. Bu kaçınılmazdır. Çünkü bu Allah’ın vaadidir (Saff 8) ve İslam, -Muhammed İkbal’in ifadesiyle- savunmasını yapmamış ve son sözünü henüz söylememiştir.
Mevcut şartlarda toplumu yönlendirenlerin genel çoğunluğu siyasi ikbal, şan veya dünyalık peşindedirler. Bunların İslam adına söylemleri ise istismarın bütün çirkinliklerini sahnelemektedir. İslam kavramlarını savunmalarına rağmen uygulamaları yerine göre makyavelist, diktatöryal, faşist, engizisyoncu, sadist veya kapitalist olabilmektedir.
Aslında Kuran’daki şu kavramlar içselleştirilirse bu çelişkiler yaşanmayacak; insanlığın “kavim (Hucurat 13) ve dilde (Rum 22) farklı” yaratılması. Dinde zorlama olmayacağı (Bakara 256). Dünya görüşü olarak “Hakk” ile “Batıl”ın karşılaştırılması. Bazen “irşat” yapma gayreti çoğu kere de Allah adına insanlara hükmetme ihtirası ile farklı biçimlerde ortaya çıkan Ruhbaniyet (Hadid 27) kurumunun kritiğinin yapılmaması. Meşveret (Şura 38). Adaletin vaz geçilmezliği. Bilimsel Düşünce. Akletme. Vahiy kaynaklı ve yaratılmış varlık olarak Ayetler. Hem Kuran ve vahiy olarak hem de ibadet olarak Zikir. Salat. Servetin ve iktidarın el değiştirmesi. Sorumluluk olarak Sadece tebliğ. “Salih amel”in boyutları. Cihadın kapsamı gibi
Özet olarak Kuran; Allah’a ve Ahiret Gününe inanmayı, işlerin istişareyle görülmesi, gerek nakil ve yaratılmış ayetlerin iyi okunmasını öneriyor.
ÖNEMLİ BİR HATIRLATMA!
Elinizdeki Bayrak Dergisinin değerli okuyucularına bir hatırlatmayı elzem olarak görüyorum.
İnanç ve kanaat tercihi Kitabımıza göre Allah’ın lütfu; tarihsel birikimimize, uluslararası ve milli yasalara göre hem bir hak hem de doğal yani beşer olmanın gereğidir. Her insanın bu alanda tercihini yapma ve muhatabından saygı bekleme hakkı vardır. Saygısızlık ve baskı ve şiddet suçtur.
Etnik, dil, din ve kanaat farklılıkları ayrışma ve çatışmaya yol açmadığı sürece milletler ve devletler için bir dinamizm kaynağı ve zenginliktir. Tarihte ve günümüzde büyük devletlerin genel özelliklerinden biri de farklılıkları bir arada barış içinde sürdürmesidir.
Ülkemiz de bu farklılığı ve zenginliği barındırmaktadır. Lakin düşünce derinliği yitirildikçe, İslami dindarlık grup, cemaat, kıyafet ve ritüellere indirgendikçe bu zenginlik bereket ve gelişme imkânını ortadan kaldırdığı gibi çekişme, ayrışma ve kavgaya dönüşmektedir (Enfâl 46). Bu durumdan kaçınmak gerekir. Farklı kanaatteki insanlara saygı ile mukabelede bulunmak, onunla çatışmak yerine anlamak, yapıcı ve ufuk açıcı sorular sormak ve hem kendimiz hem de muhatabımız ve insanlık için hayır dua dilemek gerekiyor. “Ey inananlar! Zannın birçoğundan sakının. Kuşkusuz bazı zanlar günahtır. Birbirinizin kusurlarını araştırmayın. Bir kısmınız, bir kısmınızın gıybetini yapmasın. Hiç sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette ondan tiksinirsiniz. Öyleyse takva sahibi olun. Kuşkusuz Allah, Tövbeleri Kabul Eden’dir, Rahmeti Kesintisizdir.” (Hucurat 12)
KUR’AN İNSANLARI TEMEL İLKELERE DÖNMEYİ EMREDİYOR
İnancımıza göre insan dünyaya gelmeden önce “iman ve kulluk” konusunda Allah’a söz vermiştir (Araf 172-173). Ancak yaratılışın ardından insanların çoğunluğu verdiği sözde durmamış, bu durum bunalımlara yol açmıştır. Bunun üzerine nebi ve resullerle insanlığa uyarıcılar gönderilerek gerek inanç ve ibadet ve gerekse davranışlar (amel) konusunda Allah’a verdiği söze, ya da yaratılış ilkelerine dönmeleri istenmiştir. Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e tüm peygamberlerin mesajında birlik vardır. (A’la suresi 18-19).
Geçmiş ümmetlerden sık sık kıssalar anlatan Kur’an, insanları inanç ve eylem konusunda uyarıyor, asıl söze ve mesaja dönmelerini istiyor. Bu doğrultuda günümüzde müslümanları Kur’an’a çağıran çalışmaları bu açıdan ele almalı, elimizde somut belge olmadan sapıklık, fitne, ajanlık ve hainlik gibi yaftalardan kaçınmalıyız. İnsanları dinlemeli, okumalı, anlamaya çalışmalı, gördüğümüz hataları “sözün en güzeli” ile hatırlatmalıyız.