Karadeniz’de gerilim zirvede

Tepkisel politikalar yerine asırlık hedefleri ve amacı olan küresel politikalar izlenmeli

Türk Boğazlarından hem ticari hem harp gemilerinin duraksız geçişi 1936 yılından beri Montrö Sözleşmesi’nin ön gördüğü şartlar çerçevesinde düzenlenmiştir. Montrö Sözleşmesi Türk Boğazlarından geçiş yapmak isteyen hem yabancı bayraklı ticaret gemilerinin geçiş haklarını hem de Karadeniz’e giriş yapmak ve kalmak isteyen savaş gemilerinin hukuki haklarını belirleyen dünyadaki tek sözleşmedir. Yürürlüğe girdiği tarihten bu yana geçen 85 yıl boyunca ülkemizin Karadeniz ve bölge güvenliği ve barışına önemli katkıları olmuştur. 

Kanal İstanbul ile başlayan Montrö ile devam eden tartışmalara 104 amiralin yayınladığı bildirinin de eklenmesi ile Türkiye gündemi bir anda değişmiştir. Kanal İstanbul’un hayata geçirilmesinin gerek güvenlik gerekse ekolojik açıdan ciddi tehlikelerinin bizleri beklediği konusunda yapılan değerlendirmelerin dikkate alınmadığı görülmektedir. 

İstişarenin devre dışı bırakıldığı, sonucu düşünülmeden inat ile projeyi yapma istek ve gayreti, pişmanlığın da fayda vermeyeceği telafisi imkânsız sonuçlar doğurabilir. Devlet yönetiminde esas olan inat değil istişaredir. 

Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik önemi

Türkiye bulunduğu coğrafi konumu itibarı ile jeopolitik ve jeostratejik öneme sahip bir ülkedir. Türkiye Karadeniz’e sahili olan devletlerin ve Karadeniz’e kanal ve nehirler ile bağlanan Orta Avrupa ve Baltık devletlerinin Akdeniz ve Ortadoğu’ya ulaşan deniz yollarını kontrol altında tutabilen, Ege denizini orta ve doğu Akdeniz’i de etkileyebilecek, coğrafi bir konuma sahiptir. Türkiye’nin çevresinin denizlerle çevrili olması, Çanakkale ve İstanbul gibi iki önemli boğaza sahip olması, Karadeniz ve Hazar Denizi Havzalarına yakınlığı gibi coğrafi özellikleri, tarihin her döneminde dikkatlerin üzerimizde olmasını sağlamıştır. Bu öneminden dolayı bölge üzerinde emeli olan güçler tarafından ülkemizin rahat bırakılması mümkün değildir.

Türkiye’nin Jeopolitik konumu; sıcak denizlere inmek isteyen Rusya’nın da Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya’da hakimiyet kurmak isteyen Amerika’nın da İpekyolu güzergahı üzerinde olan Çin’in de gözlerinin hep ülkemiz üzerinde olmasına sebep olmuştur.

Irak ve Suriye’de yaşananlar, Akdeniz’de sıcak gelişmeler, Ege’de adaların Yunanistan tarafından silahlandırılması, Balkanlarda Amerika’nın yeni üsler kurarak askeri yığınak yapması, dış destekli terörün içeride ve dışarıda bir türlü sona erdirilememesi bölgede hâkimiyet mücadelesi veren emperyalist güçlerin hamlelerinden başka bir şey değildir. Adeta ülkemiz ve bölgemiz üzerinde bir satranç oyunu oynanmaktadır. Oyunda piyonlar öne sürülerek ön cephede çarpışmaları sağlanırken gerekli yerlerde filler ve kaleler de cepheye sürülmekte vezir ve şah ise karargâhından harekâtı takip etmektedir. Bu oyun bozulmalı emperyalist güçlerin hamlelerini boşa çıkaracak hamleler ile bölgenin huzurunu sağlayacak bir politika takip edilmelidir.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni tartışmaya açmak ikinci bir “Boğazlar Sorunu” çıkarabilir

Kanal İstanbul ile başlayan siyasi söylem ve yaptırımlar her geçen gün bir değişik boyutuyla karşımıza çıkmaktadır. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni tartışmaya açmak Türkiye’nin karşısına ikinci bir “Boğazlar Sorunu” çıkarabilir. Yönetim kademelerinde bulunanların ağızlarından çıkan her sözün ileride aleyhimizde bir delil olarak çıkması mümkündür. 

Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan “Montrö’nün ülkemize sağladığı kazanımları önemli görüyor, daha iyisi için imkân bulana kadar bu sözleşmeye bağlılığımızı sürdürüyoruz” açıklaması yapıyor. “Daha iyisi için imkân bulana kadar” sözü içinde “değiştirebiliriz” kabulü de vardır. Uluslararası bir sözleşmeyi değiştirme düşüncesinde olduğumuzun beyanı uluslararası baskılarla karşı karşıya kalmamıza sebep olabilir. 

Meclis Başkanımız Sayın Şentop’un katıldığı bir televizyon programında İstanbul sözleşmesinden çıkılması değerlendirmesi sonrası uluslararası anlaşmaların da yeniden düzenlenebileceği açıklaması (her ne kadar sözünün yanlış anlaşıldığını ifade etse de) tartışmanın bir başka açıdan fitillenmesine sebep olmuştur. Önce emekli büyükelçilerden konu ile ilgili toplu bir açıklama, sonrasında da emekli amirallerden Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılmasının Türkiye için ‘gerçek bir beka sorununa yol açacağı’ bildirisi gelmiştir. Açıklamanın zamanlaması ve şekli siyasette yeni bir gündem oluşturmuştur. Bir kesim açıklamaları darbe daveti olarak kamuoyuna yansıtırken bir kesim de açıklamalara sahip çıkmıştır. Kesin olarak diyebiliriz ki Türkiye’de darbe dönemleri bitmiştir. Darbe teşebbüslerine en sert tepkiyi halkımız en son 15 Temmuz’da vermiştir. “Şüyuu vukuundan beterdir” diye kabul edilmiş bir kural vardır. Gündemde olmayan bir konu bir anda gündeme oturarak gerçek gündemi unutturmuştur. Lebalep yapılan kongreler sonrası artan pozitif vakalar, Merkez Bankası Başkanı değişikliği sonrası ortaya çıkan ekonomik tablo, enflasyon, işsizlik, geçim sıkıntısı… hepsi darbe söylemleri arasında kaybolmuştur. İşin garibi açıklamaların içeriği hakkında kimsenin konuşmamasıdır. Konuşanlarında darbecilikle ve terörle suçlanmasıdır. Tartışmaların gündeme geldiği bir dönemin 2 adet Amerikan savaş gemisinin boğazlardan geçerek Karadeniz’e çıkacağı ve durumun Türkiye’ye de bildirildiği açıklamalarının öncesine gelmesi de ayrıca dikkat çekicidir. 

Emekli büyükelçisinden generaline, gazetecisinden siyasetçisine kadar herkes kendi alanı ile ilgili görüş ve düşüncelerini söyleyebilmeli, ortaya çıkan fikirler medeni bir şekilde tartışılabilmelidir. Fikir beyan edenlere karşı yargı karar vermeden en ağır bir şekilde cezalandırma taleplerinin dile getirilmesi toplumun suskunluk sarmalına sarılmasına vesile olabilir.

Suskunluk sarmalı fikir beyan etmenin önünde en büyük engeldir

Suskunluk sarmalı; “eğer bir ortamda bir grup içinde çoğunluk aynı fikirdeyse, karşıt görüşlü olanlar düşüncelerini ifade etmeye çekinir. Böylece herkes aynı fikirde olmasa bile öyleymiş gibi bir ortam doğar ve oluşan suskunluk sarmalı herkesi sarar.” şeklinde özetlenebilir.  Bahsedilen ortam ve grup çok küçük çaplı olabileceği gibi, sınıfsal farklar da bireylerin fikirlerini beyan etmesinde rol oynayarak üst sınıfın fikirlerinin alt sınıfça kabul edilmese bile alt sınıfa ait bireylerin bunu dile getirmekten çekineceği varsayımını da kapsar. 

Kitle iletişim araçları elitlerin görüşlerini bildirir, burada bildirilen görüş çoğunluğun görüşüne zıt olsa bile medya etkisi ile çoğunluğun görüşünün yansıtıldığı algısı yaratılır ve böylece toplumda bir suskunluk sarmalı doğar.  Medyada yansıtılan görüşün çoğunluğun görüşü yani “toplumsal algı” olduğuna ikna edilen bireyin fikirleri eğer genel kanıyla uyuşmuyorsa artık kendi görüşlerini bildirmeyecektir. Çünkü genel kanaatin dışında olan bu görüşler benimsenmeyecek ve destek görmeyecektir.

Suskunluk sarmalını etkili kullanan bir grubun toplumun aleyhine de olsa keyfi uygulamaları ve söylemleri sessiz çoğunluğun karşısında meşruluk kazanmış olur ki asıl tehlike budur. 

Montrö sözleşmesinin iptali Boğazlar üzerindeki egemenliğimizi sarsabilir

Aytunç Altındal yıllar önce “ABD, Karadeniz’e donanmayı da çıkardığı zaman Büyük Ortadoğu Projesi’nin çatısı da kapatılmış olacak” diyordu. Büyük Ortadoğu Projesi neydi? Türkiye dahil 22 İslam ülkesinin haritasının değiştirilmesi, yani bu ülkelerin küçük devletçiklere ayrılması ve tek merkezden yönetilmesi. 

Unutmayalım ki Kanal İstanbul için Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni tartışmak Türkiye’nin karşısına ikinci bir “Boğazlar Sorunu” çıkarabilir. Montrö sözleşmesinin iptali ile Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki 85 yıllık “tam egemenliği” sarsılabilir. Yeni bir su yolu olan Kanal İstanbul’un hayata geçirilmesi durumunda Montrö Sözleşmesine olan etkileri hukuki ve teknik boyutuyla istişare edilmesi gerektiği gibi ABD ve AB’nin GOP planına nasıl hizmet edeceği de nazara alınmalıdır. Herhangi bir proje hayata geçirilirken Boğazlardaki egemenlik haklarımız teyid edilmeli, gerek ülkemiz ve gerekse Karadeniz güvenliği için çok önemli olan ve Türkiye’nin dış politikasını güçlendiren Montrö Sözleşmesinde kazandığımız haklar garanti altına alınmalıdır. Yeni kanal projelerine ilişkin yapılacak hukuki düzenlemeler Montrö Sözleşmesi ve taraf olduğu uluslararası sözleşmelere halel getirmeden, uluslararası hukukun ve uluslararası ilişkilerin doğasına, örf ve adetine uygun olarak yapılmalıdır. Ayrıca, Montrö Sözleşmesine göre Türk Boğazlarından geçemeyen askeri gemilerin bu Kanaldan geçip geçemeyeceği ve bunun Montrö Sözleşmesine etkileri, ülkemiz ve Karadeniz güvenliği açısından siyasi ve hukuki olarak çok dikkatli değerlendirilmelidir.

ABD savaş gemisinin Karadeniz’e çıkması bölgede yeni gerginliklerin fitilini ateşleyebilir 

Rusya ile eski bir Sovyetler Birliği ülkesi olan Ukrayna’nın arası, Kiev yönetiminin Avrupa Birliği (AB) ile yakınlaşması üzerine açıldı. Ukrayna’da batı yanlıları ile Rusya yanlıları arasında çıkan çatışmalar bölgede gergin bir ortamın oluşmasına, Ukrayna insanlarının Rus ve Batı yanlıları olarak kutuplara bölünmesine sebep olmuştur. ABD ve AB Ukrayna’nın egemenliği ve toprak bütünlüğü için destek açıklamaları yaparken Rusya Donbas’a özel statü verilmesini istiyor. Ukrayna NATO’ya üye olmak istiyor, Rusya ise bunu kendisi için tehlike olarak görüyor. Rus ordusunun Ukrayna sınırına askeri yığınak yapması, Donbas bölgesindeki çatışmaları yeniden hızlandırmıştır. Ukrayna ile Rusya arasında gerginliğin arttığı bir dönmede ABD savaş gemisinin Karadeniz’e çıkması bölgede yeni gerginliklerin fitilini ateşleyebilir. Karadeniz’de ateşlenen bir fitilin kıvılcımlarının ülkemize de sıçramaması için azami dikkat gösterilmelidir. 

Donbas çekişmesi ile kamuoyunun dikkatini çeken ve su yüzüne çıkan durumu diğer gelişmelerden soyut uluslararası konjonktürde küresel güçlerin (Amerika Birleşik Devletleri, Çin, Rusya, Avrupa ve Hindistan) Ortadoğu için stratejilerinin ne olduğunu analiz etmeyi daha da zor hale getirebilir.

ABD, Rusya, Çin, Hindistan ve Avrupa’nın bir süredir, bölgede yeniden yapılandırdığı ikili ilişkileri ve kurdukları çoklu ittifaklar içindeki ağırlıklarını dönüştürme çabasındadırlar. Zira ülkemizin içinde bulunduğu bölge kaos içindeyken küresel güç ilişkileri akışkan ve kurulan ittifaklar dinamik ve esnektir.

Böyle bir uluslararası sistemde Türkiye, GOP hedefindeki ABD’nin bir süredir boğazlar statüsünün değiştirilmesi için uyguladığı politik baskı ve Ortadoğu’da kurulacak yeni bir dengenin; geleneksel ABD-Sovyet çift kutupluluk ve rakip-vekil politikalarından farklı olabileceği de dikkate alınarak ana göre değişen tepkisel politikalar yerine asırlık hedefleri ve amacı olan küresel politikalar izlenmelidir.

Bölgemizde amacımız sadece ülke menfaatlerini korumaya çalışmak değil, Müslüman toprakların serhaddi olan bölgede adil ve güvenilir lider olmak olmalıdır.

Dünyanın en hassas noktasında bulunan ülkemiz için bütün kararların ince eleyip sık dokunarak alınması her zamankinden daha çok elzemdir.

Yorum Yapın

Navigate