RAMAZAN AYINIZ VE ZAFER BAYRAMI’NIZ KUTLU OLSUN!

Bayrak Dergisi 1248

Kur’an’ın indiği Ramazan ayına ve bin aydan hayırlı olan Kadir gecesine kavuştuğumuz için seviniyoruz, kutluyoruz, hamdediyoruz!

Bayrak dergisini okumaya başladığınızda Ramazan’ın ilk günlerinde olacağız. Ramazan ayını idrakiniz sebebiyle sizi kutluyor, bu ayın af, rahmet ve bereket ummanından yararlanmamızı diliyor, sağlık, afiyet ve mutlulukla nice Ramazanlara ulaşmayı Yüce Rabbımızın nasip etmesini niyaz ediyoruz.

Hazreti Peygamber’in alemi bekaya irtihalinden bu yana kaç sene geçti, kaç asır geçti? Kaç Ramazan geçti!..

Ramazan ayını Kur’an ayı haline getiren Allah’ın kitabının ve son Peygamber’in açıklamalarından, uyarılarından ve müjdelemelerinden ilham alan ve uygulamaları ile başlayan insanlık ve barış medeniyeti dallanıp budaklandı ve bütün insanlığı gölgesinde yaşatır hale geldi. Şükürler olsun ki İslam dininin iki temel kaynağı Kur’an ve Resulünün talimatı el değmemiş iki kaynak olarak hala terütaze ve insanlığa hitap etmekte devam ediyor! Hitap ediyor etmesine ama Kur’an ve Sünnet gibi hakikat, ilim, ilham dolu olan bu iki kaynaktan kimler ne kadar yararlanıyor?

BUGÜN MÜSLÜMANLAR NE HALDE?

Bugün İslam topluluklarının büyük ekseriyeti siyasi istiklallerini kazanmış durumdadır. Buna sevinelim, ama kendimizi de aldatmayalım. 18. asırdan başlayarak, 19. ve 20. yüzyıllarda neredeyse yer kürenin tamamı, bazı sanayileşmiş devletlerin ve bu kervana katılan Rusya’nın esaretine düşmüştü. Batı devletleri gibi Rusya’nın emperyalist yayılması neredeyse bütün dünyayı kaplamış durumdaydı. Sanayileşmiş Batılı Hıristiyan devletlerinin dünyayı toprak bakımından paylaşmasının sürdürülebilir olmadığı görüldü ve sömürge savaşları da patladı!.. I. Cihan savaşı ve 11. cihan savaşı emperyalist, kapitalist gelişmenin kaçınılmaz çatışmalarını da işaret ediyordu.

KISA BİR TARİHÇE

  1. ve II. Cihan savaşının beşeriyete maliyeti milyonlarca kişinin ölümü olmuştur. Ve insanlığa bu trajediyi, hazırlayan da Batı medeniyeti ve ahlak sistemidir.

İnsanlığın kayıp hanesine baktığımızda değişik dinlerin ve milliyetlerin kaybı ön plana çıkar. 1. Cihan savaşı sırasında Almanya’da Yahudilerin kaybına odaklanmış merhamet, ne hikmetse Müslümanlar özellikle Müslüman Türkler için harekete geçirilememektedir. Misal olarak Endülüs, Fas, Tunus, Cezayir, Libya Müslümanlarının İspanyol, Portekiz, Fransız, İngiliz, İtalyan sömürgecileri karşısında verdiği akıl almaz kayıplar Batı tarihi ve toplumları için hala bir yüz karasıdır! Ama bunları dile getirmek, eğikliğin, omurgasızlığın, erdem, akıl ve hatta Müslümanlık sayılmak istendiği devrimizde her kişinin işi olmaktan çıkmış, yiğitlerin işi olmuştur!

BU BİR JENOSİTTİR! UYANIN! İNSANLIĞI UYANDIRIN!

Ruslara ne demeli Çinlilere ne demeli? Ruslar 15. ve 16. asırlara kadar, Altın Ordu devletine ve en sonra da Kırım hanlığına bağlı ve vergi veren bir kinezlikti. Cihangirlik hülyaları ile Altın Ordu devletine ölümcül darbe indiren Timur’un aklı almaz kıyasetsizliğinin ceremesini şimdi Türk dünyası ve İslam alemi çekmekte.

Türk aleminin kuzey kolu üzerinde seneler değil asırlar süren din değiştirmeye zorlama, dil, tarih ve milli mukaddesattan uzaklaştırma faaliyetleri süregelmektedir. Bugün artık Çuvaş Türklerinin, Türk dünyasından ve İslam aleminden kopmakta olduklarını söyleyebiliriz. 21. asırda bir millet yok olmaktadır, insanlık ve Müslümanlık ise bu feryadı duymamaktadır!

Hangi vicdan, hangi adalet, hangi insanlık bu cinayetin hesabını verebilecektir acaba? Eğer Müslüman bu muhasebeyi yapmayacaksa ne yapar?

KABUL OLMAYAN DUADAN, HUŞUU OLMAYAN NAMAZDAN SAKINMAK

Şanlı Kur’an ve Allah’ın son Peygamberinin sözleri insanları barışa, yücelişe, affa, bağışa, kardeşliğe, efendiliğe çağırıyor! Ve her kişi ve her toplum onun çağrısını kendi istidadına göre anlıyor. Alıyor ve uyguluyor!

Allah’ın kitabı mucizevi bir kitaptır! Çünkü olacakları bize haber veriyor! Allah’ın kitabı bazılarının imanını artırırken bazılarının da düşmanlığını ve küfrünü artıracağını söylüyor! Bu uyarıyı Allah’ın Resulünün benzer bir uyarısı ile birlikte düşünmek gerekiyor!

Hazreti Peygamber ahir zaman Peygamberidir! Hükmü ta kıyamete kadar bakidir! Ahir zamanda Kur’an’ın kadrinin bilinmeyeceğini, dinin direği olan namazların ise gerçek namaz olmaktan çıkacağını, manevi hedefine ulaşmayacağını beyan etmedi mi?

Rahmetli Akif, Kur’an’ın 20. asrın başlangıcında Müslüman alemi tarafından nasıl değerlendirildiğini yüzlerimize vururcasına duyurmuyor mu: Ya fal bakmak için, ya da ölülere üflemek için…

Hala bu mezellette değil miyiz? Ortalık falcıdan, kahinden, sahte şeyhten geçilmez hale gelmedi mi?

Kur’an ayı olan bu ayda Kur’an eksenli bir düşünce uyanışı, yakarış ve istikamet tutuşu şart değil mi?

RAMAZAN AYI İNKILÂP ÇAPINDA DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM AYI OLMALI

Değerli kardeşim!

Ramazan ayında, inanç, düşünce ve duygu dünyanda inkılâp çapında bir değişim ve dönüşüm gerçekleştirmelisin. İslam dünyasının sıkıntısı ile, derdi ile dolmalısın ve büyük ümit ve teslimiyetle, Allah’ın Resulünü hoşnut edeceğin bir aksiyon ateşini tutuşturmalısın! Bunu halisane diliyorum.

Şer güçlerin Türkiye ve İslam dünyasına ilişkin şer projelerini uygulamak için yarıştıkları bu dünyada, vatansız, milletsiz ve devletsiz Müslümanlık hayallerinin hayatımızın her alanını tehdit ettiği, baskıladığı ve kandırdığı bir zamanda yaşıyoruz! Aldatıcılar, yol kesiciler bin bir kılık içinde melanetlerine devam ediyorlar…

‘Bayrak’, yıllardan beri ekonomimize, kültürümüze, ahlak ve maneviyatımıza, siyasi ve sosyal hayatımıza musallat olan şer odakları ile savaşıyor, toplum hayatının her alanında doğruyu, iyiyi ve güzeli savunuyor! Ve Allah’ın izni ve yiğit müminlerin yardımı ile bu şerefli mücadeleyi sürdürecektir inşallah!..

Bayrak bu umuttadır! Ve senin katkını bekliyor!

Mazlum, sessiz kardeşim!

‘Bayrak’ı yükselt ki sen de yükselesin! Oku, okut, öğren, duyur, yay! Bunu yap! Bu temel insani, vicdani görevini yap! Sor kendine, bütün tevazzumuzla biz söyleyelim: Bayrak emsali zor bulunan bir doğru yol davetçisi ve Hakkın hizmetindeki rehberdir! Kıymetini bil, oku, anla, sarıl, katıl ve çoğal!

ERGENEKON VE KAPATMA DAVASINDA KURULAN NAHOŞ DENKLEM!

AKP’e aleyhine açılan kapatma davası, bu davaya eş zamanlı kabul edilen Ergenekon davası ile birlikte anılacak, istesek de istemesek de. Çünkü kamuoyu böyle bir denklemi kurmuş bulunuyor.

Hatırlayalım… Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde iktidarda bulunan bir partiye karşı o iktidarda iken, hatta kamuoyunun yanında olduğunu sandıkla ispat eteğe çabalamış olan bir iktidar partisinin resmen kapatılması istemi ile yargılanmasını Türkiye’de bütün vatandaşlar nefeslerini tutarak izledi.

KAPATMA DAVASINDA MAHKEMEYİ ETKİLEME ÇABALARI ÖNLENEMEDİ?

Sadece Türkiye değil, Dünya ve Batılı dostlarımız da kanaatlerini belirterek, temennilerini dile getirerek izlediler dersek kendimizi kandırmamış olmaz mıyız? Sayın Başbakan’dan, Dışişleri Bakanı’na ve AKP grup yöneticilerine kadar bütün dostlarımız başlarına gelen kazayı Türkiye’yi şikayet yollu bildirmediler mi? Avrupa Parlamenterler Konseyi’nden Türkiye aleyhine bir karar çıkarmak için çaba gösterdiklerini nasıl unutabiliriz!

Bu tür çabaların, AKP kapatma davasını karara bağlayacak heyeti telkin altına alma çabası olduğu önceki haftalarda yazıldı çizildi. Yargıtay’ın bu konudaki koruma taleplerinin bile sonuçlanmadığını üzüntü ile görmedik mi? Yargıtay Başkanlığı eleştiri sınırını aşan maksatlı yorumlardan şikayet ediyor, ama Adalet Bakanlığı yetkisinin bulunmadığını söylüyordu. Bu anlaşılabilir ve unutulabilir bir husus mudur?

Şimdi gelelim Ergenekon davasına! Her şeyden önce, nihayet iddianamenin mahkeme heyetine ve kamuoyuna sunulmuş olmasının gecikmiş olmasına rağmen iyi bir şey olduğunu ifade etmeliyiz. Ne deyelim; “güç olmasın da geç olsun” denir. Ne kadar doğru, mantıklı ve adil bir söz, bunu siz değerlendirin!..

ERGENEKON İDDİANAMESİ ÇOK ÖNEMLİDİR! AMA İSNAD EDİLEN SUÇ DA VAHİMDİR!

Evet! Sayın Savcı, nihayet iddianamesini yazıp kamuoyunun önüne koyabildi! Sayın Savcı iddialarını ortaya koydu, artık söz savunmanın. Bu muhakemenin milletimize hayır getirmesini dileriz.

Elbette kararı verecek yargıdır şüphesiz, ama sonuç da, takdir de milletindir. Yayınlanan Ergenekon iddianamesinin, elektronik ortamdaki kayıtlara göre 2455 sahife ve yüzlerce ek klasör olduğunu söylemeliyiz.

Sayın Savcı, bu 2455 sahife tutarındaki iddialarında, Türkiye’nin çok vahim bir tehlike içinden geçtiğini ve tehdit altında olduğunu söylüyor. Ne tehdidi derseniz, seçilmiş iktidara ve Meclis’e karşı, silahlı terör örgütü oluşturarak, eski deyimle hükümet darbesi planlamak ve Meclis’in görev yapmasına mani olmak gibi idamla cezalandırılması gereken suçlar işlediği iddia ve ithamı ile, bir kısmını kamuoyunun bildiği, bir kısmı ise kamuoyunca hakkında hiçbir bilgi bulunmayan eşhası suçluyor. İddianın çok önemli ve isnad edilen suçun ise vahim olduğunu kimse inkar edemez.

İDDİANAME İLE İLMİ VE HUKUKİ ARAŞTIRMA BAŞLATILMALIDIR!

Bu yüzden milli hayatımız için önemini ifade edecek kelime bulmakta zorlandığımız böylesi bir iddianın tam bir ciddiyet ve objektiflik içinde, titizlikle ele alınması, incelenmesi ve sonuçlandırılmasının hayati önemini, sözün burasında herkese hatırlatmak isteriz.

Evet! Türkiye hiçbir şekilde hafifseyemeyeceği bir iddiayı, makul, doğru ve hukuki metotlarla çözmelidir. Bu araştırmanın tam bir dürüstlük ve hakkaniyet içinde yapılması gerekir. Hukukun koyduğu kurallara, usullere, merasime tam bir uyum içinde yapmalıyız bu araştırmayı ve temizlenme işini. Yarın pişman olacağımız bir acelecilik, kuralsızlık ve peşin hükümlerin esiri olmaktan sakınmamız gerek.

Kabul ve teslim edersiniz ki, bunları söyleyip geçmek yerine, gerçekten hakkı ve gerçeği aramak için adil yargılamakta ısrarcı olmak, heyecanlı bünyelere aykırı görülebilir. Ama böylesine önemli bir iddianın incelenmesi, tam anlamında kusursuz, gerçekten tarafsız ve gerçekten adil olmalıdır. Aksi halde üzülürüz, yapılan hatanın utancını yaşarız.

NE YASSIADA, NE DE DİVANI HARB ÖRFİ LEKESİ TAŞINAMAZ!

Türkiye’nin hala utancını üzerinden atamadığı, bir hukuk hatasını hep birlikte hatırlamanın vakti geldi, hatta geçiyor bile. 1960 yılı nisan ve mayıs aylarında, DP iktidarı ile CHP muhalefetinin arasında tırmanan gerilim, nihayet sokağa taşmış ve 27 Mayıs günü ihtilal olmuştu. O zamanki gazeteleri araştırınca iktidar aleyhine infaz kararının o günlerde verildiğini görürsünüz.

İhtilalin emekliye ayrıldığı halde lideri olarak gösterilen rahmetli Cemal Gürsel, Yassı Ada muhakemelerinin tarafgir davranacağını ve peşin hükümlü hareket edeceğini daha başlangıçta ilan ediyor gibiydi. Peşin hükmün etkisine kapılmış kamuoyu, basın ve bir kısım zinde güçler infaz istiyordu. Toplanan ilim heyetleri, ihtilalin meşruiyetini sabık iktidarın devrilmesinde buluyorlardı…

Şimdi bunları üzüntü ile okuyoruz ve hatırlıyoruz. Şükürler olsun ki o gün darbecileri alkışlayanlar ve darbeciliğe çanak tutanlar şimdi demokrasinin yanında olduklarını söylüyorlar…

Şimdi diyoruz ki; mademki Türkiye’nin önüne böyle bir fırsat çıktı, bunu hakkıyla değerlendirelim. Peşin hükümler ve öç kampanyaları uğruna gerçeği terk etmeyelim. Geçeği bulalım, gerçekten korkmayalım. Var mısınız?

ÖÇ ALMA KAMPANYALARI BİZE KAFKASYA’YI UNUTTURMASIN!

Aksi halde ne mi olur? Milletçe üzülürüz, milyonlarca günahsız vatandaş, çoluk çocuk sıkıntı duyarız, çile çekeriz.

Sayın Gül, Kafkasya’da birkaç gün önce yaşadığımız insanlık dramı karşısında gelişmeleri nefes nefese izleyen insanlara, Türkiye’nin “güçlü ve istikrarlı bir ülke” olmaya mecbur olduğun ifade etti. Esas itibariyle bu doğru söze söylenecek hiçbir şey yok. Ancak “güçlü ülke ve istikrar”ın şu 2008 yılında ne anlama geldiğini dürüstçe ortaya koymalıyız. Bir ülkenin güçlü olması ve istikrar içinde olması bir ülke için pozisyon, durum veya hali ifade eder. Tek başına bakıldığında, gerçek, bütününden koparıp, soyut bir kavram olarak ele alındığında bu kavramlar da yetersiz kalır.

Mesela güç kavramını ele alalım. Amip, karınca veya fili düşünün… Bu canlılar hayat mücadelesinde ayakta kalabildiklerine ve hayatlarını sürdürdüklerine göre, onların hayatlarını sürdürmek için kullandıkları gücün yeterli olduğunu düşünürüz.

Hatırlatalım, her canlı için hayatı sürdürmenin ön koşullarından biri olan gücü fizik bilimleri ölçmüştür. Kullanılan kuvvetin bir saniyedeki miktarına güç demekteyiz.

BAŞARI İÇİN İSTİKRAR VE GÜÇ YETERLİ DEĞİLDİR!

Mesela… Türkiye’nin şu Pekin olimpiyatlarında atletizm ve halterde umutları vardı, hayalleri vardı… Bunlar ne yazık ki gerçekleşmedi. Canlılar alemindeki tüm varlıklar güç kullanmakta ve hayat mücadelesinde başarılı olmaktadırlar. Ama kendilerine göre güç kullanabilen bütün canlıların gücünün eşit olduğunu düşünemeyiz.

Söz gelimi bir karınca, bir insan veya filin güçlü olduklarını söyler ama güçlerinin eşit olduğunu söyleyemeyiz. Ama Pekin olimpiyatlarından dün kazanılmış bir madalya dışında sevindirici bir haber alınmadı şimdiye kadar. İnşallah alırız ve yüzümüz güler ve Sayın Başbakan’ın da üzüntüsü sona erer.

Acaba başkaları altın madalyaları silip süpürürken biz atletizmde neden nal topladık? Futbolda Avrupa’nın ilk dört takımından biri haline geldi Milli Takım. Burada bir başarı var, ama olimpiyatlarda yok? Sporcularımız güçsüz olduklarından mı, hayır! Ama birinde başarılı olmak için gerekli unsurları toplayabildik, ötekisinde ise toplayamadığımız belli.

Çünkü başarılı olmak, hele fertler ve gruplar arkasındaki mücadele ve yarışta başarılı olmak, pek çok faktörü bir araya getirmeye ve bu kuvvet unsurlarını rakiplerden daha iyi kullanmakla mümkün olabilir.

KAFKASLAR’DA YENİ DÖNEM VE YENİ DENKLEMLER GÜNDEMDEDİR!

Burada güç ve istikrar kelimesini aşan bir husus var. Mesela bahis konusu Kafkasya trajedisi ve onun Türkiye’ye yansımaları çok düşündürücüdür. Zamanımızda küresel olduğu söylenen siyasetin şu an odaklandığı enstrüman petrol ve doğal gazdır. Amerikan ekonomisinin mevcut hayat standardını sürdürebilmesi ve bunun teminat alınabilmesi, ABD’nin yakın takipçileri ile arasındaki mesafeyi korumasına, hatta açmasına bağlı olduğunu biliyoruz. ABD sanayi ve ekonomisinin yaşaması ve varlığını sürdürebilmesi, petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynaklarını kontrol etmesine bağlı olduğunu söylüyoruz.

Yeryüzünde bu tarif edilen enerji havzalarından başlıcası ise Kafkaslar. Yani Türkiye’nin tarihi, ekonomik ve kültürel bağlarla bağlı olduğu hayat alanlarından birinde cereyan ediyor savaşlar, kuvvet mücadeleleri.

Dikkat edin! Yapılan mücadele sadece Kafkasya’da enerji hatlarının kontrolü amacıyla sınırlı değil. Kuvvet mücadelesi ne yazık ki Karadeniz’e sıçramış görünüyor. Rusya’nın son derece hassas olduğu ve Türkiye’mizin etkin bulunması gereken Karadeniz’in, aynı zamanda Türkiye’nin güvenlik denizi olarak her türlü maceraya kapatılması, Türkiye’yi yönetenlerin basiretine bağlıdır. Türkiye’nin ne Karadeniz’de ne de Kafkaslar’da hiçbir devletin inisiyatifine teslim olmaması gerekir. Olmamalıdır. Güç ve istikrara evet, ama basirette, yani ön görüye ve çabaya da ihtiyaç yok mu?

RAMAZAN’INIZ VE 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI’NIZ KUTLU OLSUN!

Yazımızın sonunda, tekrar Ramazan’ınızı kutluyoruz. Allah’ın bu övülmüş af, rahmet ve bereket ayına kavuşması sebebiyle, bütün mümin kardeşlerimizi kutluyoruz.

İnsanlığın koruyucusu cihan devletimizin, Haçlı ittifakının saldırıları sonucu menhus 1774 Kaynarca antlaşmasından itibaren 150 yılı bulan mağlubiyet ve kayıplarımızı durduran, Çanakkale’de şahlanan iman ve iradeyi, Dumlupınar’da Türk Milleti’nin yeniden doğuş ve yücelişinin kutlu tarihi kılan Büyük Taarruz’un yıldönümünü yürekten kutluyoruz!

 

Yorum Yapın

Navigate